En Büyük Duâ ve Münâcât: FÂTİHA SÛRESİ

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

BİR HADİS:

عَنْ عُبَادَةَ بْنِ الصَّامِتِ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ
قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

« أُمُّ الْقُرْاٰنِ عِوَضٌ عَنْ غَيْرِهَا وَلَيْسَ غَيْرُهَا عِوَضًا عَنْهَا »

Ubâde bin Sâmit -radıyallâhu anh-’tan nakledildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Ümmü’l-Kur’ân (olan Fâtiha Sûresi) diğer sûrelerin yerini tutar fakat diğer sûreler onun yerini tutamaz.” (Dârekutnî, 1, 321)

BİR MESAJ:

“Fâtiha Sûresi’nde birçok mânâ ve hikmet vardır. Bunları öğrenmeye ve namazını da bu mânâları tefekkür ederek kılmaya çalış!”

Âyîne-i Rahmânî,
Nûr-ı pâk-i Sübhânî,
Sırr-ı Seb‘ü’l-Mesânî
Sen’sin yâ Rasûlâllah! (Aziz Mahmud Hüdâyî)

Her gün beş vakit namaz vesilesiyle günde en az kırk defa tilâvet ettiğimiz Fâtiha Sûresi, Kur’ân-ı Kerîm’in içinde birçok mânâ ve hikmeti ihtivâ eden mühim bir sûresidir.

Fâtiha Sûresi, Sevgili Peygamberimiz’in peygamber olarak gönderilmesinin birinci yılında bir bütün olarak indirilmiş ilk sûredir. Besmele ile birlikte yedi âyet-i kerîmeden müteşekkildir.

En mühim ibâdet olan beş vakit namazda okuduğumuz Fâtiha Sûresi’ni mânâsını idrâk ederek okuyabilirsek, hiç şüphesiz daha şuurlu ve daha huşû içerisinde bir namaz kılmış oluruz.

Fâtiha Sûresi’ne Fâtihatü’l-Kitâb ismi verilmiştir. Kelime olarak; açmak, açıklığa kavuşturmak mânâlarına gelen Fâtiha, Hâtime kelimesinin zıddı olarak da; bir şeyin evveli, başlangıcı, giriş gibi mânâlara gelir. Bu mânâda Kur’ân-ı Kerim; ilk olarak bu sûreyle kâinâta açılmakta, yine insana ilk olarak bu sûreyle hitap etmekte ve bu sûre ile ona mesajlarını bildirmektedir.

Serlevhâ hadîs-i şerîfimizde de geçtiği üzere bu sûreye Ümmü’l-Kur’ân da denilmektedir. Zira Fâtiha Sûresi, ihtivâ ettiği mânâlar yönüyle sanki Kur’ân-ı Kerîm’in bir hulâsası, bir mukaddimesi gibidir.

Allah -celle celâlühû-’ya yapılan övgü ve tâzimleri, tevhid esasını, sırât-ı müstakîm üzere yaşamayı, amelî hükümleri vs. içine alması yönüyle evet bu sûre sanki Kur’ân’ın bir hulâsası gibidir. Rabbimiz Kur’ân’a bu sûre ile başlayıp sanki bir hulâsa takdim etmiş, Kur’ân’ın geri kalanında da bu hulâsanın açıklamasını yapmıştır.

Müfessir Elmalılı Hamdi; bir şeyin asıl ve menşeine «ümm» ismi verildiğini hatırlatarak Fâtiha Sûresi’nin, diğer Kur’ân sûrelerinin aslı ve menşei yani kökü ve tohumu gibi olduğunu zikretmekte ve şöyle demektedir:

“Allâh’ın Kitâbı’nın konusu, Allah ile âlem ve bilhassa Allah ile insanlar arasındaki nisbet ve rubûbiyet alâkası olduğuna göre Fâtiha, bu nisbeti tam bir şekilde tasvîr ve ifade eder.”

Mahmud Sâmi Hazretleri -kuddise sirruhû- Kur’ân’ın tamamının şu dört şeyin beyânı olduğunu bildirmektedir:

•Ulûhiyetin beyânı,

•Nübüvvetin beyânı,

•Kaderin beyânı ve

•Kazânın beyânı.

İşte bu dört hususun beyânı; Kur’ân’ın anası, aslı demek olan Ümmü’l-Kur’ân’da yani Fâtiha Sûresi’nde yer almaktadır.

Fâtiha Sûresi’ne es-Seb‘u’l-Mesânî ismi de verilmektedir. Seb‘, yedi rakamını ifade eder. Mesânî de tekrarlanan mânâsındadır. Hicr Sûresi’nin 87. âyet-i kerîmesinde Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Rasûlüm! Elbette Biz Sana (namazın her rekâtında tekrarlanan) yedi âyet-i kerîmeyi ve Kur’ân-ı Azîm’i verdik.” Müfessirlerin beyânına göre âyet-i kerîmede geçen Seb‘u’l-Mesânî’den murad, namazın her rekâtında okunan ve yedi âyet-i kerîmeden oluşan Fâtiha Sûresi’dir.

