TAHTA BEBEK

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

Kafesli evlerde ağlar çocuklar,
Odalarda akşam olurken henüz.
O zaman gözümün önünde parlar,
Buruşuk buruşuk, ağlayan bir yüz.

Ne vakit karanlık kaplasa yeri,
Başlar çocukların büyük kederi;
Bakınır, korkuyla dolu gözleri:
Ya artık bir daha olmazsa gündüz?

Gittikçe kesilir derken sedâlar,
Gece; bir siyah el gözümü bağlar;
Duyarım, içime sığınmış, ağlar,
Bir ufacık çocuk, bir küçük öksüz… (Necip Fazıl KISAKÜREK)

 

İlkokula pederimin vazifesi sebebiyle tayin olduğu Anadolu’nun küçük bir şehrinde başlamıştım.

Okulun ilk günlerinde annelerinden ilk defa ayrılan ve öğretmenleriyle tanışan çocuklar feryat figan ortalığı inletiyor, annelerinden ayrılmakta güçlük çekiyorlardı.

O çocukların içinde dikkati çeken bir kız çocuğu vardı ki, ağlamıyordu ama elindeki tahta bebeği de bırakmıyordu.

Tahta bebek, öyle âhım şâhım oyuncak mağazalarında satılan bir bebek değildi. Elde yapılmış; tahta parçasının üzerine kalemle kaş, göz işlenmiş sıradan bir oyuncaktı.

İlerleyen günlerde bütün çocuklar okula alışmıştı ama, 326 numaralı Melek, çocukların acımasız alaylarına rağmen hâlâ o tahta bebekle okula gelmeye devam ediyordu.

“Tahta bebek Melek!.. Tahta bebek Melek!..”

Melek büyük bir vakarla söylenenlere kulak asmıyor, bebeğine sıkı sıkı sarılıyordu.

Öğretmenimiz okula oyuncak getirmemizi istemiyordu ama, Melek bebeğiyle gelmeye devam ediyor bu da çocukların daha da çığırından çıkmasına sebep oluyordu.

Çocuklar öğretmene serzenişte bulunuyorlar, Melek’i şikâyet ediyorlardı. Öğretmenimiz ise gülümsüyor;

“–Melek de bir süre sonra getirmeyecek, o oyuncak değil zaten!” diyordu.

Durumu alaycı bir tavırla anneme anlattığım zaman annem beni uyardı;

“–Sakın alay etmeyin evlâdım. Annesi vefât ettiği için Melek’i okula dedesi getiriyor. O tahta bebeği de dedesi yapmış; bir süre sonra okula alışınca, getirmez oyuncağını herhâlde…” dedi.

Hakikaten birkaç ay sonra çocuklar onun tahta bebeğini benimsedi ve alaydan vazgeçtiler, Melek de zaten okula alıştı, arkadaş edinip tahta bebeğini okula getirmemeye başladı.

Yıllar birbirini kovaladı. Biz de pederimin emekli olmasından sonra İstanbul’a yerleştik. Üniversiteyi bitirdim, evlendim, iş güç sahibi oldum. Benim de bir kızım oldu.

Kızım büyüdü, ilkokul çağına geldi. Okullar açılınca büyük bir heyecanla annesi onu okula götürdü.

O akşam işten eve dönünce, evde üzüntülü bir hava estiğini fark ettim; yemekten sonra durum anlaşıldı, kızımız annesinden ayrılamamıştı. Dersler bitene kadar annesi sınıfta oturmuştu.

Önceleri; «Alışır…» dedik ama alışamıyordu. Öğretmeniyle konuştuk; «İsterseniz bir pedagog yani çocuk psikoloğu ile görüşün.» dedi.

Arkadaşlar ile durumu istişâre ettik ve tavsiye üzerine bir pedagogdan randevu aldık ve gittik.

Pedagog hanım önce üçümüzü dinledi, sonra kızımızı dışarı çıkarıp bizi dinledi.

Bu arada pedagog hanımın arka tarafındaki büfenin üzerinde bulunan oyuncak tahta bebek dikkatimi çekti.

Kendi kendime;

“–326 Melek!” dedim.

“–326 Melek mi dediniz?”

“–Evet; bu bebeği hatırladım.” dedim.

Pedagog hanım;

“–İlkokulda siz de bizim sınıftaydınız herhâlde…” deyince;

“–Yoksa siz o Melek misiniz?” dedim.

İlkokuldan sınıf arkadaşım, çocukların;

“–Tahta bebek Melek!” diye alay ettiği Pedagog Melek Hanım tahta bebeği ile karşımda duruyordu, ikimiz de çok şaşırmıştık.

İlk önce toparlanan o oldu. Elindeki tahta bebeği kızımıza vererek;

“–Bunu okula giderken çantana koy, anneni yanındaymış gibi farz et. Annen aklına gelirse çıkar; o bebeğe sarıl, tekrar çantana koy!” dedi.

Sonra bana dönüp;

“–Her ne kadar ilmî bilgileri kullanıyor olsak da gelenekten gelen usûller de işimize yarıyor. Tıpkı dedemin bana armağan ettiği bu tahta bebek gibi.” dedi.

Ayrılırken de gülümseyerek;

“–İşiniz bitince bebeği geri getirirsiniz. Hem o bana dedemden hâtıra hem de başka ihtiyacı olanlara da kullanabilelim…” deyip bizi uğurladı.

Tabiî 326 Melek’in dedesinin yaptığı tahta bebek, bizim bebeğimizin de okula alışmasına vesile olmuştu.