Erkeği, Kadını, Hikmet ve Prensipleriyle TESETTÜR BAHSİ

Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM

Dünyaya çıplak gelen insan, tabiatı itibarıyla örtünmeye ve giyinmeye mecburdur. İnsanın, sair mahlûkat gibi; kendisini soğuktan, sıcaktan ve çeşitli zararlardan koruyacak bir postu yoktur.

İnsanlığı iki cihanda saâdete götürmeyi hedef edinen dînimiz; giyinmeye, insanın şahsiyetini koruyacak bir iffet ve vakar ölçüsü de koyuyor ve kadınıyla, erkeğiyle herkese tesettürü emrediyor.

Hicab ve tesettür; gizlenme, örtme ve örtünme kökünden gelir.

Bedenin örtülmesi farz olan bölgelerine fıkıhta «avret mahalli» diyoruz. Kadın ve erkekte bu bölgeler farklı. Çünkü kadın ziynet noktasında çok daha farklı yaratılmıştır. İnsan neslinin devamını sağlayan evlilik müessesesinin kuruluşunda da biliyoruz ki; kadın daha ziyade matlup olan, talep edilen tarafta bulunuyor. Erkek ise tâlip olandır.

“Göz görür, gönül çeker.” demişlerdir. O hâlde insanlar; görünmeye çalıştıkları ölçüde, birtakım gözleri ve gönülleri peşlerine takmış olurlar, olabilirler. Bu istenmeyen uyarıcılar, toplumda mâneviyâtı zayıflatır. Hasedi, nazarı, nisbet yapmayı, tefâhuru ve kibri bunlara ekleyebilirsiniz.

İnsan, sadece beden değildir; ruhtur, kalptir, insanın güzel ahlâkı ve sâlih amelleriyle çizdiği mânevî bir bedeni, yani bir şahsiyeti vardır. Dînimizde dikkat ederseniz, resim ve heykel de benzeri bir şekilde yasaktır: Bedene, maddeye, ete-kemiğe değil, rûha, kalbe ve güzel davranışların hâtıralarına yoğunlaşma esastır. Sûretten ziyade sîrete geçmek gerekir.

Kadın ve erkek de, bedenlerini ve cinsiyetlerini çok öne çıkarır vaziyette arz-ı endam ettiklerinde; ruhları, kalpleri, vicdanları, akıl ve şuurları geride kalır. Nitekim ehl-i dünya bile kendi içlerinde bu durumu kınamakta, filânca şarkıcı; sesiyle, sanatıyla değil teşhir ettiği vücuduyla meşhur olmaya çalışıyor diye tenkit etmektedirler.

İslâmiyet; Allâh’ın rızâsını arayan, kulluk ederek O’nun hayat veren emirlerine teslim olan müslümanlara tesettürü emrediyor. Erkeğe de kadına da emrediyor.

Her ne kadar hikmetlerini aramaya ve serdetmeye gayret etsek de, aslında dînimizin ibâdet ağırlıklı / «ta‘abbudî» dediğimiz emirlerinde hikmet ve illet araştırmaya, deşmeye gerek duymayız. Cenâb-ı Hak emretmişse, iş bitmiştir deriz.

Günümüzde bir problemimiz de, bu tesettürün nasıl olması gerektiği noktasında yoğunlaşmıştır. Tesettürün mânâsı; cinsiyetle ortaya çıkmamak iken, bizzat bedeni örten kıyafetlerle kendini dikkat çekici bir şekilde ortaya atmak ne kadar tesettür sayılabilir?

Bu sebeple, tesettürün prensiplerini ortaya koymalı:

Âyet-i kerîmeleri meâlinden okuyarak, arada prensipleri îzah etmeye çalışalım:

“(Rasûlüm!) Mü’min erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle!

Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.” (en-Nûr, 30)

Tesettür denilince aklımıza önce kadınlar geliyor. Hâlbuki Cenâb-ı Hak, önce erkeklere hitap ediyor. Çünkü birine; «Ört!» dediği kadar, diğerine de; «Bakma!» diyor. Zira ne kadar ört dese de şeytana uyup örtünmeyenler veya yarım örtünenler de olacaktır. Müslüman erkek; her hâlükârda gözlerini indirmeli, tedbirini almalıdır. Bu mevzu kadınlara ait diye düşünmemelidir.

Bu sebeple; «Erkeğin tesettürü göz kapağındadır.» denilmiştir.

Diğer taraftan erkeklerin de kendi bedenlerine ait bir tesettürü var.

•O da geniş, bol, rahat elbiselerin giyilmesi.

•Avret mahalli dediğimiz bölgenin kapatılmış olması ve toplum içerisinde de kıyafetin şeklinin göze batmaması gerekir.

Ahlâksız batı, zinânın her türünü devamlı gündemde tutmak istiyor. Bu sebeple her iki cins de sürekli cinsiyetlerini vurgulayan ve uyaran kıyafetlerle toplumda bulunsun istiyor. Düşük beller, daracık gömlek ve dar, yırtık pantolonlar ve şortlar bunlar toplumda geçmişte hiç görülmezken, bugün hızla artıyor. Evlâtlarımızı bu şeytânî çığırlardan muhafaza etmemiz lâzımdır.

•Erkekler için diz kapağı ile göbek altı arası avret mahallidir ama toplum; kapri pantolonla, kıspet dedikleri yağlı güreşçilerin giydiklerine benzeyen kıyafetlerle sokakta dolaşmayı da uygun görmez.

Dolayısıyla bir erkeğin de avret mahalli olmasa da vücudunu örtmesi istenir. Ayaklarına kadar bol bir pantolon, alt giysisi olması; vücudunu, omuzlarını, kollarını örten bir üst giysisi olması örf tarafından, gelenek ve göreneklerimiz tarafından istenir, talep edilir.

Kıyafet ile şahsiyet arasında ciddî bir bağın bulunduğunu, erbâbı ifade ediyor. Yırtık, yamalı elbiselere yönelenlerin psikolojik problemleri olduğu söyleniyor. Yani şahsiyetleri oturmamış, kişilikleri yerleşmemiş kimseler olduğu ifade ediliyor.

•Erkeğin elbisesi, dış görüntüsü kadına benzememelidir. Altın ziynetler ve ipek elbiseler de kadına helâl iken, erkeğe haram kılınmıştır.

Günümüzde saç uzatıp toka takan, arkada topuz yapan, kulağına küpe takan, yüzük dışında boynuna, bileğine birtakım künye, bileklik ve benzeri aksesuarlar takan, renk ve şekil tercihlerinde kadınsı veya kadın erkek ortak (üniseks) kıyafetlere yönelen erkeklere rastlıyoruz.

Unutmamalıdır ki;

Kadınlara benzemeye çalışmak, Allâh’ın rahmetinden uzak düşürür.

Bunları yapanlar, tabiî ki bu iddiayı reddedecekler; fakat modaların arkasında yatan düşünceyi, felsefeyi ve dünya görüşünü ihmal etmek de büyük bir gaflettir.

Sonraki âyet hanımlara iletilecek emirlerle başlıyor.

“Mü’min kadınlara söyle:

•Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar.”

Kadın da kendisine haram olan erkeklere bakmayacak ki, bakışma üzerinden bir enerji akımı gerçekleşmesin. Demek ki tesettür nasıl sadece kadına emredilmiyor, erkeğe de emrediliyorsa; bakma yasağı da sadece erkeğe değil, kadına da emrediliyor.

“Nâmus ve iffetlerini esirgesinler.”

Asıl mesele, iffeti korumaktır. Sadece şekil, kumaş, zâhiri kurtarmak meselesi değildir. Günümüzde başörtülü bir şekilde en olmayacak mekânlara ve ortamlara giren kardeşlerimizi duyuyor ve üzülüyoruz. Başörtüsü senin oraya girmemenin, girememenin bir garantisi idi. Sen ise; oraya girmenin bir anahtarı, bir maymuncuğu gibi kullanıyorsun. Bu olmaz. Bu tesettürün rûhu ile bağdaşmaz!

