GÖRÜNÜYORUM, O HÂLDE VARIM!

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

İnsanı diğer mahlûkattan ayıran en önemli vasfın, düşünmek ve idrâk etmek olduğu sadedinde meşhur bir filozof;

“Düşünüyorum, o hâlde varım!” diye bir kelâm etmiş. Lâkin, bugün bu sözün mahiyeti değişmiş ve artık insanlar varlıklarını başka şekillerde ispat etme gayretine girmişlerdir.

Yaşadığımız coğrafyada, evvelce; insanlar görünmekten, tanınmaktan, meşhur olmaktan son derece rahatsız olurlar, bu duruma düşmemek için mütevâzı bir hayat yaşar ve meziyetlerini gizlerlerdi. Ancak bu durum; o insanların tanınmasına, bilinmesine engel olmaz, bu meziyetleri sebebi ile cemiyet içinde kıymet görmekten de geri kalmazlardı. Kazarâ insanların yanlarında övülseler, yüzleri kızarır ve mahcup olurlardı. Bu; öyle çok uzun seneler öncesinde değil, daha düne kadar cemiyette yaygın olan bir hâl idi.

Modern zamanlar; her kıymetli hasletin içini boşalttığı ve bozduğu gibi, hayâ duygusunun da içini boşalttı ve onun övünülecek bir haslet olmaktan ziyade, utanılacak bir meziyet hâline gelmesine sebep oldu. İnsan, Allah Teâlâ’nın en güzel şekilde (et-Tîn, 4) yarattığı bir mahlûk. Her insan, kendine has güzellikler ve hasletlerle donanmış bir şekilde yaratılmıştır. İnsan; sahip olduğu bu güzellikler ve hasletlere kanaatli davranıp, başkalarına özenmez ve yaratıldığı gibi kendini kabullenirse hem beden hem de ruh olarak sıhhat ve selâmet içinde olur. Aksi şekilde davranırsa; kendisinde olanı kabul etmeyip, başkalarında olana meyleder ve elde edemediği için onlara haset ederse başına her türlü musîbet gelir.

İnsanda fıtrat îcâbı var olan bazı hasletler ve sonradan edindiği meziyetler; diğer insanların faydasına olursa, o insan için ekstradan sevap kapısı olabilir. Lâkin insan; kendinde olan bu meziyetleri, insanların faydasına değil de kendi hevâ ve hevesine hizmet etmek için kullanırsa, o zaman tehlike zilleri çalmaya başlar.

Gelişen teknoloji ve değerlerimizin yıpranması neticesinde, insanlar; artık hayâ edip kendilerini gizlemek yerine, en özel anlarını dahî diğer insanların seyrine ve beğenisine sunmakta, onlardan gelen takdir ve tebrikler ile hem maddî hem mânevî bir haz yaşamaktadırlar.

Bakmayı ve görmeyi bilen, her insanda farklı güzellikler olduğunu kolaylıkla görür. Ancak, bugün insanlar; güzelliği insanların gözüne batan, yüzüne çarpan bir şey olarak görüyorlar. Hâlbuki asıl güzellik; insanın içine işleyen, iç dünyasına şekil veren bir şeydir. İnsan; kendinde olan güzelliklerin farkına varırsa, dış güzelliklerin derdine düşmez ve kendinde olmayana benzemek gibi bir davranışa meyletmez. Her insan, bambaşka bir güzellikle yaratılmıştır. Bu güzelliği ve farkı anlamayanlar; güzel olmak için beyhûde çabalara girip, çırpınıp dururlar ve bu çırpınışların neticesinde, fıtrî güzelliklerini de kaybederler.

Yaşadığımız çağda ve cemiyette, maalesef normal olan değil, anormal olan dikkat çekmeye ve kabul görmeye başlamıştır. Sürekli bu anormallikleri seyrede seyrede, bunlar normal hâle gelmeye başladı.

Teknolojik âletler ve özellikle sosyal medya imkânları, maalesef insanımızı zıvanadan çıkardı. Bu hususta bir ehl-i kelâm;

“Bir gün herkes on beş dakikalığına meşhur olacak.” diye bir söz söylemiş. Zannederim bu menzili çoktan geçtik ki bırakın on beş dakikayı, sergiledikleri anormallikler ile her dakika meşhur (!) olan insanların hezeyanları ile malûm plâtformlar tıklım tıklım dolu bir vaziyette.

Bu malûm ortamlar; insanlara sadece meşhur olma hazzı değil, aynı zamanda maddî gelir anlamında da geniş imkânlar sunmakta, ne kadar anormal, sıra dışı, saçma sapan hareket ve hezeyan sergileniyorsa, o kadar izlenme ve bunun neticesinde o kadar gelir elde edilmekte ve maalesef bu durumun bir denetlemesi ve sınırlandırılması bulunmamaktadır.

