O, ÖYLE BİR PEYGAMBERDİ Kİ!
Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com
BİR HADİS:
عَنْ عَلِيٍّ بْنِ أَب۪ي طَالِبٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ :
« لَمْ أَرَ قَبْلَهُ وَلَا بَعْدَهُ مِثْلَهُ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ »
Ali bin Ebî Tâlib -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:
“Ben, kendisi hayatta iken de vefât ettikten sonra da O’nun kadar güzel birini görmedim.
Allâh’ın salât ve selâmı O’nun üzerine olsun.” (Tirmizî, Menâkıb, 8)
BİR MESAJ:
“Ey mü’min kardeşim! O’nun hem ahlâkı hem de yaratılışı güzeldi.
Onun için O’nu, kendi nefsin dâhil her şeyden çok sev ve O’nun ahlâkıyla ahlâklanmaya çalış!”
Canım kurban olsun Sen’in yoluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed!
Gel şefâat eyle, kemter kuluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed!
(Yûnus Emre)
Adı güzel kendi güzel Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-.
Dedesi Abdulmuttalip O’na bu ismi verirken, yerde ve gökte övülen bir insan olsun, diye vermişti. Bu mânâda O; gökte meleklerin, yerde mahlûkatın övdüğü, medhettiği bir peygamberdir. Ahmed ü Mahmûd ü Muhammed’dir. -sallâllâhu aleyhi ve sellem-.
O; bedenî vasıflarıyla, güzel ahlâkıyla insanlar arasında temâyüz eden, seçilmiş Mustafâ’dır. -sallâllâhu aleyhi ve sellem-.
Şairin diliyle;
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim!
Hak’tan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim!
Adı hep Allâh’ın adıyla anılmaktadır. Müslümanların her fırsatta söylediği; «Lâ ilâhe illâllah; Muhammedün Rasûlullah» bütün bir kâinatta, kıyâmete kadar nidâ edilecek, paslı gönülleri nurlandıracaktır. Her namazda selâmdan önce okunan; «kelime-i şahâdet»te, lâfza-i Celâl ile Muhammed ism-i şerîfi birlikte geçmektedir.
Günde beş defa okunan ezân-ı Muhammedî ile mü’minler; Allah -celle celâlühû- ve Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- isimleriyle, namaza davet edilmektedirler.
O, insanların en güzeliydi. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-;
“Ben, kendisi hayatta iken de vefât ettikten sonra da O’nun kadar güzel birini görmedim. Allâh’ın salât ve selâmı O’nun üzerine olsun.” (Tirmizî, Menâkıb, 8) demiştir.
Şairin dediği gibi;
O ne sûret, O ne sîret, ne güher,
Hilye Kur’an Sana ey Peygamber!
Hangi söz gelse hayalden hatıra;
Yüce hâlin, yine sığmaz satıra! (Seyrî)
“Rasûl-i Ekrem’in boyu ne aşırı derecede uzun, ne de göze batacak kadar kısaydı, uzuna yakın orta boyluydu.
Teni ne süt beyaz ne de tam esmerdi.
Saçı ise çok dalgalı ve kıvırcık olmadığı gibi tamamen düz de değildi.” (Buhârî, Menâkıb, 23)
Fahr-i Kâinât Efendimiz; âhiret yurduna hicret ettiğinde, saçında ve sakalında yirmi tane bile beyaz telin bulunmadığı nakledilmiştir. (Ahmed bin Hanbel, III, 254)
Şair ne güzel söylemiş:
Ne uzun ne kısa, karârında boy,
Soyu İbrâhim’den, ne asil bir soy,
Saçları hoş, siyah, dalgalı bir koy,
Kemâlini giydir beni benden soy! (H. Karaman)
“Mübârek vücudu her bakımdan güzeldi.
Teninin rengi hafifçe pembeye çalan nûrânî beyazdı.
Yürürken sanki meyilli bir yerden iniyormuş gibi yürürdü.” (Tirmizî, Libâs, 21)
Ebû İnebe el-Havlânî Hazretleri Fahr-i Kâinât Efendimiz’in yürüyüşünü tarif ederken; «âdetâ kayayı yerinden sökercesine» sert bir edâ ile yürüdüğünü ifade etmiştir. (Bezzâr, Müsned, IX, 215)
O’nda; Allah’tan gelen bir heybet, vakar ve mehâbet vardı. O’nu ilk görenlerin kalplerinde bir tesir oluşurdu.