Her İşin Başı Besmele

Fâtiha Sûresi Besmele diye kısaltılan Bismillâhirrahmânirrahîm ile başlar. Besmelede Allâh’ın isimleri arasında ism-i âzam olan Allah -celle celâlühû- ism-i celîli vardır. Elmalılı merhumun ifadesi ile;

“«Allah» yüce ismi; bütün duygularımızın, düşüncelerimizin ilk şartı olan öyle derin ve bir tek gizli duygunun, görünen ve görünmeyen varlıkların birleştikleri nokta olan bir parıltı hâlinde, hiçbir engel olmaksızın, doğrudan doğruya gösterdiği yüce Allâh’ın zâtına delâlet eden, yalnızca O’na ait olan özel bir isimdir.”

Allah Teâlâ böyle bir başlangıç yaparak, biz kullarına her işimize besmele ile başlamamız hususunda bir telmihte bulunmuştur. Zira;

“Bismillâhirrahmânirrahîm ile başlanmayan her anlamlı iş, bereketsiz ve sonuçsuzdur.” (Ahmed bin Hanbel, II/359)

Besmelenin başında;

“Başlıyorum, yapıyorum, yiyorum, okuyorum…” gibi yapacağı işi ifade eden mahzûf bir fiil vardır. Dolayısıyla Bismillâhirrahmânirrahîm dediğimizde aslında şöyle demiş oluyoruz:

“Senin vermiş olduğun güçle ve yardımınla ben bu işimi yapıyorum.”

Besmele zırhtır. Eûzu besmele okunan bir yerde şeytan barınamaz. Yine;

“Şeytan, besmeleyle kapanan bir kapıyı açamaz.” (Ebû Dâvûd, Eşribe, 22)

Onun için her hayırlı işimize besmeleyle başlamak mühim bir husustur. Bir nevi Allâh’ın yardımını yanımıza almış oluruz. Böylece Allâh’ın verdiği güç sayesinde iyilikleri yapma ve kötülüklerden de uzaklaşma gücünü elde etmiş oluruz. Aynı zamanda besmele, hayatımıza bereket katar.

Seyrî bunu ne güzel tasvir eder:

Bir yanık besmele çektikçe gönüller yeşerir;
Kor yüreklerde yanan kırmızı güller yeşerir.

Hamd O’na Mahsustur

Hamd (övme ve övülme), sayısını ve ismini bilemediğimiz nice âlemin Rabbi olan Allâh’a mahsustur.

En güzel isimlerin sahibi, en yüce sıfatların sahibi olan Allah -celle celâlühû-, gerçek mânâda övülmeye lâyık olan tek varlıktır. Bütün övgüler, bütün senâlar O’nadır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

“Kul; «Hamd Allah Teâlâ’nındır.» dediği vakit Allah Teâlâ da; «Kulum doğru söyledi. Hamd yalnız Ben’imdir.» buyurur.” (Müslim, Salât, 11)

Mü’min için vâsıl olunması gereken bir hamd makamı vardır ki bu yüce bir makamdır. Nitekim İmâm-ı Gazâlî Hazretleri şöyle buyurmaktadır:

“Hamd ve şükür, sâlikin geçmekle mükellef bulunduğu menzillerin sonuncusudur. Maksadına ancak böyle vâsıl olabilir.”

Hazret-i Âişe Vâlidemiz’in bildirdiğine göre Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hoşuna giden bir şey gördüğünde;

“Hamdolsun Allâh’a ki yararlı şeyler O’nun nimetiyle tamamlanır.” derdi. Hoşuna gitmeyen bir şey gördüğündeyse;

“Her hâlükârda Allâh’a hamdolsun.” derdi. (İbn-i Mâce, Edeb, 55)

Hamd hayatımızın bereketidir. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

“Allâh’a hamd ile başlanmayan her önemli iş noksandır/bereketsizdir.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 19)

Hamd, Rabbimiz’i hoşnut eden bir hâldir. Zira Sevgili Peygamberimiz şöyle bildirmiştir:

“Allah Teâlâ, kulunun bir şey yedikten sonra hamd etmesinden veya bir şey içtikten sonra hamd etmesinden hoşnut olur.” (Müslim, Zikir, 89)

Rahmân ve Rahîm Olan Allah -celle celâlühû-

O Rahmân’dır. Rahmeti bütün mevcûdâta şâmil olandır. O, hiç ayırt etmeden bütün mahlûkatına rızık verendir. O; îmân etsin etmesin, dünyadaki bütün kullarını kuşatan engin merhamet sahibi Allah -celle celâlühû-’dür.

O Rahîm’dir. Âhirette rahmetini yalnız mü’minlere tahsis eder. O, yalnızca îmân edip itâatkâr kullarına âhirette merhamet eden ve lütufta bulunandır.

