HER HÂLÜKÂRDA NAMAZ

Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM

Namaz, îmânın kardeşi…

Ferdî ibâdetlerin zirvesi…

Âhirette hesap sorulacak ilk amel…

Namaz, huzûr-i kalp ve huşû ile kılındıkça kötülüklerden, çirkinliklerden bizi alıkoyacak bir kalkan aynı zamanda.

Beş vakit namaz; mevkût, yani vakte bağlı bir farz.

Namaz; farz beş vaktin dışında nâfilelerle de Allâh’a yaklaşma, O’ndan yardım isteme vesilesidir. Cenâb-ı Allah ile mülâkat, münâcât, husûsî bir buluşmadır.

Farz namaz; muhafaza edilmesi gereken, devamlılık içinde korunması gereken bir ibâdet. Hanımların husûsî durumu hâriç, hiçbir zaman tatile girmeyen, fâsılası olmayan dâimî bir vazife…

Bu sebeple, namazın kılınışında, güzel dînimiz; çeşitli hastalıklar, ortopedik rahatsızlıklarda kolaylıklar sağlıyor.

Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm- Efendimiz; bir hastayı ziyarete gittiğinde hastanın secdeye gidemediğini, secdeye gidemediği için de bir yastığı secde yapmak üzere alnına yaklaştırdığını ve o yastığa secde ettiğini görüyor. Efendimiz -aleyhisselâm- o yastığı atıyor. Ve şu net mesajı veriyor:

“Kılabiliyorsan ayakta namazını kıl!

Ayakta kılamıyorsan oturarak kıl!

Oturarak kılamıyorsan îmâ ile kıl!” (Buhârî, Taksîru’s-salât, 19)

Demek ki üç çeşit namaz var:

•Ayakta namaz: Bildiğimiz bütün rükünleriyle kılınan namaz.

•Oturarak Kılınan Namaz: Buraya dikkat. Namazın rükünlerinden olan «kıyam» yani ayakta durma vazifesini; tansiyonu düşen, ayakta durmakta zorlanan yaşlı ve hastaların terk etmesine izin verilmiştir. Böyle bir kişi, diz üstü veya bağdaş kurup oturarak namazını kılar. Rükûu oturduğu yerde kısmen eğilerek edâ eder. Secdeye gücü yettiği için secdeyi tam olarak edâ eder.

Secdeye gücü yeten kişi, ya ayakta ya oturarak namazını kılacak. Îmâ ile yetinmesi doğru olmaz. Ancak secdeye gücü yetmeyenlere îmâ yolu açık:

•Îmâ ile Kılınan Namaz: Bazı kişilerin ise, secde yapmaya gücü yetmiyor. Secdeye gitse orada kalıyor, kalkamıyor. Belini yahut dizini bükemiyor. Bunlar ise îmâ ile namaz kılıyorlar. Bunlar yerde oturuyor diye, kıldıkları namaz «oturarak kılınan namaz» olmuyor. Önemli olan, secdedir. Secdeyi îmâ ile edâ ediyorsa, bu namaz îmâ ile kılınmıştır. İster oturuyor ister yatıyor olsunlar, böyle namaza «Îmâ ile Namaz Kılmak» diyoruz. Bunlar rükûyu başlarıyla bir miktar eğilerek, secdeleri de, rükûdan daha fazla olmak şartıyla yine başlarıyla bir miktar eğilmek sûretiyle edâ ediyorlar.

Husûsî bir durum daha:

Kıyam ve Îmâ Bir Arada:

Bazı ortopedik rahatsızlıklarda, kişi dizini bükemediği için, mûtat ka‘de / oturuş ve secdeye güç yetiremiyor. Bu sebeple, sandalye veya tabure gibi yüksek bir yere oturursa rahat ediyor. Fakat bu kişi kıyamda yani ayakta durabiliyor. En azından namaza kıyamda başlayabiliyor. Hattâ rükû da yapabiliyor. Fakat bu kişi, secdeleri îmâ ile yapacak.

Bu durumda olan kişilere; «İllâ yere oturacaksın!» diye ısrar edenler oluyor. Bu ısrar doğru değil. Bu kişileri düz yere oturmaya zorlamak; kıyam ve rükûu tam olarak gerçekleştirebildiği hâlde, bu rükünlerden onları mahrum etmek olur.

Bu kişinin namazı zaten «Îmâ ile Namaz» sınıfında. Oturduğu yerin düz yer olmasıyla, yüksekçe bir yer olmasında fark yok. Bu kişilerin dizlerinde ortopedik rahatsızlık olduğu için; ayakta başladıkları namazın ilk rekâtinde yere otururlarsa, tekrar kalkamıyorlar, fakat sandalye, tabure cinsi yüksek bir yere otururlarsa, îmâ ile edâ etmek mecburiyetinde oldukları secdeden sonra tekrar ayağa kalkıp, müteâkip rekâtlerin kıyam ve rükûlarını hakkıyla edâ edebiliyorlar.

