CENÂB-I HAK İLE DOSTLUK

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

İnsan hayatı.

 

Yığın yığın dostlarla dolu bir hayat. 

 

Başka türlü yaşamak zaten mümkün olmaz.

 

Ancak;

 

Kim dost, kim düşman?

 

Bunu çözmek, mümkün olmasına rağmen imkânsız gibi müşkil. 

 

Çünkü,

 

Nice dostluklar var:

 

Sadece aklı kendisine bend ediyor. Onu hârikalık vaatleriyle köreltiyor. Vazgeçilmez mantıklar üzerinde aklın elini-kolunu bağlıyor. Bunu da hürriyet ve özgürlük saltanatı zannettiriyor.

 

Nice dostluklar var;

 

Gönülden gönle türlü bağlar ve kablolar döşüyor. Görünmez alışverişler etrafında hâlden hâle, şekilden şekle bürünüyor.

 

Nice dostluklar var;

 

Nefisleri hayran ve âşık eden türlü câzibeler, alâkalar, keyifler ve zevkler etrafında dalga dalga kuşatıyor insanı.

 

Nice dostluklar var;

 

Menfaatler ve bencillikler üzerine kurulmuş. Egoizmin cirit attığı bir varlığa döndürüyor insanoğlunu.

 

Nice dostluklar var;

 

Düşmanlıkları gizleyen maskelerin en cilâlı çehreleriyle dolu.

 

Nice dostluklar var;

 

En acı felâketleri bile sanki en güzel saâdetmiş gibi gösteren tuzakların müthiş mıknatısları özelliğinde.

 

Nice dostluklar var;

 

Fânî dünyayı oyun ve eğlenceden ibaret gösterip kulların boynuna gaflet tasmalarını takarak onları cehennem azâbının tam ortasına sürükleyen aldanışlar, alkışlar ve sonra da çaresiz eyvahlar kumkuması.

 

Nice dostluklar var;

 

Şahsiyetlerden toplumlara dek sadece sömüren, tüketen ve yok eden vahşî duyguları, âdeta en sıcak ve en şefkatli hisler gibi dimağlara şırınga eden bir gaddarlığın övgüsü mâhiyetinde.

 

Nice dostluklar var;

 

Hiç bitmez sanılan gelgeç heveslerle fânî, yanıltıcı, kandırıcı ve en kötü şekilde son bulucu.

 

Hep böyle mi?

 

Değil.

 

Dostlukların «eyvah» dedirtenleri de; «elhamdülillâh» dedirtenleri de mevcut.

 

Nice dostluklar var;

 

En koyu çamurların girdabında bile daima saf, berrak ve tertemiz, hem de ebedî.

 

Nice dostluklar var;

 

İnsanı koruyan, muhafaza eden, kurtaran ve hayatı beşikten mezara kadar sadece ulvî güzelliklerle donatan.

 

Nice dostluklar var;

 

Kabirde dahî yalnız bırakmayan, incecik sırat köprüsünden de düşürmeyen, mîzan başında da mahcup etmeyen, mahşerin dehşeti ânında da şefkat ve şefaatle imdada koşan ve en sonunda cennetlerin ortasında Hazret-i Peygamber’le buluşturan.

 

Hâsılı,

 

Nice dostluklar var;

 

Allâh’ın sonsuz affına ve rahmetine mazhar eyleyen.

 

Bütün bunları görerek tefekkür ile idrâk etmeli ki:

 

İnsanların hayatını dolduran nice dostlukların menfî / olumsuz olanlarının tamamı sahte ve yalancı. Müsbet / olumlu olanlarının tamamı da gerçek ve doğru.

 

Birbirinden ayırt edebilmemizin temel ölçüsü;

 

Birinin şeytânî, diğerinin Rahmânî oluşu.

 

Şeytânî dostluk;

 

Kötülükler ve gafletler etrafında şekillenen kaynaşmalardır. Bu;

 

İblis ve ifritlerle dostluktur,

 

Nefs ile dostluktur,

 

Dünyaya dalmış gafillerle dostluktur.

 

Hepsinin neticesi de hazindir.

 

Rahmânî bir dostluk ise; 

 

Cenâb-ı Hak ile dostluktur,

 

Hazret-i Peygamber’le dostluktur,

 

Samimî ve ehl-i ibâdet mü’minlerle dostluktur.

 

Hepsinin neticesi de sonsuz rahmettir ve sürurdur.

