KÂİNÂTIN SIRRI

Ömer Sâmi HIDIR samihidir@gmail.com

Bir halının veya kumaşın kalitesi nereden anlaşılır? Ne kadar sık dokunduğundan ve nasıl bir malzeme kullanıldığından…

Kâinâtı da tıpkı bir kumaş gibi düşünelim, o zaman bu kumaşın düğümleri atomlar olabilirdi.

1800’lü yıllarda atom, maddenin en küçük yapı taşı olarak biliniyordu. Daha sonra elektron keşfedildi. Atom çekirdeğinde nötron ve proton olduğu keşfedildi. Başlarda atomlar üzümlü keke benzetiliyordu, fakat gitgide daha net bir resim oluşmaktaydı.

Devam eden araştırmalarda proton ve nötronun da «kuark» adı verilen parçacıklardan oluştuğu görüldü. Elektron ise bunlardan farklı bir yapıya sahipti, kütlesi vardı fakat hacmi yoktu.1

İnsan gözü 1 milimetrenin onda biri kadar bir hassâsiyete sahiptir. Bir atom kabaca 10-8 santimetre çapındadır.

Tırnağınızın ucuna bakın, görebildiğiniz en küçük noktada 10.000 tane atom bulunmaktadır.

Çevremizde şeklini ve rengini gördüğümüz; sertliğini veya yumuşaklığını hissettiğimiz, kokladığımız, yiyip-içtiğimiz, üzerimize giydiğimiz her nesne, her madde bu muazzam yapıdan meydana geliyor. Atomlar da birleşerek molekülleri meydana getiriyor.

Temsilî bir şekilde anlatırsak;

Atom çekirdeği 1 metre çapında bir top kadar olsa, elektronlar çekirdekten 1000 kilometre uzakta dönen taneler olurlardı. Bu arada bir şey yok, sadece elektrik alan olduğu biliniyor.

Atomların % 99.99999999999’u boşluktan oluşmakta! Yani gördüğümüz her şey aslında milyonda bir oranında dolu. Böyle bir yapı var kâinatta!

Büyük bir yıldız ömrünü bitirip patlayınca, orada nötron yıldızının çekirdeği kalmakta. Bu merkez yapı; sâfi atom çekirdeğinden meydana geldiği için, oradaki bir kaşık malzeme, tonlarca ağırlığa sahip olmakta.

Çevremizde meydana gelen hâdisâtın temelinde işte bu yapılar ve oradaki etkileşimler rol oynuyor.

Meselâ dünya güneşin çekim alanında hareket eder. Peki kütleler niçin birbirini çeker? Yahut bir mıknatısın iki kutbu niçin birbirini iter? Bunlar atom altı parçacıkların irtibatı neticesinde olmaktadır.

DERİNLEMESİNE ARAŞTIRMALAR

Atomik model, atomun keşfinden bu yana birkaç kez değişti ve şu anda kullandığımız da muhtemelen sonuncusu olmayacak.

Atom altı âlemde öyle bir nizam kurulu ki, aklın çapı bunu idrâk etmekte zorlanıyor. Meselâ bir cismin nasıl kütle sahibi olduğu uzun süre cevapsız bir soru olarak kaldı. Kütlenin nasıl meydana geldiğini çözebilmek için 1960’lardan beri çalışıyoruz.

Elektronu keşfetmek, insanlığa büyük bir sıçrama imkânı vermişti. Elektronlar kullanılarak sayısız âletler yapıldı. Elektronun keşfinden sonra atom altı parçacıkların hareketini açıklamaya çalışan çeşitli modeller ortaya kondu, bunlardan «standart model» daha çok benimsendi.

Fakat bu model ile doğru neticelerin çıkması için atom altı parçacıkların kütlesiz olması gerekiyordu. Kütlenin olmaması imkânsız olduğuna göre «başka bir parçacık daha olmalı» dendi. Maddeye kütle kazandıran bir parçacık. Bütün bilim çevreleri bu vaka üzerine yoğunlaştı. Büyük bir araştırma lâboratuvarı kurulmasına karar verildi.

10 bin kişilik bir nüfusa sahip olan Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi bu soruların cevabını bulmak için kurulmuştur. Özellikle maddeye kütle kazandıran Higgs parçacığını bulmak…

Önce yerin 100 metre altına 27 kilometrelik bir tüp yerleştirildi. Bu tüp, çember şeklinde ve manyetik bir özelliğe sahip. Ayrıca birkaç büyük detektör inşâ edildi. Burada ışık hızına çok yakın hızlara kadar hızlandırılan parçacıklar, bu detektörün içerisinde kafa kafaya çarpıştırılmakta.

Çarpışma ile ortaya çıkan parçacıklar, saniyede 40 milyon görüntü alabilen bilgisayarlar tarafından tespit edilmekte. Bu zamana kadar bu yöntem ile birçok parçacık tespit edildi.

Bütün bu parçacıklar temelde iki sınıfa ayrılıyor. Bunların bir kısmı maddeyi oluşturan parçacıklar, diğer kısmı ise alan parçacıkları olarak tanımlanıyor. Yani yer çekimi alanı (henüz ispatlanmadı), mıknatıs çekim alanı gibi alanları oluşturmakta.

Elinize plâstik bir cisim alıp saçınıza sürerseniz o cisimle kâğıt parçalarını çekebilirsiniz, bu bir elektrik alandır meselâ.

Kütleyi açıklamak için kâinâtın her yerine yayılmış bir alan olduğu iddia edildi. Bu alan ile etkileşime geçen parçacıklar kütleli, geçmeyenler ise kütlesiz olacaktı. Meselâ ışık, yani foton, bu alan ile irtibat kurmadığı için kütlesiz olacaktı.

Tıpkı kalabalık bir salona giren tanınmış bir kişinin çevresine toplanan insanların onun çevresinde bir yoğunluk oluşturması gibi. İşte o yoğunluğu biz kütle olarak ölçüyorduk.

Uzun çalışmaların ardından 2013’te bu parçacık da keşfedildi. Buna Higgs alan parçacığı denildi. Yani kâinâtın her yeri bu Higgs alanı ile kaplı.

Peki her şey bitti mi? Bulunan bu parçacık bize yine her şeyi aydınlatma imkânı vermedi. Hâlâ cevabını aradığımız sorular var. Meselâ; nötrino denilen parçacıkların kütlesi başka bir şekilde oluşuyor, onu hâlâ bilemiyoruz.

Araştırmacılar kâinâtın tamamını açıklayan modeller bulmak için çalışıyor; fakat ilâhî yapılar öyle sonsuz bir ilmin eseri ki, yeni keşifler olsa da hiçbir zaman tamamen çözülemiyor.2

Biz burada her zaman kudret-i ilâhînin azametini temâşâ ediyoruz. Bu zâviyeden bakınca bir kâğıt parçası bile aslında ne kadar yüce bir sanat eseri…

Mikro âlemdeki ilâhî sanatı görmemek imkânsız, fakat asıl maksat sanatkârı görebilmek değil mi? Görenler gayeye ulaşmakta. Göremeyenler ise tahminlerin ardına sığınmakta.

Hakikat ise her zaman apaçık ortada…

_____________________________________________________________________________

1 https://www.youtube.com/watch?v=FYf7af2tb5U

2 https://www.youtube.com/watch?v=D13YZ6c0PV4