“Görünen kısımları müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler…”

Görünen kısım hariç ifadesini, en geniş şekilde ele alan müçtehidlerimiz; bilekten aşağısı mânâsında eller ve yüzler olarak tarif etmişler. Yüz de, gözü, burnu, ağzı ifade ediyor. Çene altı, boyna doğru veya saçlara doğru kısımları yine örtmek gerekiyor.

Yüz ve eller zarûreten örtülemiyor. Çünkü görmeye ihtiyacı var, konuşmaya ihtiyacı var. Bunların açık bırakılmasına ruhsat var, ama bedenin diğer yerlerini örtmesini Cenâb-ı Allah emretmiştir.

Burada da makyaj problemiyle karşılaşılıyor. Müslüman hanım yüzüne, gözüne ve dudaklarına makyaj yaptıysa, yüzünü de ziynet hâline getirdi demektir. Artık nasıl olsa yüz müstesnâ idi, deyip makyajlı yüzüyle sokağa çıkması doğru olmaz. Ya makyajını temizleyecek yahut peçe, siyah gözlük gibi tedbirlerle dışarı çıkacaktır.

Gelelim, elbiselere:

•Örtü, vücut hatlarını belli etmeyecek şekilde bol olmak durumunda.

•Teni göstermeyecek derecede kalın olmak durumunda.

Bu iki prensibin âhirzamanda çiğneneceğini Peygamberimiz bir hadîs-i şeriflerinde haber vermişler:

“Cehennemliklerden kendilerini dünyada henüz görmediğim iki grup vardır:

•Biri, sığırkuyrukları gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluk.

•Diğeri, giyinmiş oldukları hâlde çıplak görünen ve öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır.

İşte bu kadınlar cennete giremedikleri gibi, şu kadar uzak mesafeden hissedilen kokusunu bile alamazlar.” (Müslim, Cennet, 52)

Müslüman hanım kardeşlerimiz bu îkazları okuyup dikkat etmeli:

Demek ki; “Ört dediniz örttüm!” demek yetmiyor.

Dikkat edin! Bu cehennemlik kişiler, çıplak gezmek yerine giyinmiş, örtünmüş fakat çıplaktan beter olmuşlar. Niye giyinmişler?

Başörtüsü farklı bir noktadan moda hâline geliyor ve başı açıkken dikkat çekemeyecek olan kimseler bile başörtülerini bir dikkat çekme unsuru, kadınlıklarını arz etme malzemesi olarak kullanıyorlar. Nefis ve şeytanın her şeyi istismâr edebileceğini unutmayalım.

Başörtüsü bu ülkede yıllarca dînî sembol diye yasaklandı. Başörtüsü bugün îmânın, İslâm’ı yaşamanın bir alemidir âdeta. Bunu bozan, başörtüsünü aksesuar hâline getiren kardeşlerimiz bilsinler ki, bununla vebalden kurtulamazlar. Allah bunun hesabını sorar.

Madem Allah emretti diye örtüneceğiz; O’nun istediği, râzı olacağı şekilde örtünmeliyiz. Kendimizi şuna buna değil, Allah ve Rasûlü’ne beğendireceğiz.

•Örtü renk olarak kendisi ekstra bir çağrışım yapmayacak; yani; “Ben buradayım!” diye dikkat çekmeyecek tarzda olmalı. Asr-ı saâdette hanımlar siyahı tercih etmişler. Bugün dış kıyâfette mat, koyu, dikkat çekmeyen renkleri tercih etmek uygundur.

Askerde savunma taktiği olarak «hedef küçültme» diye bir ifade vardır. Yani düşmanın karşısında az görünür olmak. Ayakta durursanız büyük hedef olursunuz ama çömelir kendinizi küçültürseniz küçük hedef hâline gelirsiniz.

