O (S.A.S.)’İN AYAĞININ TOZU BAŞLARA TÂCDIR

Hasan TOPBAŞ hasantopbas87@gmail.com

 

 

 

ESERİN METNİ:

 

Ey gubâr-ı kademin Arş-ı berin başına tâc,

Şeref-i zâtına ednâ-yı merâtib mîrâc.

 

Fuzûlî (1480 veya 1494-1556)

 

vezni: feilâtün / feilâtün / feilâtün / feilün

 

“Ey ayağının tozu yüce Arş’ın başına tâc olan (Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-) Zâtının şerefi(ni idrak için) mîrac, mertebelerin en alt derecesidir.”

 

Yukarıda zikrettiğimiz bu beyit; önceleri Mehmed bin Süleyman olarak bilinir iken, gayet velûd olan kalemini;

 

Aşk imiş her ne vâr âlemde,

İlm bir kıyl ü kāl imiş ancak.

 

Mende Mecnun’dan füzûn âşıklık istîdâdı var,

Âşık-ı sâdık menem Mecnûn’un ancak adı var.

 

Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabîb

Kılma derman kim helâkim zehr-i dermânındadır.

 

ve daha nicesi gibi cemiyetin rûhunda eşsiz lezzetler bırakan eserlerinde, muazzam bir şekilde kullanan;

 

Ve en nihayetinde, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e duyduğu derin iştiyak ve aşkını, «Su Kasîdesi» gibi muazzam bir eserle taçlandıran ve devrinin şairleri arasında temâyüz ederek, fazîletli» mânâsına gelen «Fuzûlî» mahlâsını almaya da bi-hakkın lâyık olan, edebiyatımızın mihenk taşları arasında tereddütsüz bir yere sahip şairimizin Dîvân»ında, kırk yedinci gazelinin ilk beyti olarak karşımıza çıkmaktadır. 

 

Gazel, malûm olduğu üzere; ilk beytinin mısraları birbiriyle, diğer beyitlerinin ikinci mısraları ilk beyitle kafiyeli (aa, xa, xa, xa, xa) ve aynı vezinle söylenmiş, umumiyetle beş beyit ile dokuz beyit arasında şiirlerin yazıldığı bir nazım şeklinin adıdır. Ekseriyetle aşk mevzuunun işlendiği gazellerin, insanı tefekküre sevk eden «ârifâne» ve «hakîmâne» gibi diğer çeşitleri vardır.

 

Necip Fazıl’ın tabiriyle, lisânımıza âdeta bülbül râyihaları yayan usta şair, beytin birinci mısraında; 

 

“Efendimiz’in mîrâca yükselerek Arş’ı teşrif etmesi neticesi, mübârek kademinin tozu Arş’ın başına tâc olmuştur.” demekle, ayak-baş zıtlığını mâhirâne bir şekilde işlemiş;

 

İlâveten;

 

Mîrâc»ın mânâ itibarıyla merdiven» demek olduğunu; merâtib»in de mertebe»nin çoğul kalıbındaki ifadesinde basamaklar»a tekabül etmesindeki inceliği, muhabbet-i Rasûl ile dolup taşmakta olan gönlü ile bizlere öylesine kuvvetli hissettirmektedir ki; mîrâcın, O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mânevî mertebelerinin ilk basamağı seviyesinde sayılabileceğini söylemekten geri durmaz. 

 

Yani o muazzam mîrac hâdisesi; Hazret-i Fahr-i Âlem’in zâtının şerefini saymak bahsinde, belki de ilk basamaktır. O’nun Habîbullah oluşu; mahşer yerinde Vesîle, Makām-ı Mahmûd, şefaat-i uzmâ sahibi olması gibi nice yücelik mertebeleri daha vardır. Dahası yüce Mevlâ ile Habîbi arasında bizim bilmediğimiz nice sırlı makamlar vardır.

 

Peygamberimiz’in ayağının tozunun Arş-ı Âlâ’ya şeref vermesi mazmûnu, aslında bir mukayeseden doğmuştur. Hakikaten, Hazret-i Musa’ya, dünyada bir mukaddes tecellî merkezi olan Tuvâ Vadisi’ne geldi diye; 

 

“…Ayakkabılarını çıkar…” (Tâhâ, 12) emr-i ilâhîsi gelmiş iken, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e Arş-ı Âlâ’da böyle bir hitâbın vâkî olduğunu bilmiyoruz. Buradan hareketle; İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri de, meşhur işârî tefsîri «Rûhu’l-Beyan»da bu farkı şöyle tabir etmiştir:

 

“Âdeta Rasûl-i Ekrem’e denilmiştir ki:

 

«–Ey Habîbim! Sen Arş yaygısı üzerinde pabuçlarınla yürü ki; Arş, Sen’in pabuçlarının tozu ile şereflensin ve Arş’ın nûru, Sana kavuşma nimetine nâil olsun!»”

