DİJİTAL ÇAĞDA MÜSLÜMANCA YAŞAYABİLMEK ve MÜSLÜMANCA ÖLEBİLMEK

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

BİR HADİS:

 

عَنْ أَب۪ي ذَرٍّ جُنْدَبِ بْنِ جُنَادَةَ، وَأَب۪ي عَبْدِ الرَّحْمٰنِ مُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ، رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا، عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، قَالَ ‏:‏

 

« اِتَّقِ اللّٰهَ حَـيْثُمَا كُنْتَ وَأَتْبِـعِ السَّـيِّـئَةَ الْحَسَنَةَ تَمْحُهَا وَخَالِقِ النَّاسَ بِخُلُقٍ حَسَنٍ‏ »

 

Ebû Zer Cündeb bin Cünâde ve Ebû Abdurrahmân Muâz bin Cebel -radıyallâhu anhümâ-’dan rivâyet edildiğine göre, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: 

 

“Nerede olursan ol, Allâh’a karşı gelmekten sakın! 

 

-Yaptığın kötülüğün arkasından hemen bir iyilik yap ki, bu onu yok etsin. 

 

-İnsanlara da güzel ahlâka uygun biçimde davran!” (Tirmizî, Birr, 55)

 

BİR MESAJ: 

 

“Nerede ve hangi çağda yaşarsan yaşa, yüce Allâh’a kulluk şuuru içerisinde bir hayat yaşa!” 

 

 

“Nerede olursa olsun, Allah Teâlâ’nın yanında olduğunu bilmesi, kişinin îmânının üstünlüğünden kaynaklanır.” (Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, I, 470)

 

 

 

Tarih öncesi çağlar, tarih sonrası çağlar derken, 18. ve 19. asırlarda yaşanan sanayi çağından sonra yeni bir çağa adım atılmış, hayatımızın her alanında tesiri olan hızlı değişimler yaşanmıştır. Dijital çağ denilen bu çağda müslüman nasıl bir tavır takınmalı? Başta îmânını muhafaza ederek, değerleriyle birlikte nasıl bir hayat yaşamalı? En mühimi, son nefesini îmân üzere verebilecek şekilde nasıl yaşamalı?

Bu ve buna benzer sorular; bu zamanda yaşayan her mü’minin sorması lüzum eden, onun dünya ve âhiret hayatı için ehemmiyet arz eden sorulardır.

Şu bir hakikat ki her müslüman için; hangi zaman ve mekânda yaşarsa yaşasın, müslüman olarak yaşayabilmesi ve müslüman olarak rûhunu teslim edebilmesi çok mühim bir husustur.

Evet, modern zamanlarla birlikte birçok şey değişti ama değişmeyen bir şey var: O da Âlemlerin Rabbi Allah -celle celâlühû-’ya kulluktur. Kulluk, bizim yaratılış sebebimizdir. 

 

Âyet-i kerîmede şöyle buyuruluyor:

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ

 

“Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 51/56)

 

Bu bakımdan; her dâim, O’na kulluk şuuru içerisinde yaşamamız gerekiyor. Zira hangi çağda, nerede yaşarsak yaşayalım; O; her dâim bizi görüyor, yapıp ettiklerimizden haberdar, kalbimizden geçen sesleri bile işitiyor. O, her dâim bizimle…

 

Yine Rabbimiz âyet-i kerîmede şöyle buyuruyor:

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

 

“Nerede olursanız olun; O, sizinle beraberdir.” (el-Hadîd, 57/4)

 

Bir gün Rasûl-i Ekrem Efendimiz ashâbıyla birlikte otururken, içlerinden biri;

“–Kişinin nefsini tezkiye etmesi ne demektir, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sordu.

Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdu:

“–Kişinin nerede olursa olsun, Allâh’ın kendisiyle beraber olduğunu bilmesidir.” (Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, III, 187)

Onun için; nerede olursak olalım, hangi çağda yaşarsak yaşayalım, Allah -celle celâlühû-’nun
her dâim bizimle beraber olduğunu, her an bizi gördüğünü hissederek yaşamamız gerekmektedir.

Çünkü gerçekten Allah, üzerimizde gözetleyicidir. (en-Nisâ, 4/1)

 

Şunu hatırdan çıkarmayalım ki; biz O’nu göremiyorsak bile, O, bizi görüyor. Buna ihsan ve murâkabe hâlinde yaşamak diyebiliriz. Bu şekilde yaşamasının, mü’minin îmânı ile de alâkası vardır.

Nitekim sevgili Peygamberimiz bir hadîs-i şeriflerinde bu mânâyı te’yid etmek üzere şöyle buyurmaktadır:

“Nerede olursa olsun; Allah Teâlâ’nın yanında olduğunu bilmesi, kişinin îmânının üstünlüğünden kaynaklanır.” (Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, I, 470)

Bu bakımdan zamanın getirdiği değişimler, bizi değiştirmemeli. Her dâim âlemlerin Rabbi olan Allâh’a kulluk şuuru içerisinde bir hayat yaşamak için gayret göstermemiz, îmânımızı muhafaza etmemiz lüzum etmektedir.

Hakikatte sadece modern zamanlarda değil her çağda îmânı muhafaza etmek zor olmuştur. Geçmiş devirlerde yaşamış olan ümmetlerden öyle îmân erleri vardı ki; kimi arslanlara yem oldu, kimi içi ateş dolu uzun ve derin çukurlara atıldı ama asla îmanlarından dönmediler, îmanlarını muhafaza etmiş şekilde ruhlarını teslim ettiler.

