Musa Efendi’nin ABDESTLİ KALEMİNDEN

Musa TOPBAŞ

 

İBÂDET ve ŞÜKÜR

 

Vaktiyle bir âbid vardı. Bir gün şiddetlice dişi ağrıdı. Acılar içinde kıvranıp, huzuru kaçtı. Bir doktora gitti. Doktor sâlih bir zâttı. Herkese iyilik eder, hidâyete kavuşmasına vesile olurdu. Âbide dedi ki:

 

–Allah Teâlâ’nın izni ile seni diş ağrısından kurtarır isem, karşılık olarak ne vereceksin? 

 

Âbid hiç düşünmeden dedi ki:

 

–Ne istersen veririm.

 

–Bütün ibâdetlerinin sevâbını istiyorum.

 

Kendi kendine; «İyi olunca gene ibâdet eder, tekrar sevap kazanırım.» diyerek vermeye râzı oldu.

 

Diş tabibi, bir ilâç verince ağrısı tamamen kesildi. Âbid Allah Teâlâ Hazretleri’ne çok şükretti.

 

Âbidin şükrünü duyan sâlih doktor şunları söyledi:

 

–Ey âbid! Ey Allâh’ın dâimî olarak ibâdet eden kulu! Senin bütün iyi amellerin, dünyada bir gün sıhhatle yaşamanın karşılığı bile değildir. Bir dişinin ağrımaması için bütün ibâdetlerinin sevâbını verdin. Diğer dişlerinin ağrımaması için başında ve vücudunun diğer uzuvlarında ağrı, sızı bulunmaması için ne vereceksin?

 

Görüyorsun insanoğlu çok âcizdir, çok zavallıdır. Bütün ömrümüzü ibâdetle geçirsek ve yapılan her ibâdet de kabul olsa, acaba rahat bir nefes alıp vermemizin şükrünü ödeyebilir miyiz? (Altınoluk Sohbetleri-1, s. 250) 

 

SEYR U SÜLÛK İLE

 

İnsan ne kadar ibâdet ederse etsin, bütün ömrü secde ile ve oruçlu geçsin, ancak sevap kazanır. Mânen terakkiyât seyr u sülûk yoluyladır. Seyr u sülûk yoluyla insan ne oluyor? Nefsini biliyor. Allah Teâlâ’yı ancak nefsini bilen bilebiliyor. Nefsini bilemeyen; istediği kadar zâhid olsun, âbid olsun, bilgi sahibi olsun o kâfî gelmiyor.

 

Bir mü’min nefsini bildi mi o zaman mânâ değişiyor. Her şeyi Cenâb-ı Hakk’a ircâ ediyor. Her ne zuhur ederse etsin o Cenâb-ı Hakk’ın ihsanıdır, diyor ve öyle kabulleniyor. Görüşü değiştiği için de her hattı-hareketi ibâdet oluyor. 

 

Meselâ üç-beş kuruş kazanmak isterse gaye değişiyor. Evvelce; 

 

“–Ben mal-mülk sahibi olayım, yiyip, içeyim, ev-bark sahibi olayım, herkes beni alkışlasın.” şeklinde nefsânî düşüncelerle uğraşırken tekâmül ettikçe; 

 

“–Cenâb-ı Hakk’ın verdiği üç-beş kuruşla hem helâlinden ailemin nafakasını temin etmiş olurum, hem de cemiyet-i İslâmiyet’e hizmet ederim.” demeye başlıyor. Ve niyetteki mânâ değiştiği için dünyevî çalışmaları da ibâdet oluyor.

 

İnsanın düşüncesi hep Cenâb-ı Hak oldu mu her şeyi ibâdet oluyor. Yemesi ibâdet, uyuması ibâdet, ailevî münasebetler ibâdet… Çünkü mânâ değişiyor. Rabbimiz hepimizi bu yoldan istifâde edenlerden eylesin. (Altınoluk Sohbetleri 5, s. 42)

 

İLLE!..

 

Biz her şeyimizi -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in âdâbına uyduracağız. Bir insan bütün ömrünü ibâdetle geçirse, alnı secdeden ayrılmasa, her gün oruçlu olsa, bütün malını-mülkünü Hak yolunda fedâ etse gene kâmil insan olamaz. İlle de Fahr-i Kâinât Efendimiz’in yolundan gitmekle mükellefiz. O’nun ahlâkıyla ahlâklanmaya çalışılacak, O ne yaptı ne etti ise, onu muhakkak nefsimizde tatbik etmeye sa‘y ü gayret edeceğiz. (Altınoluk Sohbetleri 5, s. 79)

 

ÂRİFLERDEN…

 

Cüneyd Bağdâdî kuddise sirruhû- buyurur:

 

–İmam Şâfiî dünyada hakkı konuşan bir zât idi. Bir gün bir âlim kardeşine verdiği öğütte şunları söylemiştir:

 

–Ey kardeşim, dünya hayatı kaygan bir yer gibidir. Orada ayak sâbit kalamaz. Dünya ne kadar îmar edilse, sonu harap olmaktır. Onda yaşayanların en son ziyaretgâhları kabirdir. Sonu sevdiklerinden ayrılmaktır.

