HABLULLAH

Sami GÖKSÜN

 

“Hep birlikte Allâh’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı sarılın; parçalanmayın. 

 

•Allâh’ın size olan nimetini hatırlayın: 

 

Siz birbirinize düşman kişilerdiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. 

 

İşte Allah -celle celâlühû- size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân, 103)

 

Hablullah yani yüce Rabbimiz’in ipinden maksat, Kur’ân’dır. 

 

Allâh’ın Kur’ân’ı ipe benzetmesinin bir hikmeti vardır.

 

Bir kuyuya bir insan düşerse onun kurtulabilmesi için ona ip uzatılır; yukarıdan da kuvvetli eller çekerse ancak kuyudan çıkabilir. Ona uzatılan ipe sımsıkı sarılırsa kurtulabilir. Aksi takdirde kurtulamaz. Allah -celle celâlühû- buyuruyor ki:

 

“Allâh’ın ipine sımsıkı sarılın!”

 

Tek başınıza değil, toplu hâlde sarılınız ve bölünüp parçalanmayınız. Yüce Rabbimiz; bize âyetleri apaçık bildiriyor ki, doğru yolu, hakikati bulabilelim.

 

Yukarıdaki âyetin tam olarak anlaşılabilmesi için, âyetin nüzûl sebebine bir bakmak lâzımdır. Cenâb-ı Hak;

 

“Siz düşman iken Allah, nimetleriyle sizi birbirinize kardeş yaptı.” buyurmaktadır.

 

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 13 sene Mekke’de Allâh’ın emriyle İslâm’ı anlattı ve yaydı. Sonra Medine’ye hicret etti. Medine’ye geldiği zaman orada Evs ve Hazrec isimli iki büyük Arap kabîlesi vardı ve bunlar nüfusun çoğunu teşkil ediyorlardı. Üç tane de yahudi kabîlesi mevcuttu. Bunlar az olmalarına rağmen, Arapların arasına fitne sokuyor ve kan dâvâsı çıkarıyorlardı. Hem de incir çekirdeğini doldurmayan meseleler yüzünden. Araplara bol fâizle para veriyor ve gelirlerinin kaymağını yiyorlardı. Yahudi; verdiği bin dinar karşılığında kat kat fâiz alıyor, vermeyenlerin ise evlerini, tarlalarını hattâ kadın ve kızlarını alıyor ve böylece Arapların kanını emiyordu. Araplar birbirlerini kırdıklarından, bunun farkında bile değillerdi. Bugün olduğu gibi…

 

Böylece yahudi, Medine’ye hâkim oluyordu. Peygamberimiz Medine’ye geldiği zaman ne kadar Arap kabîlesi varsa, liderlik sevdasıyla birbirleriyle savaşıyorlardı. Sonra hepsi toptan müslüman oldu. Müslüman olunca kan dâvâsı kalktı, kardeş oldular. Allah -celle celâlühû- fâizi haram kıldı, miskin miskin yatmayı yasakladı. Böylece müslümanlar toparlandı ve Medine’de hâkimiyet ellerine geçti.

 

Cenâb-ı Hak, bu hâdiseyle onlara; muhabbeti, birliği, beraberliği, sevgiyi hatırlatmış oldu. Bize de meâlen şöyle buyurdu:

 

“Ey müslümanlar! Dikkatli olun! İslâm ve îman kardeşliğine bağlanın, birbirinizi itmeyin. Sizin için tek bir reçete vardır, tek bir sağlam ip vardır. O da Allâh’ın kelâmı Kur’ân’dır. Toplu hâlde ona sarılın! Öyle yaparsanız sizin için dalâlet yoktur.”

 

Yani burada önemli olan; Allâh’ın kelâmı olan Kur’ân-ı Kerîm’e yapışmak ve Kur’ân’ın etrafında birleşmektir. Bunu yapabildiğimiz an, Kur’ân’ın övdüğü kardeşlik, sevgi ve birlik-beraberlik anlayışını yakalamış oluruz.

 

İslâm’da kardeşlik çok mühimdir. Müslüman, müslümanın kardeşidir. 

