Coşkulu Karşılama ile MEDİNE’YE GİRİŞ -3-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr 

 

Medine coşmuştu…

 

Bunca coşkulu kalabalığı tekrar selâmlayan Rasûlullah -aleyhisselâm-; yol arkadaşı Hazret-i Ebûbekir ile beraber, Hazret-i Hâlid bin Zeyd’in evine girdiler nihayet.

 

Ama dışarıdaki coşku bitip durulmadığı gibi, her geçen an daha da artıyordu. Buraya kadar yaşananları, biraz tekrarla beraber, daha iyi anlamak ve o coşkuyu içimizde hissetmek için, yaşananlara çok kısa hatlarla bir defa daha bakalım…

 

Kabîle başkanları başta olmak üzere, neredeyse bütün herkes, devenin önünü kesip aynı aşk ve muhabbetle, aynı teklifi yapmıştı:

 

–Ey Allâh’ın Rasûlü! Bizim evimizi şereflendir. Evimizi Sen’in için hazırladık. Bize buyur yâ Rasûlâllah!

 

–Bize buyur!

 

–Bize buyur!

 

–Bize buyur!1

 

Böylesine bir muhabbetin içinde olan bu coşkulu insanlar, Allâh’ın Rasûlü’nü misafir etme şerefine ermek için, birbirleriyle yarışmışlardı.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın cevabı hepsine aynı olmuştu:

 

–Deveyi serbest bırakın, dokunmayın ona. Devem nerede çökerse orada kalacağım. Çünkü deve ilâhî bir ilhamla vazifelendirilmiştir. O Allah tarafından memur olduğu yere gidiyor. Devenin önünden çekilin! Devemin çöktüğü yerde kalacağım!2

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı çok seven bu muhabbetli topluluk, hemen devenin önünden çekilerek, deve ile beraber ilerlemişlerdi. Gözler ve gönüller âheste âheste ilerleyen deveye kilitlenmişti. Hepsi birden büyük bir merak ve heyecanla deveyi takip etmeye devam ettikleri gibi, bir yandan da; «İnşâallah bizim evin yanında çöker.» diye duâ etmişlerdi.

 

Coşkulu kalabalığın bütün hepsi, bu şerefli misafir ile beraber ilerlerken, o güne kadar görülmemiş büyük bir arzu ve aşkın iştiyakı içindeydiler. Bu büyük muhâciri, Peygamberler Sultanı’nı misafir etmek şerefi! Bunun için hepsi günlerce önce hazırlanmışlardı. Gönülleri hazırdı. Evleri hazırdı. Bütün aile olarak hazırlanmışlardı.

 

İç dünyalarındaki muhabbet fırtınasına mâni olamayan bu güzel insanlar, tekraren büyük bir aşk, vecd, şevk ve coşkuyla atılmışlardı:

 

–Bize gel yâ Rasûlâllah!

 

–Bize buyur ey Allâh’ın Rasûlü!

 

–Bizi şereflendir yâ Rasûlâllah!

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; artan bu coşkuya karşı, artan tebessümü ile beraber, yine aynı şeyi söylemişlerdi:

 

Devenin önünden çekiliniz. O gideceği yeri biliyor!3

 

O’nu, bütün herkes misafir etmek istiyordu çünkü. Herkes evini O’nun için hazırlamıştı…

 

Kimileri, bunca uyarıya rağmen yine dayanamayarak, devenin yularını tutup, Rasûlullâh’ı evlerine götürmek için, deveyi çekmeye çalışıyorlardı. Hattâ bazıları, deveye yiyecek bir şeyler göstererek, kendi evlerine doğru yönlendirmek istemişlerdi. Fakat deve hiçbirine aldırmadan yoluna devam etmişti.

 

Kasvâ, şerefli binicisine yaraşır bir şerefle ilerleyip, izzetli binicisini izzetle taşırken, zaman zaman durup sağına soluna bakmış, sonra da aynı şerefle yoluna devam etmişti. Sanki kendisine bir adres verilmişti de oraya gidiyor gibiydi!

 

Kimin evine bakmışsa, kimin evinin yanında durmuşsa, o ev sahibinin yüreği ağzına gelmiş, bir yandan da sürekli; «İnşâallah bize nasip olur.» diye duâ etmişlerdi. Herkeste aynı heyecan, herkeste aynı arzu ve yine herkeste aynı duâ vardı çünkü.

 

Gönülleri hazırlanmıştı önce. Sonra da evlerini hazırlamışlardı. Gönüllerinde yeri olmayanın, evinde de yeri olmayacaktır!

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-, Kubâ’ya geldiğinde, nasıl ki yer yerinden oynamıştı; Medine’ye girerken, iki misli heyecan ve coşkuyla karşılanıyordu.

 

–Rasûlullah geldi!