“Göğsü ile iki omzunun arası genişçeydi.” (Buhârî, Menâkıb, 23)
Elleri ipek gibi yumuşaktı. Enes -radıyallâhu anh-, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in ellerinden bahsederken; O’nun ellerinin ne kadar yumuşak olduğunu bize şöyle aktarmaktadır:
“Ben; atlas ve ipek dâhil, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in elinden daha yumuşak bir şeye dokunmadım.” (Buhârî, Savm, 53)
Omuzlar yapılı; düzgün el, ayak,
Boynu güzel, düzgün, gümüşten berrak.
Göğsünden inen kıl, zarif bir yaprak,
Benden mutlu, Sana sarılan toprak.
Azatlık istemem, cemâlin göster!
Elim ellerine dokunmak ister. (H. Karaman)
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i şöyle anlatır:
“Allâh’ın Rasûlü orta boyluydu; boyu ne aşırı derecede uzun, ne de göze batacak kadar kısaydı. Mübârek saçı çok kıvırcık olmadığı gibi, tamamen düz de değil, hafif dalgalıydı.
Ne tombul yüzlü ne de yumru yanaklıydı. Yüzünde hafif bir değirmilik vardı.
Teninin rengi de beyaz olup hafifçe pembeye çalardı.
Gözleri iri ve siyahtı.
Kirpikleri sık ve uzundu.
Kemiklerinin başları ve iki küreğinin ortası iriceydi.
Mübârek vücudu çok fazla tüylü değildi; göbeğinden göğsüne doğru ince bir tüy şeridi uzanırdı.
Mübârek el ve ayakları etlice, parmakları ise uzunca idi.
Yürürken ayaklarını yerden kuvvetlice kaldırır, yere sert şekilde basmaz, adımlarını genişçe atar, meyilli bir yerden iniyormuş gibi yürürdü.
Bir tarafa döneceği zaman sadece başını çevirmez, bütün vücuduyla dönerdi.
İki kürek kemiğinin arasında peygamberlik mührü vardı. Peygamberlik O’nunla son bulmuştur.
(Câbir bin Semüre, bu mührün güvercin yumurtası büyüklüğünde ve kırmızımsı bir ben gibi olduğunu belirtmektedir. [Tirmizî, Menâkıb, 11])
İnsanların en geniş kalplisi, en doğru konuşanı, en yumuşak huylusu ve herkesle en güzel geçineni idi.
Etkili görünümü dolayısıyla, O’nu ilk defa gören kimsenin içinde bir ürperti hâsıl olurdu; fakat O’nunla bir süre kalıp kendisini tanıyınca, gönlünde O’na karşı derin bir muhabbet uyanırdı.
Rasûl-i Ekrem’i vasfedenler sözlerini şöyle bitirirdi: Sözün kısası, ben daha önce de, daha sonra da O’nun bir benzerini görmedim. Allâh’ın salât ü selâmı O’na olsun.” (Tirmizî, Menâkıb, 8)
O’nun güzelliğini doya doya seyreden Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-; O’nun vech-i saâdetleri hakkında şöyle demektedir:
“Ben, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den daha güzel bir varlık görmedim. Sanki güneş, mübârek yüzünde akıp giderdi.” (Tirmizî, Menâkıb, 12)
Câbir bin Semüre -radıyallâhu anh- şöyle demektedir:
“Mehtaplı bir gecede Rasûl-i Ekrem Efendimiz’i kırmızı renkli (kırmızı çizgili) bir elbise içinde gördüm. Hangisinin daha güzel olduğunu anlamak için bir O’nun yüzüne bir de Ay’a baktım. Yemin ederim ki, bence O’nun mübârek yüzü Ay’dan daha güzeldi.” (Tirmizî, Edeb, 47)
Âlemde hüsnüne yoktur bir bedel,
Böyle hükmeylemiş takdir-i ezel;
Son Rasûl olmalı güzelden güzel!
