KÂRIN HELÂLİYETİ

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Öteden beri insanların şu suallere cevap aradıklarına şâhit oldum:

–Dînimizde kârın bir sınırı var mı?

–Beş liraya mâl edilen bir şey en fazla kaça satılabilir?

–Mâliyet hesaplamalarına neler dâhil edilebilir, neler edilemez?

Geçtiğimiz haftalarda ülkemizde dolar türbülânsları olunca, fiyat artışlarına yansıdı. Sonra dövize müdahale gelince gerileme beklentisi oldu. Bir idarecinin;

“–Roketle yükselttiğiniz fiyatları paraşütle indirmeyin!” açıklaması çok konuşuldu. Bir süredir devam eden ticaret erbâbına karşı olumsuz bakış tekrar yükseldi.

Garip gelebilir ama ülke olarak gerilimler üretmeyi seviyoruz. Türk-Kürt, Alevî-Sünnî, patron-işçi, yerli-mültecî, hasta yakını-doktor ve benzeri gerilimleri bitirdik şimdi sıra müşteri-satıcı gerilimine geldi!

Hâlbuki ticaret, insanlara hizmet etme sahasıdır. İhtiyaç duyduğunuz bir ilâcı eczane eczane dolaşıp bulamadığınız zamanlar olmuştur. Tükenmiş bir kitabı sahaf sahaf aradığınız olmuştur. Bulduğunuzda ne kadar sevinirsiniz. Ticaret bir hizmettir. Son aylarda daha çok duyduğumuz «tedarik zinciri»nin ilki (yani îmâlatçı / müstahsil) hâriç her halkası ticaret erbâbı tarafından oluşturulmaktadır. Tüccar da hizmetinin karşılığını elbette kâr olarak alacaktır.

Fakat ne kadar kâr?

Asıl olan bir mamul, mahsul veya emeğin fiyatının piyasada kendi kendine oluşmasıdır. «Kendi kendine» ifadesinde tabiîlik var. Bu fiyatın düşmesi veya çıkması için günümüzde manipülâsyon, spekülâsyon denilen müdahalelerin yapılmaması lâzım. Fiyatın kendi dengeleri içinde yerini bulması lâzım.

Fakat «tabiî» seyrinde mücbir sebepler olabilir. Tabiat kaynaklı; kuraklık, aşırı soğuk, aşırı yağış, mahsulde azlık, süne, çekirge, yolları kar kaplaması ve benzeri sebepler fiyata tesir edebilir. Günümüzde siyâsî, idârî, iktisâdî tesirlerle meydana gelen büyük değişiklikler de mücbir sebeplere benzetilebilir.

Bir toplum vakası olarak; bir şeyin değerini arz ve talep dengesi oluşturur. Fiyatın kendi kendine oluşması bu demektir.

Talep yüksek olduğu hâlde, arzı daraltmak fiyatı yükseltecektir. Karaborsacılık, ihtikâr bu sebeple yapılır. Son zamanlarda birtakım yerlerde depolanmış gıdâ, otomobil vb. malların bulunduğu bildiriliyor. Otomobil piyasasında magnezyum ve çipten kaynaklanan daralma da dünya ülkelerinin birbirine uyguladığı bir tazyik yahut plânsızlık olarak görülebilir. Fakat üretilmiş ve satmak üzere satın alınmış arabaları, fiyatları daha da yükselsin diye piyasadan çekmek işte bu, ne mer‘î hukukun ne de şer‘î hukukun hoş görebileceği bir şeydir.

Şer‘î hukuk: İslâm hukuku. Mer‘î hukuk: Yürürlükteki kanunlar.

Piyasaya arz daralmaz fakat arz edenler kendi aralarında belirli bir fiyatta anlaşırlarsa, bu da halkın aleyhine olacağı için doğru olmaz. Doğru olan tabiî bir rekabet içinde olmalarıdır. Çünkü bu rekabetten halk istifade edecektir.

İslâm iktisadını araştıranların şu tespiti mühim:

Merhameti esas alan İslâm, toplumda kıtlık ve pahalılık bulunmasını arzu etmez. Malın bol olmasını arzu eder. Bunun için tedbirler alır. İhtikâr yani karaborsacılığı yasaklaması bu tedbirlerdendir.