Dolayısıyla, bu kişilere;

“Dînimizde sandalyede namaz yoktur!” tarzında itirazlarda bulunmak doğru değildir.

“Zaruretler, kendi miktarlarıyla ölçülür.” prensibi sebebiyle, kişinin zarureti, hastalığı, engeli, hangi rüknü yerine getirmesine mâni oluyorsa, ne kadar engel oluyorsa, ona tanınacak ruhsat da o kadardır. Sadece secde edemiyor olduğu hâlde, o kişiyi, kādir olduğu kıyam ve rükûdan men etmek doğru olmaz.

Sıhhati elveren bir mü’min, elbette namazı kemâli üzere edâ etmeli. Hafif bir yorgunluk, basit bir diz ağrısı gibi mazeretlerle, kıyamdan vazgeçmek, rükû ve secdede îmâ ile iktifâ etmek, bir mü’minin vicdanına sığmaz. Bazen çoluk çocuk bile bu nevi ruhsatlara heves edebiliyor. Bazen; «Öyle de olur böyle de olur…» zannedip sandalyeye ilişiverenler oluyor.

Secde etme imkânı olduğu sürece; secdenin hazzını, tadını yaşamaya gayret edelim. Âlemlerin Rabbi, Allah Teâlâ’nın huzûrunda secdeye kapanmanın o muazzam lezzetine hep beraber varmaya çalışalım. Çünkü bir gün gelecek, hakikaten o lezzetten mahrum kalacak insan. Yani hasta olmasa bile ölümle mahrum kalacak. Bu dünya hayatının çilesine, kahrına sadece secdeden dolayı katlanılır. O secdenin hakkını vermeye gayret edelim. Cenâb-ı Allah kıldığımız namazlarımızı kabul eylesin. Bütün ibâdetlerimizi kabul eylesin.

Elbette bu ruhsatlardan istifade edebilmek için, insanın dayanılmaz bir acı raddesine gelmesi şart değildir. Mühim olan, ibâdet huzurunu bozmayacak derecede bir sıhhat ve afiyet seviyesini temin etmektir.

Mü’min; ızdıraplar içinde kıyamda durmaya, acılar içinde kıvranarak secde etmeye zorlanmaz, zorlanmamalıdır. Efendimiz’in bildirdiği ruhsatla amel etmeli, huzurlu olduğu hâl ile namazını tamamlamalıdır.

Sandalye ve taburelerin mescidlerde, saf düzenini bozduğu şikâyetleri dile getirildi. Hattâ Diyanet İşleri Başkanlığı bir tarihte bunları kaldırttı. Camilerde âdeta sabit hâl almış, gerilerde dizi dizi sandalyeler medeniyet tarihimiz açısından da rahatsız edici görüldü. Malûm kiliselerde sandalye düzeninde oturularak âyin takip edilir. Camilerin buna benzer manzaralara çevrilmesi tabiî ki kabul edilemez.

Ancak, sıhhat sebebiyle sandalye veya tabure ile namaz kılmak mecburiyetinde olan mü’minlerin kalbinin kırılması ve âdeta camiden kovulurcasına bir muâmeleye tâbî tutulması da kabul edilemez.

Umûmî dünyada, engellilere ne kadar kolaylıklar sağlandığı ve «erişebilirlik» özelliklerinin her sahada nasıl gitgide artırıldığı unutulmamalı. Camilerimizde de cemaatimize işin doğrusu öğretilmeli, güzellikle ve hoş muâmele ile davranılmalı.

Unutmamalı ki;

Camiler Allâh’ın evidir. Bizler vazifeli de olsak, o evlerde ev sahibi değiliz. Birer misafiriz.

Kaldı ki;

Geride bulunan sandalyelerin, camideki saf düzenini bozduğundan şikâyet ediyorsak, müezzin mahfili gibi geride saf tutulan yerlerin de aynı durumda olduğunu kabul etmeliyiz. Geride duvar dibinde sandalyeli amcaların saf tutmasını, saf düzenine aykırı buluyorsak, müezzin mahfilinde duranların da ister bir kişi, ister yanına bir iki kişi olsun, saf düzenine aykırı durduklarını da görmeli ve düzeltmeliyiz. Sandalye dizileri kilise havası veriyorsa, protokol gibi görünen husûsî mahfiller de aynı havayı vermektedir. İkisine de aynı hassâsiyet gösterilmelidir.

Cenâb-ı Hak namazlarımızı kabul buyursun. Bizlere sıhhat ve afiyet versin, huzûrunda kıyamda durmaktan, secdelerde Zâtını tesbih etmekten cüdâ eylemesin. Âmîn…