 

Âyette buyurulur:

 

“Sizin dostunuz ancak; 

 

Allah’tır, 

 

O’nun Rasûlü’dür ve 

 

Mü’minlerdir, ki onlar;

 

–Namazı kılarlar, 

 

–Zekâtı verirler ve

 

–Allâh’ın emirlerine boyun eğerler.” (el-Mâide, 55)

 

Bu gerçeğin;

 

İsabetli bir şekilde idrâk edilmesi, insanın iki dünyasını da mâmûr eyler. Fakat bu hakikate yanlışlar karıştığı anda, fânîden bâkîye bütün bir hayat karmakarışık hâle döner. Bu sebeple Hazret-i Peygamber-sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle îkaz buyurmuştur:

 

“İnsan, dostunun dîni üzeredir / yaşayış tarzından etkilenir. O hâlde her biriniz dost edineceği kişiye dikkat etsin!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 16; Tirmizî, Zühd, 45)

 

Dikkat etmeyenlerin mahşer gününde nasıl bir âkıbete dûçâr oldukları ve oradaki faydasız dövünmeleri, âyet-i kerîmelerde ibretle anlatılır:

 

“O gün zâlim kimse, (pişmanlık ve çaresizlik içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir: 

 

–Ne olurdu ben de Peygamber’le beraber aynı yolu tutsaydım,

 

–Yazıklar olsun bana! 

 

–Keşke falanı / falancayı (bâtıl yolcusunu) dost edinmeseydim!

 

–Çünkü Kur’ân bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı.

 

Zaten şeytan, 

 

İnsanı (günah ve azap uçurumuna düşürdükten sonra) 

 

Yüzüstü bırakıp rezil rüsvay eder /

 

Yardımcısız bırakır.” (el-Furkān, 27-29)

 

“(Kötülere) uyanlar şöyle diyecekler: 

 

–Âh, keşke, 

 

–Bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, 

 

–Onların şimdi bizden uzaklaştıkları gibi 

 

–Biz de (dünyadayken) onlardan uzaklaşsaydık!” (el-Bakara, 167)

 

şeytan dostu kimse, 

 

En sonunda bize gelince, 

 

Arkadaşına diyecek ki: 

 

–Keşke benimle senin aranda 

 

–Doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı!

 

–Ne kötü arkadaşmışsın!” (ez-Zuhruf, 38)

 

Âhirette böyle diyecekler, fakat onlar bu dünyada inat üstüne inatla yanlış arkadaşlıklar ve dostluklarda ısrar edicilerdir. Ne nasihatten ne ibretten anlarlar. Kendilerini irşâd eden gönülleri bıktırırcasına gaflete sarılmayı severler. Onlar bu şekilde artık kalplerine mühür vurduracak bir noktaya gelmiş olurlarsa, o vakit ilâhî ferman, bir gazap ifadesidir:

 

“Bırak onları; 

 

Yesinler, (içsinler)

 

Eğlensinler ve 

 

Emelleri onları oyalayadursun! 

 

Yakında (kötü âkıbeti) bilecekler!” (el-Hicr, 3)

 

İşte o dem, nedâmet ve hasret içinde kıvranacaklar. Bin bir feryat içinde kahrolacaklar. Keşkelere boğulacaklar.

 

“Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün diyecekler ki: 

 

–Eyvah bize! 

 

–Keşke Allâh’a itaat etseydik, 

 

Peygamber’e itaat etseydik!” (el-Ahzâb, 66)

 

Bu dünyada anlamadıkları gerçeği orada anlayacaklar. Anlayacaklar ki, kıyâmete kalmış olan bu keşkelerin hiçbir faydası yok. Anlayacaklar ki;

 

 وَاللّٰهُ وَلِىُّ الْمُؤْمِن۪ينَ

 

“Allah mü’minlerin dostudur.” (Âl-i İmrân, 68)

 

Görecekler ki:

 

وَاللّٰهُ وَلِىُّ الْمُتَّق۪ينَ

 

“Allah, takvâ sahiplerinin dostudur.” (el-Câsiye, 19)

 

Açıkça şâhit olacaklar ki:

 

وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِىٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

 

“Zâlimlerin hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur.” (eş-Şûrâ, 8)

 

Çok mânidardır:

 

En büyük azaplardan biri de, yüce Allâh’ın insanı mahşerde dostsuz ve yardımcısız bırakmasıdır.

 

Malûm:

 

İnsan, tek başına bir hiç. Doğumundan ölümüne, vefâtından dirilişe, diriliş sonrası mahşerde sırattan mîzâna, mîzandan iki sonsuz neticeden birine gidişte daima bir başkasına muhtaç.

 

Muhtaç oluşunun en belirgin tezâhür ettiği safhalar âşikâr:

 

–Bebeklik yılları,

 

–Hastalıklar,

 

–Yokluklar,

 

–Yalnızlıklar,

 

–Âcizlikler,

 

–Aşırı ihtiyarlık,

 

–Hayatın sayısız ihtiyaçları,

 

–Âfetler, musîbetler ve felâketler…

 

Bütün bunlar, insanın tek başına altından kalkabileceği şeyler değil. Dünyada en güçlü zannedilen hükümdarlar bile kendilerine omuz veren sayısız insanın desteği ve yardımı neticesinde muktedir olurlar. Onlardaki güç, aslında onlara olan desteklerin toplamıdır. O desteklerden mahrum oldukları an, nice devâsâ isimler bile bir anda bir hiçe dönmüşlerdir.