Haberleşme imkânlarının mahdut olduğu eski iktisâdî düzende; şehirli tüccarların, köylüyü, şehrin dışında karşılamaları da tabiî seyre bir müdahale olarak görülüp mekruh addedilmiştir. Çünkü köylü, şehir piyasasını gözleriyle görmemiş olacaktır. Kendisini karşılayan tüccarın söylediklerinden etkilenerek, belki olması gerektiğinden ucuza satacaktır.

Şehirli bir kişinin köylü adına ticaret yapması da, köylü lehine, şehirli aleyhine bir müdahale olarak görülüp mekruh sayılmıştır. Müstahsil bir an önce malını satıp köyüne dönmek ister. Ama şehirlinin böyle bir acelesi yoktur.

Günümüzde marketin içinde dolaşırken bile, cep telefonunuzun internetiyle bir malın nerede, kaça satıldığını tespit edebiliyorsunuz. Uzaktan satış, doğrudan satış gibi seçeneklerin yayılması da bu sahadaki tedbirleri boşa çıkarmış görünüyor. Fakat biz tedbirlerdeki merhamet ve adâlet rûhunu görmeliyiz. Ne zulmedersiniz, ne zulme uğrarsınız.

Fakat zamanımızdaki problemler büyük ölçüde kapitalist mantıktan kaynaklanıyor:

Fâizli finansman mâliyeti: Son aylarda fâizleri yükseltmek istemeyen iktidarla, buna karşı dövizi yükselten çevreler arasında nasıl bir savaş yaşandığını hep beraber müşâhede ettik. Fâizleri yükseltmeme iradesini gereksiz ideolojik bir inatlaşma zannedenler, yükselen fâizlerin de aynen döviz gibi maliyetlere yansıyacağı gerçeğini gözden saklamaya çalışıyorlar. Ülkemizin bol sıfırlı, iki-üç hâneli enflâsyon geçmişinde, fâizleri yükseltmeme inadı yoktu. Sonuç ortadaydı.

«İş için sermaye, sermaye için finans, finans için de fâizli kredi şarttır!» diyen kapitalist anlayış; her kademede, maliyet hesaplamalarına, aldığı finansmanın fâiz yükünü de yüklemeye sevk ediyor.

Kârı maksimize etmek! Plâza dilindeki maksimize âzamî hâle getirmek, büyütmek demek. Herkesin hedefi kârını en yüksek seviyeye getirmek. Bunun için ne yapacak? Marka oluşturacak, reklâm yapacak:

Marka oluşturmak. İnsanlar beş liralık bir mala niçin 15 lira versin? “Ama bu filânca marka!” diyerek, “Herkeste var bende de olmalı!” gibi hissiyata kapılarak. Bir mamul «marka» olduğunda, kendi cinsinden sıyrılmış oluyor. Sanayileşmeden sonra hemen her şey, marka değeri kazandı. Markasını kuvvetlendirdiği nisbette, bir firma ürününün fiyatını belirlemede daha serbest oluyor. Çünkü artık müşteriye talip değil, müşteri tarafından talep edilen hâle geliyor. Bunu kalitesiyle, tecrübesiyle sağlıyorsa ne âlâ. Fakat ya sadece göz boyayan reklâmlarla ise?

Reklâmlar… Reklâmların aldatıcılığı başka bir bahis. Velev doğru ve dürüst olsun; reklâm ucuz bir mâliyet değildir. Bir mamulün televizyonda, internette habire dönen mâliyetlerini elbette fiyata katıyorlar. Zincir marketlerdeki, meşhur olmayan, market tarafından îmal ettirilmiş markası öne çıkmayan, reklâmı dönmeyen ürünler biraz da bu sebepten bir miktar ucuz oluyor.

Diğer taraftan bir de reklâmların alıcıları var. Onların yani medya güçlerinin de kendilerine reklâm vermeyen bazı firmaları karalama gibi bel altı icraatlarda bulunduklarına dair söylentiler var.

Amortisman… Ticarette fiyatları etkileyen bir mantık da amortismandır. Hususen son aylarda yaşanan fiyat artışlarında bunun çok daha müessir olduğunu düşünüyorum. Bazı mamuller îmal edildikten sonra uzun zaman müşterisini bekleyebilir. Bir gıdâ maddesi gibi kısa sürede tüketilmek mecburiyetinde değildir.

