ŞİKÂYETTEN ŞİKÂYET

Ali AĞIR aliagir70@gmail.com

Her şeyden, oğuldan-kızdan şikâyet,
Kışın soğuğundan, yazdan şikâyet,
Çok verince Hakk’a şükrü unuttuk,
Ey nankör alınca azdan şikayet!.. (Servet YÜKSEL)

 

Nisyan ve isyan hâlinde olan insan, dünyaya gönderiliş gayesinden ve hayatının merkezinde yer alması beklenen kulluk vazifesinden bir hayli uzaklaşmış, geçici heveslerinin peşinde koşan; daha iyisinin, daha güzelinin, daha yenisinin hayalini kuran, gününü haz ekseninde yaşamaya çalışan birine dönüşmüştür. Bu sebeple çağımızın en büyük mânevî hastalıklarından biri de «şikâyet»tir.

Şikâyet maddeler hâlinde şöyle tarif edilebilir:

•Hâle rızâ göstermemek,

•Nimetlerin farkında olmamak,

•Elindekilerin kıymetini bilmemek ve

•Başa gelen hâdiselerden yakınmak/sızlanmak.

Reklâmların hırsımızı kamçılaması, -çoğunlukla kıskandırmak niyetiyle- sosyal medya gibi yerlerde ihtiyaç olmadığı hâlde alınan yeni eşyaların, tatil ve lüks lokantalarda yenen yemeklerin fotoğraflarının paylaşılması; komşu ve akraba ziyareti esnasında gidilip görülen yerlerin gidemeyecek durumda olanlara anlatılması gibi birçok husustan dolayı, gün geçtikçe şikâyetlerin derinliği ve sayısı artmaktadır.

İnsanın imkânı ne seviyede olursa olsun, sahip olduğu nimetler ne kadar çok olursa olsun, bütün bunlara burun kıvırmakta ve iş gelip şikâyette düğümlenmektedir.

Şikâyet beraberinde şükürsüzlüğü getirmektedir. Şükürsüzlük çok büyük bir nankörlüktür. Hâle rızâ, eldekilere şükür olmadıktan sonra bu kördüğümün çözülmesi asla mümkün olmayacaktır.

Bazı eksikler, hevesler, istekler hırs vadisinde ulaşılmaz zirvelere sahip dağlara dönüşüp şikâyetler hiç bitmezken; şükür noktasında ciddî bir tefekkür ve şuur eksikliği sergilenmektedir.

“Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden daha iyi olanlara bakmayınız! Bu; Allâh’ın, üzerinizdeki nimetini küçük görmemeniz için daha uygun bir davranıştır.” (Müslim, Zühd, 9)

Bir insanın maddî ve mânevî bütün noktalarda en zirvede olması mümkün değildir. Malı, mülkü, parası çok olanların sağlığında; ahlâkı güzel olanların saâdetinde; çok az insanın erişebileceği makamlarda olanların iç huzurunda mutlaka bazı noksanlar olacaktır. Bu, dünya hayatının ve imtihanın bir gereğidir.

Pandemi sürecinde, okulların temiz bir şekilde açılması ve eğitim-öğretimin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için bir dizi tedbirler alınacak, daha sonra da denetlemeye tâbî tutulacaktı. Eksiklerimizi görmek ve hazırlığımızı yapmak adına okulumuzdaki diğer müdür yardımcısı Ali BİLGİÇ ile, arkadaşının vazife yaptığı, bütün hazırlıklarını bitiren bir başka okulu ziyarete gittik.

Resimler çektik, notlarımızı aldık. İşimizi bitirdikten sonra bizleri uğurlamak için okulun müdür yardımcısı bahçeye çıktı. Dışarıda iki araba duruyordu. Biri son modeldi, diğeri ise dört-beş yıl önce piyasaya sürülen bir arabaydı.