Bu mânâda Rahmân ism-i şerîfi, O’nun bütün mahlûkata olan rahmetini; Rahîm ism-i celîli de âhirette sadece mü’minlere olan rahmetini temsil etmektedir.

O Gün Tek Söz Sahibi O’dur

Âyet-i kerîmede geçen Din Günü; hesap ve ceza günüdür, her işin karşılığının verilip son hükmün verileceği gündür. O günde insan bütün yaptıklarının karşılığını tam olarak alır ve bu hususta kendisine zulmedilmez.

Zira o günde âyet-i kerîmeye göre;

“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onun karşılığını görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onun karşılığını görür.” (ez-Zilzâl, 99/7-8)

Fâtiha Sûresi Bir Kulluk Sözleşmesidir

İnsan, daha yaratılışının ilk safhasında Allah Teâlâ’nın;

“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitabına muhatap olmuş;

“Evet, Sen bizim Rabbimiz’sin.” demek sûretiyle bir nevi kulluk sözleşmesi yapmıştır. İşte kul, hususiyetle beş vakit namazda;

“(Ey Allâh’ım) Biz yalnızca Sana ibâdet eder ve yalnızca Sen’den yardım dileriz.” diyerek elest bezminde vermiş olduğu bu sözü hatırlamakta ve sözleşmesini yenilemektedir.

Kul, bu niyâzıyla bir nevi hadîs-i şeriflerde Seyyidü’l-İstiğfar olarak takdim edilen şu cümleleri ikrâr eylemiş olur:

“Allâh’ım! Sen benim Rabbimsin. Sen’den başka ibâdete lâyık ilâh yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Sen’in kulunum. Ezelde Sana verdiğim sözümde ve va‘dimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden Sana sığınırım. Bana lutfettiğin nimetleri yüce huzûrunda minnetle anar, günahımı itiraf ederim. Beni affet, şüphe yok ki günahları Sen’den başka affedecek yoktur.” (Buhârî, Deavât, 2)

Rabbimiz Bizi Dosdoğru Yola İlet!

Nasıl ki namaz ibâdetinin sonunda duâ eder Rabbimiz’den bazı taleplerde bulunuruz; onun gibi, ibâdeti/kulluğu sadece O’na hasredeceğimizin sözünü verdikten sonra şöyle duâ ederiz:

“Allâh’ım! Bizi dosdoğru yola ilet!”

Bir mü’min için; yan yollara sapmadan, eğilip bükülmeden sırât-ı müstakîm üzere yol almak, yani dosdoğru yoldan gitmek öyle kolay bir iş değildir. Zira sırât-ı müstakîm öyle bir yoldur ki; nebîlerin, sıddîkların, şehid ve sâlihlerin yoludur. (en-Nisâ, 4/69) Bu mânâda mü’min, Cenâb-ı Hakk’ın tevfîk ve nusretine muhtaçtır.

Rabbimiz! Bizi Kendilerine Nimet Verdiklerinin Yoluna İlet!

Gazaba uğrayanlar, Allâh’ın rahmetinden uzaklaştırılmış, şiddetli azapla azaplananlardır. Müfessirlerin beyânına göre bunlar, yahudilerdir. Yolunu sapıtanlar ise hıristiyanlardır.

Evet, Fâtiha Sûresi’nin sonunda «Âmîn» deriz. Fâtiha Sûresi’nin sonunda Âmin demek sünnettir. Zira Fâtiha Sûresi aynı zamanda duâ ve münâcâttır. Bu sûrede, büyük bir tevâzu ve acziyet içerisinde; kulluğun yalnızca Allâh’a yapılacağı, gerçek mânâda yardım ve desteğin yalnızca Allah’tan geldiği O’ndan başka dayanılacak bir güç bulunmadığı, doğru yola gitme ve iyi insan olma niyâzında bulunma gibi hususlar çok fasîh bir şekilde dile getirilmektedir.

Onun için sûrenin en sonunda ama sesli ama sessiz âmîn denir. Âmîn, duâmızı kabul buyur ve duâlarımıza karşılık ver, bizi boş çevirme anlamında bir duâ ifadesidir.

Rabbimiz; bizleri Fâtiha Sûresi’ndeki sır ve hikmetlerine bizleri muttalî kılsın ve sırât-ı müstakîm yolundan ayırmasın!

“Bismillâhirrahmânirrahîm

Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla… (1)

Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi olan Allâh’a mahsustur. (2)

O, Rahmân’dır ve Rahîm’dir. (3)

Ceza gününün mâlikidir. (4)

(Ey Allâh’ım) Biz yalnızca Sana ibâdet eder ve yalnızca Sen’den yardım dileriz. (5)

Bize doğru yolu göster. (6)

Bizi kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet. Gadaba uğrayanların ve yolunu sapıtanların yoluna değil.” (7)

Âmîn…