Tüccar 10 liraya aldığı malı 13 liraya satıyor diyelim. Fakat çeşitli sebeplerle, bu esnada o malın toptan fiyatı 13 lira oluyor. Esnaf satış fiyatını derhâl 16 liraya çıkarıyor. Niçin? «Çünkü onu satınca yerine koyacağım malı 13’e alacağım.» diyor. Yahut paranın değer kaybından dolayı; «Benim ona verdiğim 10 lira da aslında 13 lira oldu.» şeklinde düşünüyor. Böylece amortisman yani yerine koyma mâliyeti, hayat pahalılığını en çok körükleyen şeylerden biri oluyor. Hâlbuki bilhassa bahsettiğimiz raf ömrü çok uzun olan mallarda; amortisman mantığı yerine eldeki stoku, kendi mal ediliş ölçüleriyle satmaya devam etmek daha insaflıdır. Amortisman, fırsatçılığa dönüştürülmemelidir.

Kârsız Satış veya Çok Yüksek Kâr…

Bir mamulün fiyatı; arz ve talep dengesiyle, piyasadaki tabiî seyrinde ortaya çıkar diyoruz da, kâr şu kadar olmalı demiyoruz. Çünkü o dengeler, bazen bırakın kârı, zararı bile doğurabilir.

Geçen sene az mahsul vardı ve çok kıymetliydi diye, herkes aynı zirâî mahsûle ağırlık verir ve bu sefer de çok fazla mal olduğu için, mahsûlün fiyatı mâliyeti bile kurtarmaz. Bunlar yaşanmıştır. Hattâ çiftçi bu duruma düşmesin diye, devlet neyin ekilip dikileceğini yönlendirmeye çalışır.

Tüccar da zaman zaman kârın sıfırlanabileceğini bilir. Spot satışlar gibi uygulamalarda esnaf kâr elde etmeyi değil, o an ihtiyaç duyduğu nakde ulaşmayı hedefler. İş değişikliği, kampanyalar vs.

Fakat o tabiî fiyatta çok yüksek bir kâr da olabilir. Meselâ sanat mamullerini düşünelim: Üretim mâliyeti olarak çok ucuz olsa da, sanatkârın te’lifi mantığıyla çok yüksek değerlere ulaşabilir. Çok mâhir ve meşhur bir terzinin emeği de böyledir. Fakat o sanatkâr yahut o usta o noktaya uzun yatırımlarla gelmiştir. Üstelik zevk ve estetik sahası insanların pek pazarlık ettiği bir alan değildir.

Bazen zaman ve mekân da o kıymeti artırabilir. Deniz manzaralı bir kafeteryada bir bardak çayın, bir iş hanının çay ocağında demlenen çaydan kat kat yüksek fiyatlı olması gibi. Uçak biletlerinin bayram ve benzeri zamanlarda gördüğü rağbetle pahalanması gibi. Fakat aynı uçak şirketi, rağbet görmeyen bir zamanda da yarı dolu bir uçakla uçabilmektedir.

Fakat bazı sahalarda devlet narh koyarak, bu tür iniş çıkışlara izin vermez. Meselâ bayram gibi yoğun vakitte de sakin vakitte de taksi ücreti aynıdır. Orada kamu hizmetini düzenleme adına devlet, ağırlığını koymaktadır. Suudî Arabistan gibi devletin henüz tam teşekkül edemediği yerlerde, böyle zamanlarda taksi ücretleri, tıpkı uçak ücretleri gibi tavan yapar.

Devlet ancak herkesi alâkadar eden temel ihtiyaç maddelerinde piyasaya müdahale eder. Meselâ et fiyatları çok yükselince, yurt dışından et getirtilip piyasanın düşürüldüğünü hatırlarsınız. Temel ihtiyaç maddesi olmayan, lüks sayılabilecek mal ve hizmetlerde devlet, piyasaya karışmamayı tercih eder.

Unutmamalıdır ki, müşterinin mağdur edilmemesi gerektiği gibi, üreticinin, satıcının da mağdur edilmemesi lâzımdır. Tüketicinin kaybedeceği şey, sadece kendi bütçesindeki küçük bir kayıptır. Fakat müstahsil, imalâtçı, yatırım yapan, istihdam üreten tüccar, bunlar mağdur edilirse, işleri bozulursa nice insan işinden olur, yatırımlar israf olur.

En baştaki suâli soranlar bazen şunu da ekliyorlar:

–Fıkıhta kârı sınırlayan bazı ölçüler varmış, %5, 10, 20 gibi? Öyle duyduk…

Evet, fıkıh kitaplarımızda bu ölçüler zikrediliyor. Ancak bu ölçüler, güvene dayalı alışverişlerde bir iptal mekanizmasıyla alâkalıdır.