Ali Hocam;

“–Arkadaşım, bu son model araba senin mi?” diye sordu. Arkadaşı biraz da latîfeyle;

“–Yok hocam, o müdür beyin arabası. Biz o kadar zengin değiliz.” diye cevap verdi.

Ali Hocam, o gün üzerinde uzun uzun düşünülecek bir söz söyledi:

“–Şükür hâlimize. Hayal bile edemediğimiz arabalara biniyoruz.”

Çok güzel bir hakikati dile getirmişti. Bizim çocukluk hayallerimizi bir-iki küçük oyuncak, gençlik hayallerimizi ise vitesli bir bisiklet süslerdi.

Diğer yandan şöyle de bir durum var: Nimetin büyüklüğü, ödenen bedele göre derecelendiriliyor. Ödenen bedel fazlaysa eldekiler kıymetli, azsa kıymetsiz olarak düşünülüyor.

Arabaların, uçakların çok büyük nimetler olduğunu düşünenler; ayakların birer nimet, hattâ otomobillerden çok daha büyük bir nimet olduğunun farkında değil.

Sofrasına gelen karpuzun kilosuna 2 lira ödeyen birçok kişiye göre, kilosuna 70 lira ödediği fındık daha kıymetli bir nimettir.

Yemeğe katılan yağın, tuzun, salçanın az çok bir nimet olduğunu düşünen kişi; bunların konulduğu tenekenin, kavanozun, tuzluğun farklı bir nimet olduğunu düşünmez.

Yarış arabalarının, özel üretilmiş bir yatın tasarımı karşısında gözleri kamaşan ve hayretini saklayamayan biri, kâinattaki hiç aksamayan düzeni ve eşsiz tasarımı aklına bile getirmez.

Şükürsüzlüğün ve şikâyetin en büyük sebebi tefekkür etmemektir.

Biraz dikkatli bakıp tefekkür edildiğinde, görülen ya da görülemeyen her şeyin aslında büyük birer nimet olduğu fark edilir.

Tefekkür ufkunda bir güneş gibi yükselemeyen insan; hırslarını dizginleyemez, gafletten sıyrılamaz ve verilen nimetlerin farkına varamaz.

Elde olan ve şikâyet edilenlerin çok azına bile sahip olmak için gece-gündüz duâ eden o kadar çok insan vardır ki…

Şükürsüzlük ve şikâyet, kulun derecesini düşürürken; şükür ve hâle rızâ, verilen nimetlerin çoğalmasına vesiledir.

“Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: «Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım…»” (İbrâhîm, 7)

Rasûlullah -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem-’e bir gün bir dilenci geldi. O da ona bir hurma tanesi verdi. Adam;

“–Sübhanallah! Koca bir peygamber sadaka olarak bir hurma tanesi mi veriyor!” dedi.

Bunun üzerine Rasulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- (“Kim zerre ağırlığında hayır işlerse onu görecektir.” [ez-Zilzâl, 7] âyetine işaretle);

“–Sen bu hurma tanesinde kaç zerre bulunduğunu biliyor musun?” buyurdular.

Daha sonra bir başka dilenci geldi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona da bir hurma tanesi verdi.

Bunun üzerine (bu kıymet bilen şahıs);

“–Bu, Allah Teâlâ’nın peygamberlerinden birisinin vermiş olduğu bir hurmadır. Allah’a yemin ederim ki yaşadığım müddetçe onu saklamaya devam edecek ve onun vasıtasıyla Allah’tan bereket dileyeceğim!” dedi.

Bunları işiten Allah Rasûlü, ona (daha fazla) iyilik yapılmasını emretti. Böylece adam, çok geçmeden (fakirlikten kurtulup) zengin oldu.*

Kıymet bilenlerden ve şikâyeti unutanlardan olabilene ne mutlu!

_________________

* Yusuf Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, c. 3, s. 214; Rivâyetin kaynağı: Beyhakî, Şuab, 385 [8711](; Ayr. Bkz. Metin KARABAŞOĞLU, Gece Yürüyüşü, İz Yayıncılık, s. 70.