Gerçek hayatta prim yapmayan anormallikler, sanal dünya pazarında alıcısı bol bir malzeme olarak satışa sunulmaktadır. Artık; insanlar evlerinin içinde eşi, çocuğu veya diğer aile fertleri ile günlük yaşantılarını dahî videoya kaydedip sergilemekten ve bunu insanların beğenisine sunmaktan imtinâ etmemektedirler.

Geldiğimiz noktada yine bir ehl-i kelâmın;

“Artık «düşünmek»ten çok «seyretmek»; «bilmek»ten çok «görünmek»; kafaya değil göze hitap etmek, meslek sahibi olmaktan çok şöhret sahibi olmak; çalışmaktan çok kolay para kazanmak, «emek»ten çok «eğlenmek», toplumla alâkalı tercih olarak rağbet görmeye başladı.” (T. Atay) ifadesi güzel bir tespit olarak yerini bulmuştur.

Bahse konu problem; cemiyetin tamamında yaygın olsa da bizim hitap ettiğimiz kesimlerde, yani müslümanlarda dahî görülmeye ve yaygınlaşmaya başlaması ayrı bir tehlike olarak kapımızda durmaktadır. Bizim insanımızda bile; artık bayanların sosyal medya adreslerinden boy boy fotoğrafları, alışverişleri, gezileri, davetleri, çocukları ve eşleri ile çekilmiş özel fotoğraflarının afişe edilmesinden ve sergilenmesinden imtinâ edilmez hâle gelindi. Beyefendilerde ise daha çok, pahalı arabaları veya arkadaş ortamlarında yedikleri pahalı ve leziz yemekleri paylaşıp (sadece fotoğrafını!) bir etiket, bir kimlik ispatı gayretine girmeleri hayrete mûcip hâllerdendir.

Sahip olduğu her şeyi, yaşadığı her duyguyu başkalarına göstermek gibi bir virüs ve bir hastalık yayılmaya başladı. Hâlbuki; her insana verilen imkân farklıdır, bundan dolayı bu imkânlara sahip olmayanların olumsuz nazarlarına muhatap olmamak gerekir. Maddî imkânı müsait olduğu hâlde; «fakirler alamıyor.» diye evine muz almayan insanlardan, sahip olduğu her şeyi sosyal mecrâlarda sergileyen insanlara nasıl geldik hayret ediyor insan. Sonra da bu insanların gerek işlerinde gerekse aile hayatlarında kayıplar ve huzursuzluklar yaşanınca, sebep arıyorlar. Biraz ince düşününce, bu sebebin insanların nazarı ve hasedi ile olduğunu tespit etmek o kadar zor değil.

Böyle sıkıntılara dûçâr olmamak için en güzel çare; sahip olduğu imkânlara rağmen, mütevâzı yaşamayı seçmek ve olduğundan daha az görünmek olduğunu tecrübe ile tavsiye edebilirim. Hâli, vakti yerinde olan ve bundan dört-beş yıl evvel çeyrek milyon vererek aldığı arabasını, kısa bir süre kullanıp satan ve yerine daha mütevâzı bir araba alan arkadaşıma sebebini sorduğumda; «çok fazla dikkat çektiğini ve bundan dolayı da hem maddî hem mânevî noktada sıkıntı yaşadığı için böyle bir tercihte bulunduğunu ve şimdi daha rahat olduğunu» söylemişti.

Yazımızın nihayetine geldiğimizde merhum bir üstâdın;

“Şahsiyetli insan, akıntıya kapılmaz. Dolu olan, benzeşmeye özenmez. Farklı olan, gösterişten hoşlanmaz. Özgüveni olan, kendini ispatlama telâşına düşmez. Kendisine saygısı olan kişi, kendini beğendirmek için çırpınıp durmaz.” (A. Selim) sözü ile bitirmek isteriz.

O hâlde biz de deriz ki: İnsanda var olan iç güzellikler, bir eser olarak meydana çıktığında ve paylaşıldığında kıymeti artar ve çevresine güzellik verir. Lâkin; dışta olan fizîkî güzellikler sergilendikçe, teşhir edildikçe, bir süre sonra sıradan hâle gelir ve kıymetini kaybeder. O hâlde içimize dönüp, oradaki güzellikleri artırmaya gayret edelim.

Allah Teâlâ fıtratımıza uygun davranmayı ve onu bozmadan huzûruna varmayı nasip eylesin. Âmîn…