 

Bu bakımdan,

 

İnsan her hâlükârda muhtaçtır, müstağnî ve müdânâsız yaşayabilecek bir varlık değildir.

 

Onun bu hâli;

 

Mahşer meydanında daha bir mühimdir. 

 

Çünkü;

 

İnsanın en muhtaç olduğu yer orasıdır. Öyle bir muhtaçlık olacak ki orada herkes feryat hâlinde; «Nefsî!.. Nefsî!..» diye haykıracak. Orada çünkü her insan, ya ebedî saâdet, ya ebedî felâketin eşiğindedir.

 

O eşik, en dehşetli eşik.

 

dehşette kendisini;

 

Felâketten kurtarıp da saâdete vesile olacak bir dostun kıymeti, her şeyden daha da değerli.

 

İşte o anda;

 

Dostsuz ve yardımcısız kalanların hâli ise cehennem kadar acı!

 

İbret:

 

Hayatı yaşarken nice bâdirelerde insana nice dostlar nasib edip de onu selâmete çıkaran yüce Allah, bu ömrü zâlimce yaşayanları o son eşikte dostlardan ve yardımcılardan mahrum edecek ve onları selâmete çıkarmayacak.

 

Nasıl ki;

 

Bir dağ başında bir tır devrilse, şoförünün sadece ayağı tırın altında kalmış olup vücudu sapsağlam olsa, neticede onun vaziyeti ne olur? Hiç şüphesiz ki, şayet yardım edecek bir kimse denk gelirse, kurtulur. Fakat yardım edecek hiçbir kimse denk gelmezse, vücudunun sapasağlam olmasına rağmen gün geçtikçe tâkati kesilir ve nihayet ölüp gider. Böyle bir ölümü duyan kimseler ne kadar mahvolur. Hani olmayacak şekilde vefât etmiş olması, bir başka üzer insanı. Yani ölecek vaziyette olmamasına ve kurtulması her bakımdan mümkün olmasına rağmen ölmesi, bir başka dokunur.

 

İşte yardımcısız kalan insanın vaziyeti!

 

Ne kadar ibretli!

 

Kahredici!

 

Eyvahlara boğucu!

 

Bunun;

 

Mahşer gününde yaşanması, başlı başına bir kahr-ı ilâhî. Azâbın bir başka çeşidi. Bu kahroluşla cehennem azâbına dûçâr olmak, ne dayanılmaz kötü bir âkıbet!

 

Demek ki;

 

Bütün gerçek dostlar ve asıl yardımcılar, ancak ve ancak yegâne dost olan, yegâne Mevlâ olan Hazret-i Allâh’ın lutfundan başka bir şey değil.

 

Eğer bir kimse, bu hakikate gafil kalıp da şu kısacık ömürde Allâh’a dost olarak yaşamak yerine O’na bîgâne bir ömür sürerse, nihayetinde dostsuz ve yardımcısız kalmanın ebedî azâbında hüsrana uğrar.

 

Dolayısıyla;

 

İnsan, her meselede, her şeyde Cenâb-ı Hak ile ebedî bir dostluk ekseninde yaşamalıdır. Kurduğu bütün dostluklar, mutlaka yegâne yaratıcının dostluğuna muvâfık olmalıdır. Unutmamalı ki, o kudrete aykırı bir dostluk, insan için zerre kadar bile avantaj değil, yalnızca ebedî bir eyvah ve perişanlıktır.

 

O eyvaha ve perişanlığa düşenleri bizzat Cenâb-ı Hak, îkaz buyurur:

 

“Yoksa onlar; 

 

Allah’tan başka dostlar mı edindiler? 

 

Hâlbuki;

 

Allah, O gerçek dost. 

 

O’dur, ölüleri dirilten,

 

O’dur, her şeye hakkıyla gücü yeten.” (eş-Şûrâ, 9)

 

O gerçek dost olan Allâh’a dost olanlar hakkında Kur’ân-ı Kerim, evliyâullah ifadesini kullanır ve onların mazhariyetlerini bilhassa beyan eder:

 

“Bilesiniz ki;

 

Allâh’ın dostlarına hiçbir korku yoktur; 

 

Onlar üzülmeyecekler de.

 

Onlar ki;

 

Îmân etmiş ve

 

Takvâya sarılmış kimselerdir.

 

(Bu itibarla)

 

Dünya hayatında da, âhirette de 

 

Onlar için müjde vardır. 

 

(Yine bilesiniz ki)

 

Allâh’ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. 

 

İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.” (Yûnus, 62-64)

 

Ne mutlu ancak Cenâb-ı Hakk’a ve O’nun sevdiklerine dost olabilenlere!

 

Yâ Rab,

 

Nasîb et!

 

Âmîn…