KARA TRENİN ARKASINDAKİ KÖMÜR VAGONU

Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

İnsanoğlu her zaman bir öğrenci gibidir, istese de istemese de hayat ona hep bir şeyler öğretir. Okulda öğrenci iken imtihan oluruz, imtihan sonucunu merak ederiz; «Nasıldı?» diye sorarız. Üniversite okuruz; «Acaba okulu bitirebilecek miyiz?» diye beklentiler, meraklar, sorular birbirini takip eder… Mânevî eğitimde de böyledir. Hangi mânevî okul olursa olsun o mektebin talebeleri de merak içindedir; «Acaba ilerliyor muyum? Acaba yerimde sayıyor muyum?» diye kendisini sorgular.

Merhum Aksaraylı saatçi Osman Amcadan yıllar önce dinlediğim bu mevzu ile alâkalı güzel bir hâtırayı sizlerle paylaşmak istiyorum:

Osman Amcamız, İstanbul’da o zaman bekâr olarak kaldığımız Fatih’teki evimize misafir gelmişti. Onun geldiğini duyan Fatih’teki yaşça benden büyük olan ağabeylerimiz de geldi, sohbete katıldılar. Sohbet arasında o zamanlar yaşı altmışın üstünde olan bir ağabeyimiz soru sordu:

–Efendim, yaklaşık 30 yıldır mânevî eğitimin yani tasavvufun içindeyim. Fakat kendime bakıyorum da ilerliyor muyuz yoksa yerimizde mi sayıyoruz hiç bilmiyoruz. Yani bu mânevî eğitimde ilerleme nasıl olur, kişi kendini nasıl bilir?

Saatçi Osman Amcamız, kendi Aksaray şivesiyle cevap verdi:

–Yav gardaşım, sen gara treni bilin mi? Hani şu arkasında kömür vagonu olan… Hah o kömür vagonu, kara trenin arkasında durur ve kömür ilâzım olduğunda oradan alınır, kullanılır. Trenin birinci mevkiinde oturan da varılacak olan istasyona varır, kömür vagonunda giden de aynı istasyona varır. Önemli olan nirde olduğun deel gardaş! Trende misin deel misin ona bak sen! Yani diyeceğim; güzel bir mânevî yola girmişsin, oradan inmemeye bak gardaş. Gara trenin arkasında da olsan varacağın yere varırsın…

O sırada araya giren genç bir kardeşimiz de bir soru sordu?

–Ama efendim, iyi güzel de kara trenin arkasındaki kömür vagonu da gidiyor istasyona, birinci veya ikinci mevkîde oturan da gidiyor. Peki, biz nasıl birinci mevkîlerde gidebiliriz? Şimdi trenlerde hem oturuyorlar hem de yemek yiyorlar, etrafı seyrediyorlar. Biz de öyle gitsek inşâallah, olmaz mı?

Saatçi Osman Amca gülerek, o gence baktı ve şöyle dedi:

–Hah yav işte asıl sorulacak soru buydu. Sağ ol gardaşım!

Şimdi yine trenle cevap verelim bu soruya:

Gara tren nasıl gider, buharınan giderdi eskiden. Hinci alektrikle gidiyor. Su kazanının ısınması için, ateş lâzım. Onun için ateşçi denen adam; durur, kazanın altına ha bire kömür atar, odun atar ki su ısınsın, buhar yapsın, trenin tekerleklerini döndürsün.

İşte mânevî yolun yani tasavvufun ateşi de muhabbettir. Sevgidir. Yaratılan hiç kimseyi ayırt itmeyeceksin gardaşım. Herkesi sevebiliyon mu? Seni eğiten hocalarına hürmet gösteriyon mu?

Sana; «Yap!» dinileni yapıp; «Yapma!» didiklerinden kaçınıyon mu, işte bu seni fark ettirmeden mânevî yolda ilerletir. Hızlı trende de gidersin, uçakla da gidersin. Önemli olan nefsini güzelce eğitmen;

“Nefsini bilen Rabbini bilir.” buyuruluyor. Biz de işte nefsimizi iyice bi tanıyacağız, sonra eğiteceğiz inşâallah. Bu da tasavvuf terbiyesi ile olur.

Evet, Saatçi Osman Amca, bizim evde yapılan sohbette bunları söylemişti. Ertesi gün sabah erkenden kalktık ve beraber Bursa’da merhum Musa TOPBAŞ Efendi’nin sohbetine gittik. İşte tevâfuk, orada da Merhum Musa Efendi şöyle sohbet yapmıştı:

“Kulu «mârifetullâh»a ulaştıracak özler, yani tohumlar vücut toprağında hazır beklemektedir. Bunların filizlenmesi için hamd, şükür, zikir ve fikre devam etmek lâzımdır… Mârifet ilminin başı, ilâhî sanatın sırları üzerinde tefekkürdür.”

“Sâlim ve mâsivâdan arınmış bir kalple yapılan murâkabe ve tefekkür neticesinde insan, kitaplardan öğrenemediği birçok rûhânî bilgilere sahip olur. [Zira Cenâb-ı Hak buyurur:

“…Allah’tan korkun (takvâ üzere olun!) Allah size bilmediklerinizi öğretir!..” (el-Bakara, 282)]

Kısaca:

Tasavvuf, bir gönül eğitimidir. Tasavvuf, binlerce sınıfı olan güzel bir okuldur. Önemli olan, bu okula devamsızlık yapmadan devam etmeye çalışalım inşâallah.

“Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvâsını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene and olsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (eş-Şems, 7-8-9)