 

–Allâh’ın Rasûlü geldi!

 

–Allâhu Ekber!

 

Medineliler yola dökülüp, büyük bir coşkuyla karşılarken, Kubâ Ashâbı da bu şerefli konvoya katılmıştı.

 

İlk büyük bayram Kubâ’da yaşanmış, şimdi bu bayram çok da geniş kitleyle Medine girişinde yaşanıyordu!4

 

O kadar büyük coşku vardı ki, kendilerine hâkim olamayan bu muhabbet erleri, yeni bir muhabbet destanı yazıyorlardı.

 

–Rasûlullah geldi!

 

–Allâhu Ekber!

 

Herkes bir başka ifade ile aynı muhabbeti seslendirmişti! Bu muhabbet ilk önce Kubâ’da yaşanarak, bir anda sözlere dökülmüş, hemen o anda ortak bir duygu yoğunluğu ile besteye dönüşerek; 

 

“Talea’l-Bedru Aleynâ: Ay doğdu üzerimize! aşkı seslendirilirken, yer gök bu coşkuya katılmıştı âdeta!5

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; öylesine büyük bir coşku ile karşılanmıştı ki, böyle bir karşılama hiç kimseye nasip olmadığı gibi, bir daha böyle bir şey de yaşanmayacaktı!

 

Nebîler Sultanı’nı karşılamaya çıkanlar, sevinçlerinden ne yapacaklarını şaşırmış bir hâldeydiler! Kubâ’ya girişte olduğu gibi, burada da kimisi sevinçle çığlık atıyor, kimisi hıçkırıyor, kimisi yerinde duramayıp havalara zıplıyordu! Herkes bir başka sevgi gösterisinde bulunmuştu yani.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın, Medine’ye teşrif etmesiyle, tarihinin en güzel gününü yaşayan Medine, bu kutlu Hicret ile bir başka aydınlanmıştı. Hem öyle ki, aradan yıllar geçse de o nurlu ve şerefli gün hep hayırla hatırlanacaktı…

 

Bu coşkulu karşılamayı, bütün hayatı boyunca anlata anlata bitiremeyecek olan Hazret-i Berâ’ bin Âzib6 sürekli şöyle diyecekti:

 

–Çok güzel bir gündü. Ben, Medinelilerin, hiçbir şeye, Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın gelişine sevindikleri gibi sevindiklerini görmedim! Medine halkı, erkekler de kadınlar da duruma göre kimisi yollara dökülmüş, kimisi evlerin üzerlerine çıkmışlar, bütün çocuklar ve hizmetçiler yollara dökülmüşlerdi. Her biri bir başka aşk ve muhabbetle haykırıyordu:

 

–Rasûlullah geldi!

 

–Allâh’ın Rasûlü geldi!

 

–Muhammed Rasûlullah geldi!

 

–Allâhu Ekber!

 

O günlerde daha on yaşına yeni giren Hazret-i Enes bin Mâlik7 de, hep şöyle anlatacaktı:

 

–Ben hayatım boyunca, Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın Medine’ye girdiği günden daha güzel, daha parlak ve daha aydınlık bir gün görmedim!8

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın, Medine’ye gelmesiyle çok sevinen müslümanlar, farklı şekillerde bu sevinçlerini ortaya koyuyorlardı. Bunlardan bazıları develer kesip, halka ziyafet çekerken, bazıları sığır, bazıları da koyun kesip, ziyafet üzerine ziyafet vermeye devam ediyorlardı.9

 

Muhâcir ve ensar hep beraber, Medine’deki müslümanlar, misafirlerin en şereflisini böyle karşılamışlardı işte…

 

Bizler de îman ve amel hayatımıza taşımak için, her şeyden önce O’na lâyık olmaya gayret etmeliyiz. “Bize buyur!” diyebilecek bir gönül sahibi olmamız lâzım önce. Daha sonra da Peygamber Efendimiz’i bütün hayatımıza davet edecek bir şuur ve idrak içinde olmalıyız.

 

Şöyle bir soru sorsak, cevabımız nasıl olur acaba: 

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’dan, bizim gönlümüzde ve hayatımızda ne ve ne kadar var? 

 

Vardır elbet, hem de çok şeyler vardır muhakkak. Bir diğer soru da şu: 

 

Rasûlullah -aleyhisselâm- ve ashâbına kucak açan Medine müslümanları, hangi cihanşümul mesajı veriyorlar bize? O’nun o âlemşümul mesajını alabiliyor muyuz acaba?

 

Her şeyi yaratan Allâh’ın lutfudur bu, Allâh’ın Rasûlü’dür O. Rasûlullâh’ın yetiştirdiği sahâbîlerdir onlar. Rasûlullah, her zaman ve her yerde en güzel örneğimizdir.

 

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…