 

Müslüman olmayanlar, yani gayr-i müslimler, müslümanın kardeşi değildir. İslâm kardeşliğinde esas olan kan bağı değil, din bağıdır. Eğer din bağı yoksa kan bağı da kopar. Bunun en güzel misali Kur’ân’da anlatılan Hazret-i Nûh’un kıssasıdır.

 

Hazret-i Nuh o meşhur tûfan başlayınca;

 

“–Yavrum, evlâdım, ciğerpârem! Gel, bin gemiye boğulacaksın!” dediğinde oğlu;

 

“–Beni suda boğulmakla mı korkutacaksın? Ben, dağın tepesine çıkar kurtulurum.” diye cevap verdi.

 

O ahmak; «Dağın tepesine çıkınca tûfandan kurtulurum!» zannediyordu. 

 

Hazret-i Nuh;

 

“–Oğlum, öyle değil. Bugün Allâh’ın acımadığı hiçbir kimse kurtulamayacak.” derken aralarına bir dalga girdi ve oğlu sulara gömüldü gitti. Hazret-i Nuh dayanamadı ve Allâh’a şöyle nidâ etti:

 

“–Yâ Rabbî! O benim evlâdımdı, ehlimdendi, ailemdendi…” 

 

Cenâb-ı Allah;

 

“–O, senin ailenden değildir.” buyurdu. Yani; «Îmân etmediği için seninle münasebeti bitmişti.» (Bkz. Hûd, 45-47)

 

Onun için biz müslümanlar, nerede olursa olsun diğer müslümanları kardeş saymak durumundayız. Dünyada ne kadar müslüman varsa hepsi bizim kardeşimizdir. Hem de kan bağından daha fazla kardeştir.

 

Müslüman kardeşliği malıyla, canıyla, ırzıyla, hepsiyle birbirine bağlı; birbirinin şerefine haysiyetine dikkat eden ve onu özbeöz kardeşi gibi koruyan bağlılığın bir ispatıdır.

 

Ama maalesef îman bağı ve İslâm kardeşliği zayıfladığı için şu anda müslümanlar paramparça olmuş vaziyettedir. Sözde bugün iki milyar müslüman var, ama bir avuç yahudi gibi birlik ve beraberlik içinde olamıyoruz. Hâlbuki Cenâb-ı Allah, biz müslümanlara Kur’ân’ında; «Bir ve beraber olun!» buyuruyor. Müslümanlar olarak; bugünden tezi yok, uyanmak ve birbirimize sıkı sıkıya bağlanmamız gerekmektedir. Yine bugün itibarıyla, ülkemiz bu birlikteliğin temini için gayret etmektedir.

 

Hulâsa;

 

Bizler müslümanlar olarak birlik ve beraberlik içerisinde olsaydık; yahudi Kudüs’ü elimizden alabilir miydi?

 

Çin’de Doğu Türkistanlı müslüman kardeşlerimiz çile çekiyor olurlar mıydı?

 

Arakan’da müslümanlar katliâma uğrarlar mıydı?

 

Ve dünyanın her yerinde müslüman kardeşlerimiz perişan olurlar mıydı?

 

Bir marşın sözlerinde ifade edildiği gibi:

 

Toptan sarılalım yüce Kur’ân’a;

Çünkü rahmet inmez ayrı durana…

Müslümanım diyen bu kadar millet,

İslâm gözü ile kendine baksa,

Esir mi olurdu Mescid-i Aksâ?

 

Olmazdı ama darmadağın olunca müslümanları bu hâle getirdiler. Şimdi bütün bunların karşısında müslümanların uyanık olması, şuurlu olması, dînini, îmânını iyi öğrenip, birlik, beraberlik, sevgi ve muhabbet içinde olması lâzımdır. Hem dünyada hem de âhirette İslâm’dan başka çıkar yol yoktur. Bunu gündemine alan bir şairimiz ne güzel söylemiş:

 

Allâh’a dayan, sa‘ye sarıl, hikmete râm ol;

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol. (M. Âkif)

 

Yüce Rabbim; bizim birliğimizi, beraberliğimizi, aramızdaki muhabbeti ve bağlılığımızı Kur’ân’ın etrafında buluştursun. Bu sûretle yeniden şahlanışa geçebilmemizi nasîb eylesin inşâallah. Âmîn…

 

 

حبل الله