Mesnevî’den Beyitler -23- AŞKIMIZ OLSUN

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

 

Bizim sevdamız güzel aşk, şâd ol, / Ey bizim bütün illetimizin hekimi! 

 

Mevlânâ Hazretleri bu beyitte, nefsin bütün illetlerinin devâsını aşk olarak görmektedir. Çünkü kişi yüreğindeki kulluk aşkı ile, ibâdetlerinde ve tâatinde devamlı olacaktır. Bu yüzden de rûhânî ve ahlâkî bütün hastalıklarımızın hekimi aşktır.

 

Nefsin temizlenmeyen kötü huyları mevcuttur. Bunlar kişiyi cehennemin kapısına götürür. Cehennemin 7 kapısına denk gelen nefsin 7 kötü hastalığı vardır:

 

Ucub: Kişinin, kendini büyük görmesi.

 

Kibir: Kişinin, kendini üstün görmesi ve bu duyguyla başkalarını aşağılayıcı davranışlarda bulunması.

 

Riyâ: İtibar kazanma, çıkar sağlama gibi maksatlarla; kendini halka beğendirmek için uğraşmak.

 

Gadab: Aşırı derecede öfkelenmek, kızmak. 

 

Haset: Başkasının sahip olduğu maddî veya mânevî imkânları kıskanarak, bundan mahrum kalmasını istemek.

 

Hubb-i mal: Mal sevgisi.

 

Hubb-i câh: Makam sevgisi.

 

Kişi bu kötü hasletlerden temizlenmedikçe, benlik duvarını yıkamaz. Bütün bu kötü hastalıkların sebebi, kişinin; «ben» demesidir. Allâh’ın Kibriyâ sıfatı, ortaklığı kabul etmez. Kişi «ben»i yani, «nefsin bu hastalığı» ile Allah’tan uzaklaşır.

 

Enâniyet ve benlik kişinin kalbini kapladığı zaman, hidâyete götüren yolları idrâk edemez. Rabbini gereği gibi tanıyamaz, kulluk yapamaz ve nefsini ilâh edinir. Allah Teâlâ, insanın acziyetini ve hiçliğini idrâk etmesini ve Rab olarak kendisini tanımasını ister. Kişinin acziyetini fark edip Rabbine yakınlaşmasına örnek olarak Hazret-i Abbâs’ın İslâmiyet ile şeref bulmasını nakledelim:

 

Bedir Savaşı yapılmış, kazanılan harpte esirler alınmıştı. Alınan esirlerin arasında Peygamber Efendimiz’in amcası Hazret-i Abbâs ve yeğeni Âkil İbn-i Ebû Tâlib de bulunuyordu. Müslümanlar alınan esirlere ne yapılacağına karar vermemişti. Hazret-i Abbâs daha müslüman olmamıştı ve esirdi. İnsan nefsinin yaşayabileceği en zor anlardan birini yaşıyordu. Kişi, âcizliğini en çok böylesi zamanlarda hisseder. Ayrıca hakkında verilecek hükmü bilmemenin korkusu da vardır. Kurtuluş ümidinden yoksundur. Öleceğinden veya yaşayacağından bile emin olamaz. «Fîhi Mâ Fîh»te Mevlânâ Hazretleri;

 

“Peygamberimiz -aleyhisselâm- onlara şöyle bir baktı ve güldü.” diye yazar.

 

Mesnevî’de ise bu ânı şöyle tasvir eder:

 

“–Sanmayın ki sizin zincirlerinize güldüm. Sizi bukağılarla gönül bahçesine çekişime güldüm.” (Mesnevî, 3/4471)

 

Hâdisenin kalanını Fîhi Mâ Fîh’ten dinleyelim:

 

“Esirler bunun üzerine kendi kendilerine ve birbirlerine şöyle dediler: 

 

«–Gördünüz işte, insânî zaaflar O’nda da var, olduğu gibi duruyor. Kendinde o zaafların olmadığı iddiası artık temelsiz. Şimdi bize bakıyor, bizi bu zincirler ve bukağılar içinde tutsaklar olarak görüyor da sevincinden uçuyor.»” (Fîhi Mâ Fîh) 

 

Peygamber Efendimiz -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem-’in kalbi kötü hastalıklardan temizlenmişti ve son derece merhametliydi. Raûf ve Rahîm oluşu Kur’ân-ı Kerim’de şu âyet-i kerîmede beyan edilmişti:

 

“Andolsun ki size kendinizden bir Peygamber gelmiştir. Sizin sıkıntıya uğramanız kendisine çok ağır gelir, sizin üzerinize çok düşkündür. Mü’minlere Raûf ve Rahîm’dir.” (et-Tevbe, 128)

 

Peygamberimiz -aleyhisselâm- onların kalbinden geçeni anladı. Dedi ki: 