Dolayısıyla yukardan sıkılan kurşunlar sizi bulmaz, teğet geçerler.

Aynı şekilde kadınlarımızın da başörtüsü meselesinde olabildiğince hedef küçültmeleri gerekiyor. Mat renklerin seçilmesi, elbisede daraltma uygulanmaması gibi dikkat unsurları bundan dolayı önem arz etmektedir.

Avlanmayı isteyenler (!) ise hedefi büyütmeye, daha fazla dikkat çekmeye çalışırlar.

Yukarıda beyan ettiğimiz hadiste kadınların başlarını deve hörgücü gibi yapmalarına vurgu yapılıyor. Biliyorsunuz develerin kiminde tek kiminde çift hörgüç olur. Tümsek şeklinde bir çıkıntıdır. Bazı kadınlar saçlarının arka tarafına, üst tarafına ilâveler yapmak sûretiyle, küçücük bir kafayı kocaman bir kafaya çevirmektedirler.

Hâlbuki tesettür demek; gizlenmek demek, saklanmak demek, hedefi küçültmek demek tabiri câizse. Aksine başörtüsünün altını dolgu malzemeleriyle doldurup başı büyütme çabaları hadîs-i şeriflerde çok net ifadelerle kınanmış, yerilmiştir.

Hâsılı bir kadın tesettür bahsinde; kendisine yakışanı değil, kendisini örteni tercih etmelidir. Bu kavramı çözdükten sonra mesele çözülmüş demektir. Elbette kendisini örteni tercih edecek derken yine olumsuz anlamda dikkat çekecek bir manzara da ortaya koymayacaktır. Yani kimsenin dikkatini çekmeden dışarıda ihtiyacını görebileceği bir örtüyle dışarıya çıkacak. Bu örtü, vücut hatlarını örttüğü gibi kendisi de bizâtihî örtülmesi gereken bir örtü hâline gelmemelidir.

O zaman dînimiz bir renk, bir şekil belirlesin, herkes ona uysun denilirse şu cevabı vermeliyiz:

Dînimiz cihanşümul bir kaideler manzûmesidir. Onu çöllerde de, buzullarda da, yağmur ormanlarında da yaşayanlar var ve var olmaya devam edecektir. Her zaman ve her zeminde dertlere çare ondadır. Bu sebeple, kıyafet şu kumaş olacak, şu renk olacak, şu şekilde dikilen, şu şekilde giyilen şu elbise olacak diye daraltmalar yoktur. Onlar örfe bırakılmış. Çöldeki, kendi iklimine uygun olanı arar. Köydeki; yapacağı işlere, hareketlere uygun olanı seçer. Ama prensiplere uygun olacak. Sıcak iklime uygun hafif olabilir, fakat içini göstermeyecek. Soğuk iklime uygun sarıp sarmalayan yünlü bir kıyafet olur, fakat vücuda yapışıp hatları belli etmeyecek.

Burada örf demişken şunu da hatırlatmak mecburiyetindeyiz:

Örf, her zaman şerîatın bizi serbest bıraktığı sahada bir ölçüdür. Şerîatın yasakladığı bir sahada örf var denilemez. Hemen bütün milletlerin tarihinde sarhoş edici içkiler vardır. Fakat içki haram kılındığı için; onun örfte, âdette, kültürde yer alması hiçbir şey ifade etmez.

Günümüzde de batıdan büyük bir hızla esen, modalar, reklâmlar, taklitçilik sebebiyle toplumda yayılan kötü âdetler, bâtıl alışkanlıklar örf olarak görülüp ölçü tutulamaz. Bu mânâda; müslüman hanım kardeşlerimiz;

“–Herkes giyiyor, ne yapayım!” gibi bir psikolojiye yenik düşmemelidir.

Kendisine rol model olarak Efendimiz -aleyhisselâm-’ın hanımlarını, O’nun muhtereme kerîmesi Fâtıma Anamızı ve yine memleketimizde İslâmî câmianın aklı başında, şuurlu ablalarını örnek almalıdır.