 

Yine, İki Cihan Serveri’nin mîrâca çıkışı ile semâvâtın yaşadığı şevk ve heyecanı, şair Kemal Edip KÜRKÇÜOĞLU ne güzel ifade eder:

 

Şeb-i Mîrâc’da sîmâsını seyretti diye,

Kapanır yerlere gök, secde-i şükrân olarak!

 

Levhada, ذاتنه şeklinde yazılan kısım Dîvan’da ذاتڭه şeklindedir. 

 

ESERE DAİR;

 

HATTATI: Ali ALPARSLAN (1922-2006).

 

1922 yılında dünyaya gelen hattın son büyük üstadlarından Prof. Dr. Ali ALPARSLAN, 1948 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını Tahran Üniversitesi Fars Filolojisi bölümünde, doktorasını İstanbul Üniversitesinde tamamladı (1962). Bir yıl Başbakanlık Arşivleri Genel Müdürlüğünde; iki yıl da Dışişleri Bakanlığında memurluk yaptı. Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesinde asistan olarak çalıştı. 1963-1966 yılları arasında Londra Üniversitesi, 1967’de Chicago Üniversitesinde dersler verdi. 1968’de doçentliğe, 1980’de de profesörlüğe yükseltildi.

 

Kültür Bakanlığı tarafından basılmış kitapları yanında, ilmî dergilerde Türk edebiyatı ile ilgili birçok makalesi bulunan Prof. Dr. Ali ALPARSLAN, Hezarfen Hattat Necmeddin OKYAY’dan tâlik ve rik‘a derslerine devam ederek icâzetnâme almaya hak kazanmış; Hattat Halim ÖZYAZICI’dan da dîvânî ve celî dîvânî yazıyı öğrenmiş ve özellikle tâlik hattının son büyük üstadlarından biri olarak kabul edilmiştir.

 

YAZILIŞ TARİHİ-İMZA BİLGİSİ: Mîlâdî 1995. Hat sanatında, meydana getirilen eserlere hicrî tarihin yazılması usûlden iken, bu eserde yalnızca mîlâdî tarih koymakla yetinilmiştir.

 

Ayrıca, hattatın eserine imzasını koyma mânâsına gelen کتبه – yazdı» ibâresi yerine, güzel, süslü yazdı» mânâsında نمقه kullanılmıştır. 

 

Yine, bu sanatımızda tatbik edilen usûllerden biri olmak sadedinde; hattat, kendisini yetiştiren hocasının ismini de eserinde  تلميذ نجم الدين  » yani Necmeddîn’in çırağı/talebesi» şeklinde ilâveten zikretmiştir. Bu usûl sayesinde gelenekli sanatlarımızda, hem sanatkârın üstâdına olan hürmetini göstermesi sağlanmış, hem de hoca-talebe silsilesinin günümüze kadar kesintiye uğramadan tespitini mümkün kılmıştır.

 

YAZI TÜRÜ: Tâlik. Harflerinin geniş kavisli ve asılmış gibi görünüşü sebebiyle «asmak» mânâsındaki bu ismi almıştır. İran menşeli bir yazı çeşidi olmasına rağmen, Anadolu’ya intikali ile beraber, bilhassa 18. asırdan itibaren, Mehmed Es‘ad Yesârî (v. 1798) ve oğlu Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi (v. 1849) gibi iki mâhir hattatımız elinde Türk âhengine kavuşmuştur.

 

TEZYİNAT UNSURU: Yazı çevresinde ebrû sanatı tatbik edilmiştir. Ebrû; geven otunun öz suyundan elde edilen kitre veya denizkadayıfı bitkisi (kerajin) ile kıvamı artırılmış suyun üzerine, içine öd katılarak suyun dibine çökmeyecek hâle getirilen boyaların serpilmesi ve suyun sathında meydana gelen şekillerin olduğu gibi veya biz» adı verilen metal uçlu bir âletle müdahale edilerek bir kâğıda geçirilmesi yoluyla yapılan bir süsleme sanatıdır. Fırça ve boyaları hususîdir.

 

Bu eserde şal ebrû adı verilen teknik kullanılmıştır. Biz çubuğuyla icrâ edilen tarama ve gelgit hareketlerinin ardından, daha düzensiz ve dairemsi hareketler yapılarak elde edilmiştir.