DÜNYADA ÂHİRETE ÇALIŞMAK

Sami GÖKSÜN

 

Gözümüzü açıp yeryüzüne baktığımız zaman her yerde bir hareket ve faaliyet görürüz. Gökyüzünde bulunan bütün cisimler; güneş, ay ve yıldızlar gibi her cisim hareket hâlindedir. Yeryüzüne baktığımızda da yağan yağmurlardan oluşan seller, dalgalanan deniz ve toprakla bütünleşen her canlı hareket hâlindedir.

 

Hâl böyleyken, yaratılmışların en değerlisi olan insan, bu hareketlilik karşısında kayıtsız kalamaz, kalmamalı ve çalışmak mecburiyeti duymalıdır. 

 

İnsan, dünyası için de çalışacak âhireti için de çalışıp hazırlık yapacaktır. Çünkü dünya vasıta, âhiret ise gaye olmalıdır. Mademki gaye âhirettir; o zaman dünya çalışmasında âhiretini unutmayacak ve ilâhî ölçüyü kaçırmayacaktır. Daima Kur’ân-ı Kerîm’in içinde kalacak, dışında olmayacaktır. 

 

Bazı insanlar âhiretin gaye olduğunu unutuyor, çalışmayı gaye hâline getiriyorlar. Sadece dünya için çalışan, mânâsını kaybeden bir hayata sürüklenen insan; dünyası uğruna âhiretini hebâ etmiş, ibâdetleri bırakıp gayeyi vasıtaya hebâ etmiş olur.

 

Hâlbuki yaşayan her insan, hayâtî ihtiyaçlarını temin ve âhiretin tarlası olan dünyasını kazanmak mecburiyeti duymaktadır. Fakat bu çalışmasında dikkat edeceği en büyük husus, aşırıya kaçıp dünyevîleşerek hırs denen mânevî hastalığın pençesine düşmemeye özen göstermektir. Dünyevî hırs, basit bir şeyin elde edilmesine aşırı düşkünlük göstermek ve kalbini ihtirasların peşine takmaktır. Hırs, dünyevî hevâ ve heveslere çok fazla meyletmeye sebep olur.

 

Ukbe bin Âmir -radıyallâhu anh- anlatıyor:

 

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Uhud Savaşı’ndan sekiz sene sonra (sanki ölü ve diri herkese vedâ ediyormuş gibi) Uhud’da şehîd olanlara duâ ettikten sonra minbere çıktı ve şöyle hitap etti:

 

«Ben; Allâh’a şirk koşmanızdan değil, dünya malına dalıp âhireti unutmanızdan korkuyorum.»” (Bkz. Buhârî, Cenâiz, 73; Müslim, Fedâil, 31)

 

Aslında dînimiz İslâm, dünyada çalışmaya teşvik etmiştir. Çalışmanın ibâdet olduğunu kabul eden din, yine dînimiz İslâm’dır. Hemen ölecekmiş gibi âhiret için, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışmalıdır. Ancak kazancın helâlden olmasına dikkat gösterilmelidir.

 

Güzel dînimiz; paraya kul olmayı ve ona taparcasına bağlanmayı yasak kılmıştır. Çünkü dünyaya ve dünyalıklara aşırı bağlanmanın insanı helâke götüreceği bir gerçektir. 

 

Hâlbuki; 

 

İnsan; dünyayı kalbine sızdırmaz, elinde tutarsa, ondan vasıta olarak faydalanırsa, malı arttıkça şükrünü artırıp ibâdetine devam ederse, bu dünyalık kötü olmaz; bilâkis gaye olan âhiret için hayırlı bir yatırım olur. Bu noktada yüce Rabbimiz Kur’ân’da şöyle buyurur:

 

“Allâh’ın sana verdiği maldan harcayıp âhiret yurdunu ara, dünyadan nasibini de unutma. Allâh’ın sana ihsân ettiği gibi sen de (insanlara sadaka vererek) ihsanda bulun. Yeryüzünde fesat çıkarma. Çünkü Allah fesatçıları sevmez.” (el-Kasas, 77)

 

Görülüyor ki Allah Teâlâ; ihsân ettiği şeylerde âhiret yurdumuzu aramamızı emredip, dikkatimizi; «Dünyadan nasibini unutma!» emri ile çekmekte; fakat bunu yaparken âhireti de asla unutmamızı emretmektedir. Çünkü dünyaya aşırı bağlanarak dünyevîleşen insanın, hırs denen kötü bir hastalığa yakalanacağını unutmamalıdır. Hırs, zillet kapısının anahtarıdır. Dünya hırsı, insanın helâk olmasına vesile olur. İnsan, dünya için çalışırken dünya ve âhiret dengesine son derece dikkat etmelidir.

 

Amr bin Avf el-Eş‘ârî -radıyallâhu anh- anlatıyor:

 

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-Ebû Ubeyde bin Cerrah -radıyallâhu anh-’ı cizye toplamak için Bahreyn’e gönderdi. Ebû Ubeyde cizyeyi toplayıp Medine’ye geldi. Ensar, Ebû Ubeyde’nin geldiğini duyunca Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile beraber sabah namazını kıldılar ve namazı bitirip de mescidden çıkınca, O’nun yolu üzerinde bekleyip bir şeyler vermesini îmâ ettiler. Peygamberimiz onları bu vaziyette görünce tebessüm etti ve;

 

«−Ebû Ubeyde’nin Bahreyn’den getirdiğinin haberini aldığınızı zannediyorum.» buyurdu.

 

Ensar;

 

«−Evet yâ Rasûlâllah.» dediler.

 

O zaman Peygamber Efendimiz;

 

«−Öyleyse müjde! Sizi sevindirecek şeyi alacaksınız. 

 

(Fakat) aslında ben sizin fakir düşmenizden korkmuyorum. Zenginleşip dünya malına aldanmanızdan ve helâk olmanızdan korkuyorum. Nitekim sizden öncekiler dünya malına aldandılar ve helâk oldular.» (Buhârî, Rikāk, 7; Müslim, Zühd, 6)

 

Hulâsa:

 

İnsan, dünyası için de çalışmalı, fakat âhiretini unutmamalıdır. Çünkü ebedî mutluluk, insan için en büyük gayedir. Dünyaya aşırı düşkünlükten kaçınılmalıdır. Allah Rasûlü ve ashâbının hayat tarzları örnek alınmalıdır. En önemlisi de insan, dünya hayatının sonunun ölümle neticeleneceğini aklından hiç çıkarmamalıdır. O büyük hesap gününe hazırlıklı olmalı, Rabbimiz’in huzûrunda mahcup olmamak için tedbir almalıdır. Bu tedbirin en mühim unsuru, dünya ve dünyalıklara aşırı bağlanmamak ve âhiret için hazırlanmayı unutmamaktır.

 

Rabbim dünyevîleşerek hırsa kapılmamayı, âhireti için hazırlık yapıp, hazırlıklı olarak vuslata ulaşabilmeyi bizlere nasip eylesin. Âmîn…