•Kadının giyeceği kıyafet, erkeklerle özdeşleşmiş olan giysiler olmayacak.

Bir kadının pantolon-ceket giymesi bu anlamda Efendimiz -aleyhisselâm- tarafından yasaklanmaktadır.

“Kadınlara benzemeye çalışan erkekler, erkeklere benzemeye çalışan kadınlara Allah lânet etmiştir (rahmetinden uzak kılmıştır!)” (Buhârî, Libâs, 61)

Çok soruluyor:

–Bir kadın tesettür gayesiyle pantolon giyemez mi?

Evvelâ ona «pantolon» dememesi lâzım. Bizim kültürümüzde onun adı şalvardır. Yine kadınlara özgüdür. Etek tarzı, bol bir giysidir. Anadolu’da eskiden beri kadınlarımızın, analarımızın, bacılarımızın giydiği bir elbisedir. “Ben etekle rahat edemiyorum. Yolda giderken düşsem etek açılabilir ama pantolon açılmaz vs.” diyen hanımlar o zaman şalvar giyecekler. Bununla beraber, onun üzerine de muhakkak dış giysisini giymek durumundadırlar.

Burada tesettürün tamamlayıcı cüz’ü olan şu âyet-i kerîmeyi de zikredelim:

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle!

Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur.

Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (el-Ahzâb, 59)

Dış örtüsü diye tercüme edilen «Cilbâb» çarşaf, ferâce, bol ve mat renklerde pardösü ve üstüne yakaları örten geniş başörtüsü gibi şekillerde tatbik edilmekte. Böylece saydığımız prensipleri de garanti etmiş oluyor. Çünkü iç mekân elbiseleri, ne kadar olsa vücut hatlarını örtemiyor. Hanımların tercihi istikametinde, renkli, ziynetli olabiliyor.

Pantolon dedikleri, dar kot, hattâ tayt gibi vücuda yapışan kıyafetler ise; bunları bırakın hanımların, erkeklerin dahî giyip sokağa çıkması câiz değildir. Günümüzde maalesef bu tür pantolonların üzerine en fazla dize kadar, tunik veya önlük gibi bir üst elbise giyip tesettürü tamamladığını zanneden kardeşlerimiz oluyor. Bunlar kendilerini kandırmamalıdır. Hem örfümüze göre erkeklere ait bir kıyafet giymekte, hem de vücut hatlarını belli etmeme kaidesini çiğnemektedirler.

Âyet-i kerîmeye devam edelim:

“…Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mü’min kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbî kimseler yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına ziynetlerini göstermesinler.”

Kur’ân-ı Kerîm’in tafsilâta girdiği, tek tek saydığı nâdir mevzulardan biridir.

Burada dikkat etmemiz gereken;

•Kayınbirader ve enişte gibi hısımların listede olmamasıdır. Yani aile içi bir araya gelişlerde, mekânda bu listenin dışında kalan hısımlarımız da varsa, yine dış dünyadaki gibi tesettüre riâyet etmek gerekir.

•Kadınlar «sizin kadınlarınız» şeklinde ifade edilmiştir. Dolayısıyla, gayr-i müslim, İslâm’dan uzak, fâsık yabancı kadınların yanında da bir mü’min hanım tesettüre riâyet eder. Bunun da çeşitli hikmetleri vardır.

Burada sayılanlardan anlıyoruz ki, tesettür, burada sayılmayanlara yani nâmahremlere görünmemek demektir.

Dolayısıyla;

Kadın kocasının yanında elbette istediği süslü elbisesini giyebilir. Hanım hanıma toplantılarında sokakta giydiği dış elbisesini çıkarıp, renkli ve ziynetli kıyafetleriyle elbette oturabilir.

Kadının fıtratında, güzel elbiseler giymek, güzel görünmek var. Dînimiz bunu yasaklamıyor. Hattâ erkeğe yasakladığı nârin ve süslü bir kumaş olan ipeği, kadına helâl kılıyor.