 

“–Yo hayır! Gülüyorsam düşmanlarım yenildiği veya sizlerin çaresiz olduğunuzu gördüğümden değil… Gülüyorum; çünkü ben kalp gözümle bir grup insanı ateşten, cehennemden ve kara dumandan çekip aldığımı, zincirleri ve bukağılarıyla onları cennete ve ebedî gül bahçesine sürükleyip götürdüğümü görüyorum… Sizde ise bunu görüp kavrayacak gönül gözü yok.” (Fîhi Mâ Fîh) (Kıssanın hadis kaynağı: Buhârî, Cihâd, 144; bkz. Ebû Dâvûd, Cihâd, 114)

 

Hazret-i Abbâs, İslâm’a karşı yürüttüğü mücadelesinin savaşında esir düşmüştü. Nefsinin hilelerine aldanmıştı. Esâretten kurtulabilmek için, savaşa çıkarken aldığı sekiz yüz dirhemin kendi fidyesi sayılmasını istedi. Efendimiz bunu kabul etmedi;

 

“–Aleyhimize olmak üzere yanına alıp çıktığın bir şeyi sana veremem.” buyurdu. Ayrıca akrabalık bağını hiçe saydığı için; onu, kendisi için diğerlerinden fazla yüz ukiyye vermekle mükellef tuttu. Hazret-i Abbâs bunu veremeyeceğini ifade edince Allah Rasûlü; 

 

“–Mekkeden çıkarken (zevcen) Ümmü’l-Fadl’a teslim ettiğin ve; 

 

«–Başıma ne geleceğini bilmiyorum. Bana bir şey olursa bu, senin, Abdullah Fadl ve Kusem’indir.» dediğin altınlar nerede?” buyurdu. 

 

Hazret-i Abbâs;

 

“–Sen bunları nereden biliyorsun?” diye sordu. 

 

Efendimiz;

 

“–Rabbim haber verdi!” diye cevap verdi.

 

Bunun üzerine Hazret-i Abbâs;

 

“–Şahâdet ederim ki; Sen sâdıksın, doğrusun ve Allah’tan başka ilâh yoktur. Sen de Allâh’ın Rasûlü’sün, Allâh’a yemin olsun ki buna Allah’tan başka kimse muttalî olmamıştı. Ben onu kendisine gece karanlığında teslim etmiştim.” dedi. (İbn-i Sa‘d, IV, 15)

 

Efendimiz’in amcası, bu hâdise ile nefsinin esâretinden kurtuluyor ve müslüman olma bahtiyarlığını yaşıyordu. Bu vâkıa üzerine şu âyet-i kerîmenin nâzil olduğu rivâyet edilir: 

 

“Ey Peygamber! Elinizde bulunan esirlere de ki: 

 

«–Allah sizin gönlünüzde bir hayır olduğunu bilirse, sizden alınandan daha iyisini size verir ve sizi bağışlar.»” (el-Enfâl, 70) 

 

Kişinin gönlündeki benlik duvarı yıkıldığı zaman, kişiyi hidâyete götüren yollar açılır. Eğer gönlünde ihlâs ve samimiyet yeşerirse, Allah asla va‘dinden dönmez ve daha fazlasını verir. Çünkü Kerîm olan va‘dinden dönmez. 

 

İblise ebedî cehennem kapısını açan «ben» demesi ve «kibirlenmesi»ydi. Âdem -aleyhisselâm-’a secde etmesi emredildiğinde; 

 

«–Ben ondan üstünüm.» dedi. Oysa Rabbimiz, kimin üstün ve fazîletli olduğunu sormamıştı. Kimin, nasıl yaratıldığını da sormadığı hâlde, İblis itaatsizliğini sürdürmüş; 

 

«–Ben ateşten yaratıldım, o ise topraktan yaratıldı.» diyerek kibrine devam etmişti. Bunun neticesi olarak da aşağıların aşağısına dûçâr oldu. Gazab-ı ilâhî îcâbı ebedî cehennemi yer edindi. 

 

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocamız ebedî cenneti kazanabilmek için bu hususu şöyle ifade etmişlerdir:

 

Kibir, gurur ve benlik iddiası peşinde olanlar; Allah yolunda kendi geçici benlik ve nefislerinden eriyip sâfî ruh olmadıkça, vahdet cennetine girmeye hak kazanamazlar.” 

 

Hiçliğini ve âcizliğini idrâk edip vahdet cennetine girebilen kullar olabilmemiz niyâzı ve duâsı ile… Yazımızı, Yûnus Emre Hazretleri’nin şu mısralarını terennüm ederek bitirelim:

 

Ben benliğimden geçtim, 

Gözüm hicâbın açtım, 

Dost vaslına eriştim;

Gümanım yağma olsun!