İşte Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e ilk îmân edenlerden olan Bilâl-i Habeşî Hazretleri

Bilâl -radıyallâhu anh-, müşrik Ümeyye bin Halef’in kölesiydi. Müslümanlığı kabul ettiğini öğrenince; Ümeyye, onu inandığı dâvâsından döndürebilmek için, günlerce eziyet ve işkenceye tâbî tuttu. Yetmedi… Mekke’nin o çöl sıcağında, güneşin kavurucu sıcağının olduğu bir günde, adamlarıyla birlikte Hazret-i Bilâl’i çöle götürdü. O nur yüzlü Bilâl’imizi kızgın kuma yatırdılar. Karnına iki kişinin zor taşıyabildiği bir kaya parçasını koydular.

O hâldeyken zâlim Ümeyye bin Halef, Hazret-i Bilâl’e şöyle seslendi:

“–Muhammed’i inkâr et ve Uzzâ’ya îmân et! Yoksa bunlara îmân edinceye kadar böyle kalacaksın.”

Hazret-i Bilâl’in sırtı güneşten yanmıştı, karnında da kocaman bir kaya parçası vardı. Mırıldanır gibi ağzını açınca, Ümeyye bir an dâvâsından vazgeçip tanrılarına inanacak diye ümitlenmişti. Hazret-i Bilâl’in ağzından kelimeler güçlükle çıkıyordu. O hâldeyken ağzından çıkan kelimeler;

“–Ehad!.. Ehad!.. Ehad!.. (Allah bir!.. Allah bir!.. Allah bir!..)” oldu. (Ahmed, I, 404)

Ne mutlu ki, cennet hasretle onları bekliyor; zâlimler için ise yaşasın cehennem

 

Yaşadığımız dünyada birçok şey değişmiş olabilir, ama; dürüstlük, saygı, sevgi, mes’ûliyet sahibi olmak gibi hasletler, kadîm medeniyetimizin esasları olarak karşımızda canlı bir şekilde durmaktadır. Ne kadar birçok şey değişse bile; yardımlaşma, doğruluk, nezâket, temizlik gibi ahlâkî esasları yaşatabiliriz.

Dijital çağda yaşayan mü’minleri bekleyen ve onların kulluklarını zedeleyen bir husus da sosyal medya günahlarıdırBaşta gıybetiftira olmak üzere işlenen bu günahlardan, normal zamanlarda nasıl kaçınılıyorsa, dijital ortamlarda da aynı şekilde kaçınılmalıdır. Mü’min olmanın gereği budur.

Dijital çağda mü’min, Kur’ân ve Sünnet rehberliğinde bir hayat yaşamaya gayret göstermelidir. Meselâ sosyal medyada çıkan haberler konusunda ihtiyatlı hareket etmeli ve Kur’ân’ın şu sesine kulak vermelidir:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَاٍ فَتَبَيَّنُٓوا اَنْ تُص۪يبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ 

 

“Ey îmân edenler! Size, (hiçbir endişe ve iç burkulması duymadan dînin emir ve yasaklarını açıktan açığa çiğneyebilen ve yalana aldırmayan) bir kimse önemli bir haber getirecek olursa, bunun doğru olup olmadığını iyice araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa karşı haksız bir saldırıda bulunur, sonra da yaptığınıza pişman olursunuz!” (el-Hucurât, 49/6)

Bu bakımdan dijital çağda yaşayan bir mü’min, kendisine bir dijital ahlâk geliştirip, sosyal medya günahlarından sakınmaya çalışmalıdır

 

Hangi devir olursa olsun; hakikatte dünya, insana hep câzip gelmiştir. Bu hakikati Allah Teâlâ şöyle dile getirir:

“Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler, insana süslü gösterildi. 

 

Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. 

 

Hâlbuki asıl varılacak güzel yer, ancak Allâh’ın katındadır.” (Âl-i İmrân, 3/14)

 

Birçok şey değişse bile değişmeyen bir gerçeklik daha vardır ki, o da ölüm gerçeğidir. Zira nerede ve hangi çağda yaşarsak yaşayalım; bir gün gelecek, bu canı sahibine teslim edeceğiz ve bütün yaptıklarımızdan hesaba çekileceğiz.

Tam bu noktada müslüman olarak yaşayıp müslüman olarak can vermek ne büyük bir nimettir. Zira bu zamanda müslüman olarak yaşamak zor olduğu gibi, müslüman olarak can verebilmek de zordur.

Onun için sık sık Hazret-i Yûsuf’un duâsı gibi niyaz etmeliyiz:

 

تَوَفَّن۪ي مُسْلِماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ

 

(Allâh’ım!) Benim canımı müslüman olarak al ve beni sâlih kulların arasına kat!” (Yûsuf, 12/101)

 

Ancak unutmayalım ki; nasıl yaşarsak öyle ölürüz, nasıl ölürsek öyle diriliriz.

 

Bu bakımdan nerede ve hangi çağda yaşarsak yaşayalım; değerlerimizle birlikte, her an Allah beni görüyor şuuru içerisinde bir hayat yaşamaya çalışmalı ve en sonunda müslüman olarak canımızı vermek için gayret göstermeliyiz.

Mü’min, gerçekten zorlu bir imtihan ile karşı karşıyadır. Nitekim Sevgili Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki; dîninin îcaplarını yerine getirme konusunda sabırlı/dirençli davranıp müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır.” (Tirmizî, Fiten, 73)

 

Ne mutlu, hangi çağda yaşarsa yaşasın, müslüman olarak yaşayıp müslüman olarak rûhunu teslim edebilenlere…

 

Rabbimiz, müslümanca yaşayabilmeyi ve rûhumuzu müslüman olarak teslim edebilmeyi cümlemize nasip ve müyesser eylesin!

 

Âmîn…