Dînimiz sadece bu görüntüyü sokakta yayınlamayı yasaklıyor. Ziynetlerin nâmahremlere gösterilmesini men ediyor.

Tabiî burada bir de asgarî tesettür var. Yani kadının diğer müslüman kadınlara, kocası dışındaki mahremlerine de belirli bir tesettürü var. Böyle aile içi ortamlarda başı, kolları ve diz altının görünmesinde artık bir mahzur olmadığını söyleyebiliriz. Lâkin Anadolu’muzda; annelerimiz, bacılarımız, tedbiri elden bırakmamış, mâneviyâtı da muhafaza için evlerin içinde de daima makul bir örtüye riâyet etmişlerdir. Belki dışarıdaki kadar kalın değil, fakat bir ince tülbendi başlarından eksik etmemişlerdir.

Âyet-i kerîmeye devam edelim:

“…Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler)…”

Bu da çok mühim. Yine tesettürde esas meselenin dikkat çekmemek, nazarları üzerine celbetmemek olduğuna işaret eden ilâhî beyan. Tepeden tırnağa örtünmüş de olsa, ayaklarını yere vurarak;

“–Ben buradayım! Bana bakın! Ben geliyorum!” anlamına gelecek bir şekilde yürümesi de yasaklanıyor. Demek ki dikkat çekici olmamak esas sır.

Başka bir âyette, «câhiliyye teberrücü» yani teşhir ve açılıp saçılma nehyediliyor, yasaklanıyor. (Bkz. el-Ahzâb, 33)

Teberrüc, geniş bir mefhum. Güya tesettürlü fakat umuma açık bir yerde kahkahalar atıyor, sesini yükseltiyor, bacak bacak üstüne atıyor, parfümü zaten o gelmeden geliyor, taşkın hareketler yapıyor, bunlar tabiî ki bir müslüman hanımın haysiyet ve vakarına yakışmaz, haram ve günahtır.

Sokak diyoruz, sosyal medya da bir başka sokak. Yarı tesettürlü, makyajlı, iç mekân elbiseli resimleri, videoları internete yüklemek, sokağa öyle çıkmaktan da beterdir. Çünkü internette bir de kayıtlı kalıyor. Arşivlenebiliyor.

Eskiden başörtülüleri üniversiteye almıyorlar, daireye sokmuyorlar diye üzülüyorduk. Şimdi içkili mekâna, konser salonuna, olmayacak yerlere başörtülü kardeşlerimizin gittiğinden haberler aracılığı ile muttalî olup kahroluyoruz.

Bir müslüman kadın; eğer Allâh’ı tercih ediyorsa, bunun bir bedeli olacak. Mü’min bir erkek, eğer Allâh’ı tercih ediyorsa bunun bir bedeli olacak. Yani îman bize;

“–Kardeşim, sen şunları yapabilirsin ama şunları yapamazsın.” diyecek.

“–Ben başörtülü olduktan sonra her yere girerim!”

“–Başörtülüler şuraya niye giremesin, burada niye var olmasın ki?” Bunlar şeytânî ve bâtıl vesveseler. Tesettür, insanda ar duygusunu meydana getirmeli.

Âyetin sonu da mesaj dolu:

“…Ey mü’minler! Hep birden Allâh’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (en-Nûr, 31)

Bu iş sadece kadınlara, sadece erkeklere münhasır bir emir değil. Sadece bir grubun yapmasıyla tamamlanabilecek bir iş de değil. Erkeğe ayrı emredildi, kadına ayrı emredildi, şimdi topluca emrediliyor.

Hep beraber bütün mü’minler bu hususta üzerine düşen vazifeyi yaparak hayırda yardımlaşmalıdır. Babalar kızlarını bu şuurda yetiştirmeli, anneler oğullarını terbiye etmeli. Hep beraber Allâh’ın ipine, yani Kur’ân’a ve Sünnet’e sarılmalıyız.

Rabbimiz, hepimize yardım eylesin. Selâm hidâyete tâbî olanlaradır.