Feyzini güzeller hep Sen’den alır,
Yanında güzellik pek sönük kalır! (Mahmut Kaya)
En son vefât eden sahâbî olan Ebu’t-Tufeyl Âmir bin Vâsile;
“–Şu yeryüzünde, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i bizzat gören insanlardan sadece ben kaldım.” deyince, Saîd bin İyâs ona;
“–Öyleyse Peygamber Efendimiz’i gördüğün gibi bana da anlat.” dedi. O da Sevgili Peygamberimiz’in genel görünümünü kısaca şöyle tavsîf etti:
“Allâh’ın Elçisi beyaz tenliydi. Mübârek bedeni eşsiz bir güzelliğe sahipti. Ne uzun ne kısa ne zayıf ne de fazla kiloluydu.” (Müslim, Fezâil, 98-99)
Sevgili Peygamberimiz’i en iyi anlatanlardan biri de, üvey oğlu Hind bin Ebû Hâle Hazretleri’dir. Hazret-i Hasan şöyle der:
“Peygamber Efendimiz’i çok iyi anlatanlardan biri olan dayım Hind bin Ebû Hâle’den Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in özelliklerinden (hilyesinden) öğrenebileceğim kadarını bana anlatmasını istedim. O da şunları söyledi:
«Peygamber Efendimiz irice yapılı ve heybetliydi.
Yüzü Ay’ın on dördü gibi parlardı.
Uzuna yakın orta boylu, büyükçe başlıydı.
Saçları hafif dalgalıydı. Saçı kendiliğinden ikiye ayrılırsa onu ortadan ayırır, yoksa kendi haline bırakırdı. Saçı uzadığı zaman kulak memesini geçerdi.
Rengi nûrânî beyaz, alnı geniş,
Kaşları hilâl gibi ince, uzun, kavisli ve gürdü; çatık kaşlı değildi. İki kaşı arasında öfkelendiği zaman kabaran bir damar vardı.
Burnu uzunca, uç kısmı ince, ortası hafifçe kavisliydi. Burnunun üzerinde bir nur yükselirdi.
Sakalı sık ve güzeldi.
Yanakları düzdü.
Ağzı genişti.
Dişlerinin arası seyrek ve pek hoştu.
Göğsünden göbeğine kadar ince bir çizgi hâlinde uzayan tüyler vardı.
Boynu pek latîf, gümüş gibi saf ve berraktı.
Bütün organları birbiriyle uyumlu, eti sıkı, ne zayıf ne de şişman, göğsü ile karnı bir hizadaydı.
Bilekleri uzun, avucu genişti. El ve ayakları etlice, parmakları uzun ve son derece ölçülüydü.
Ayaklarının altı hafifçe çukur, üstü ise son derece düzgün ve pürüzsüzdü; hattâ ayaklarına dökülen suyun tamamı bir damla bile kalmadan ayağının her tarafına yayılırdı.
Ayaklarını hızlıca kaldırır, fakat yere sert şekilde basmazdı.
Geniş ve hızlı adımlarla, meyilli bir yerden iniyormuş gibi sâkin ve vakûr bir şekilde yürürdü.
Bir tarafa dönmesi gerektiğinde o yöne bütün vücuduyla dönerdi.
Bakışlarını yere doğru indirir, gökten çok yere bakar ve çoğunlukla göz ucuyla bakardı.
Arkadaşlarıyla yürürken onları öne geçirir, kendisi arkada yürürdü.
Yolda karşılaştığı kimselere önce kendisi selâm verirdi.»” (Taberânî, el-Mu‘cemü’l-kebîr, XXII, 155-156)
Fahr-i Kâinât Efendimiz’in vefatından sonra O’nun hasretiyle yanıp tutuşan kayınbirâderi Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhümâ- şöyle demektedir:
“Ben, hayatımda Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kadar cesur, O’nun kadar cömert, O’nun kadar yiğit, O’nun kadar aydınlık yüzlü ve güzel birini görmedim.” (Dârimî, Mukaddime, 10)
Bu bakımdan mü’minler olarak âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e îmân etmeli, O’na itaat etmeliyiz. O’nun güzel sünnet-i seniyyesine tâbî olup, O’na ittibâ etmeliyiz. O’nun güzel ahlâkıyla ahlâklanmalı, hayatımızın her alanında O’nu örnek almalıyız.
Ve hepsinden önemlisi; anamız-babamız, kendi nefsimiz de dâhil olmak üzere O’nu her şeyden çok sevmeliyiz. Bu, aynı zamanda O’na olan îmânın bir gereğidir.
Yine unutmayalım ki kişi sevdiği ile beraberdir.
Araya araya bulsam izini,
İzinin tozuna sürsem yüzümü,
Hak nasip eylese görsem yüzünü;
Yâ Muhammed canım arzular Sen’i. (Yûnus Emre)
Rabbimiz; bu dünyada O’nun ahlâkıyla ahlâklanmayı, mahşerde de O’nun Livâü’l-hamd etrafında toplanmayı cümlemize nasip ve müyesser eylesin!
Rabbimiz, cümlemizi şefaatine nâil eylesin!
Âmîn…