 

Dünya zenginliğinin sonu fakirliktir. Mal, servet toplamak güçtür.

 

Ey kardeşim, Allah’tan kork! O’nun helâlinden verdiği rızka râzı ol. Gayr-i meşrû kazanç yollarına sapma!

 

Yetişemeyeceğin, yetişeceğini bilmediğin günler için, önceden uzun emellere dalma! Çünkü senin ömrün geçici bir gölge gibidir. Yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gibidir. Güzel amelleri çoğalt, uzun emelleri azalt. (Mektûbat, 7. Mektuptan) (Altınoluk Sohbetleri 6, 41)

 

***

 

Hakîm -kuddise sirruhû- buyurur:

 

– Şu üç şeyden başka bir şeye ihtimam gösteren veya o üç şeyden başka bir şey için kederlenen kişi hüznü de sürûru da bilmiyor demektir.

 

Bunlardan biri; ömrünün îmanlı olarak son bulup bulmayacağı hususunda kederlenmek ve endişelenmektir. Kişi bu hususta kederlenmeli, endişelenmeli ve bu dünyadan îmanlı olarak göçebilmek için her türlü gayret ve ihtimamı göstermelidir.

 

İkincisi; Allâh’ın emirlerini tam olarak yerine getirip getirmediği hususunda kederlenip endişelenmektir. Kişi bu hususlara kederlenmeli, endişelenmeli. Ve Allâh’ın emirlerini tam olarak, yerine getirebilmek için, her türlü ihtimam ve gayreti göstermelidir.

 

Üçüncüsü; hasımlarından yakasını kurtarıp kurtaramayacağı hususunda kederlenip endişelenmektir. (Âhiret Hazırlığı, s. 11)

 

***

 

Âbid bir zât ölüm gelince şöyle demiştir:

 

“–Hüzünler yurdu olan dünyadan ayrılacağıma üzülmüyorum. Ancak uyuduğum bir gece, oruç tutmayarak geçirdiğim gün ve Allâh’ın zikrinden gafil bıraktığım bir saat için üzülüyorum.” (Âhiret Hazırlığı, s. 88)

 

ABDULKĀDİR GEYLÂNÎ HAZRETLERİ’NİN MÜNÂCÂTINDAN

 

“Allâh’ım! Bizi gaflet uykusundan uyandır. Bizim kimimizi, kimimizden faydalandır. Bizi yalnız kendinle meşgul et! Tâ ki nefislerimiz ıslah olsun. Nefislerimize Sana gelen yolu göster, ömrümüzün kalan kısmını Sen’in yolunda meşguliyetle geçirelim.” (İslâm Kahramanları, s. 202)

BİR SULTAN YAŞARDI SULTANTEPE’DE

 

Hayali nur dolu bir çimen olan,

Gönlü Hak sırrına tercüman olan,

Misk ile yoğrulmuş pür-îmân olan;

Bir Sultan yaşardı Sultantepe’de.

 

Bütün varlığıyla Kur’ân meâli,

Bu ahlak içinde ehl ü iyâli,

Çiçekten iffetli, gülden hayâlı;

Bir Sultan yaşardı Sultantepe’de.

 

Mübârek kuluydu Rabbin cihanda;

Yarı Medine’de, yarı bu yanda!

Abdestli kalemi Hakk’ı beyanda;

Bir Sultan yaşardı Sultantepe’de.

 

Arzular Sultanı, bir gönül eri!

Sevgisi sarmıştı bahr ile beri!

Unutmuş dünyayı, çarkı çemberi;

Bir Sultan yaşardı Sultantepe’de.

 

Köşkünün üstünde beyaz martılar,

Nurlu çehresinden hep şımardılar,

Kedisi, köpeği hür yaşardılar…

Bir Sultan yaşardı Sultantepe’de..

 

Geldim huzûruna bir daha bugün,

Günler nazarımda ejderhâ bugün,

Azaldı ümidim hem çarha bugün;

Sultanım görünmez Sultantepe’de. 

 

Cîfe-i dünyadan uzaklığıyla,

Duygu temizliği, söz aklığıyla,

Kavuşmuş Rabbine yüz aklığıyla!

Rûhu dolaşmada Sultantepe’de.

 

Memmed ASLAN