Alışverişler iki türlüdür:

•Müsâveme yani fiyat hususunda müşterinin satıcıya güvenmediği, araştırdığı, pazarlık ettiği alışverişler. Normal piyasa şartları böyledir.

•Emânet / güven esaslı alışverişler. Müşteri satıcıya, satılan şeyin mâliyeti, fiyatı vs. hususlarda güveniyor. Böyle bir alışveriş olmuş, müşteri daha sonra aldatıldığını düşünmüş ve mahkemeye (veya tüketici masasına) başvurmuş. Siz de fiyat hususunda ehl-i hibre / bilirkişi olarak bu alışverişte kazıklama var mı diye hakem oldunuz. İşte böyle bir durumda böyle ölçülere ihtiyaç duyulabilir.

Aslında burada da piyasa gerçeklerine atıfta bulunulur fakat o malın piyasa fiyatı üzerinde, küçük mallarda % 5, binek vb. büyük mallarda % 10, gayr-i menkullerde % 20’lik bir artı fiyata makul gözle bakılır. Yani aslında normal fiyatın ne kadar daha üzerine çıkılmasına müsamaha gösterilebileceğine dair bir üst sınır çizilmektedir o kadar.

Güven akitleri, satıcının mâliyetini söyleyip;

“–Sana, bana mal olduğu fiyata satayım veya yüzde %10 kârla veya %5 indirimle satayım.” dediği türden satışlardır.

Yukarıda bahsettiğimiz normal / müsâveme satışlarında; satıcı, mâliyetlerini açıklamaz, açıklama mecburiyetinde de değildir. Emânet esaslı alışverişlerde bu rakam açıklandığı için, müşteriye sonradan; “Aldatıldım! Bunu iptal etmek istiyorum!” deme hakkı doğmaktadır. Bunun ispatında da hakem, aslında müsâveme alışverişleri yani piyasanın normalleri olmaktadır.

Günümüzde bir ürünün nerede kaça satıldığını listeleyen internet siteleri var. Bunlar bile bu mânâda ölçü oluşturuyor. Fakat hususen ikinci el gibi sübjektif sahalarda güven meselesi ortaya daha fazla çıkıyor.

Bu sebeple, eş-dost, akraba arasında yapılan ve piyasası tam olarak ortaya konamayan malların alışverişinde çok dikkatli olmak lâzımdır. Burada müşteri, satıcıyı kârını maksimize (!) etmeye çalışan biri olarak görmüyor. Öyle görse tedbir alır. Meselâ bir araba alıyorsa onu raporlama firmasına götürür. Bilâkis satıcıyı, kendisinin iyiliğini isteyen, mâliyetine bırakan, dostâne bir şekilde destek olmaya çalışan biri olarak görüyor. Böyle bir münasebette, muhatabın durumunu ve hissiyatını istismâr etmek, gönül hoşnutluğuyla helâl bir kazanç getirmez.

Zamanımızda yaşanan iniş çıkışlarda da halk nezdinde böyle bir güven sarsılmasına şâhit olduk. Halk, bugüne kadar hep hesaplı alışveriş yaptığı müesseselere bir güven duygusu oluşturmuştu. Çünkü bu müesseselerin, mâliyetleri en aza indirmek ve iskontolu satış yapmak va‘di de vardı. Gerek salgın, gerekse döviz dalgalanmalarında bu güven biraz sarsılmış görünüyor. Bu müesseselerin, fiyatlandırmalarında müsâveme değil de, güvene dayalı bir satış hassâsiyeti göstermelerinde fayda var.

Hâsılı;

Ticarette gönül hoşluğu ve rızâ ile bir hizmet mantığı ile hareket edilmelidir.

Ticarette iyi kazançlar elde eden sahâbîye sorarlar:

“–Ey Zübeyr bu kadar malı nasıl elde ettin?”

O da şu cevabı verir:

“–Kimsenin gözü malımda kalmadan alışveriş yapıyorum. Ayrıca ticareti sadece kâr gayesiyle yapmıyorum. (Onda halka hizmeti de hedefliyorum.) Allah da bereketini ihsan ediyor.” (İbn-i Abdülber, İstîâb, 263; Hadislerle İslâm)