RASÛLULLAH (s.a.s.) ’İN HİCRETİ -10-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Rasûlullah -aleyhisselâm- ile Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-; Sevr Dağı’nda üç gün üç gece geçirmişlerdi. Artık Medine istikametine yolculuk vakti gelmişti.

Daha önce plânlayıp anlaştıkları gibi, üç gece sonra, Sevr’de buluşmak üzere ücretle tutulmuş olan Abdullah bin Uraykıt, kendisine teslim edilmiş bulunan iki deve ile birlikte, üçüncü gecenin sabahına doğru, seher vaktinde Sevr’e geldi.1

Hazret-i Esmâ bint-i Ebûbekir de, kardeşi Abdullah ile beraber Sevr’e gelmişti.

Kutlu yolun kutlu yolcuları için, yine yol azığı hazırlamıştı. Semiz bir koyun kesilip pişirilerek getirilmişti. Biraz büyükçe tulumla da su getirmişlerdi. Yine yolda lâzım olabilecek bazı şeyler daha vardı.

Bunları güzelce hazırlayıp devenin sırtına yerleştirerek, sıkıca bağladılar. Dağarcığı bağlamak için; Hazret-i Esmâ kuşağını çıkarıp, iki parçaya bölerek o şekilde bağladı.

Rasûlullah -aleyhisselâm-, onun bunca fedâkârlığına karşı duâ ederek;

“Bu yaptıklarına karşılık ona, cennette iki kuşak bahşedilecek.”2 buyurdu. Bu büyük müjdeden sonra Hazret-i Esmâ -radıyallâhu anhâ-; «Zâtü’n-Nitâkeyn: İki kuşaklı» diye anılır oldu!3

Rasûlullah -aleyhisselâm- ile Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-; Safer ayının bitimine üç gün kala, perşembeyi cumaya bağlayan gece, Mekke’deki evlerinden ayrılıp Sevr Dağı’na gelerek, Sevr Mağarası’na sığınmışlardı. Cuma, cumartesi, pazar gün ve geceleri burada geçmişti.

Nihayetinde, eşyaları develere yükleyip Sevr Dağı eteğinden hareket edeceklerdi. Gün ağarmadan yola çıkıyorlardı. Hazret-i Abdullah ile ablası Hazret-i Esmâ; yol azığını getirip, ağızlarını sıkıca bağlayarak, deveye yüklediler. Hicret yolcuları yola koyulurken, onlar da yine kimseye belli etmeden evlerine döndüler.

Rasûlullah -aleyhisselâm- hicret arkadaşları ile 1 Rabîulevvel 1 / 622 Pazartesi gecesi sabaha doğru, seher vaktinde Sevr Dağı’ndan hareket ettiler.

Hazret-i Ebûbekir’in ısrarla hediye etmek istediği, ama Rasûlullâh’ın da ısrarla satın aldığı devesine bindi. O günden sonra Kasvâ/Kusvâ القصواء diye anılacak olan bu iyi cins dişi deve, çok güzel bir binek devesiydi.4

Rasûlullah -aleyhisselâm-; artık sürekli bineceği Kasvâ adlı devesine binerken, Hazret-i Ebûbekir de diğer deveye binip, Âmir bin Füheyre’yi terkisine aldı.5

Yol boyu kılavuzluk yapacak olan Abdullah bin Uraykıt da önlerine düştü.

Üzerinde ciddiyetle düşünülüp plânlandığı gibi, hemen Medine istikametine değil, Kızıldeniz sahiline doğru yöneldiler. Bir müddet böyle gidecekler, muhtemel izci ve arayıcılarla karşı karşıya gelmeyeceklerdi.6

Sevr Dağı eteğinden hareket eden kutlu yolcular, yola revan olmuşlardı. Peygamber Efendimiz, doğup büyüdüğü memleketi terk etmek durumunda kalmıştı nihayet!

Gidiyorlardı…

Kıymet bilmeyen nasipsizlerin arasından çıkıp, kıymet bilen nasiplilere doğru gidiyorlardı.

Biraz ilerleyip de, Hazvere mevkiinden Beytullâh’a bakan Rasûlullah -aleyhisselâm-, derin bir iç çektikten sonra, şöyle buyurdu:

“Ey Mekke, Beytullah! Vallâhi biliyorum ki sen, hiç şüphesiz Allâh’ın yarattığı yerlerin en hayırlısı ve Allâh’a en sevgili olanısın! Eğer senin halkın beni senden çıkmaya mecbur etmiş olmasalardı, ben buradan asla çıkmazdım! Senden daha güzel ve bana senden daha sevgili bir belde yoktur!”7

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın böyle söylemesi karşısında kendini tutamayan Hazret-i Ebûbekir hıçkırarak ağladı. Yol arkadaşının böyle hıçkırdığını gören Allâh’ın Rasûlü, bu sefer de şöyle duâ buyurdu:

“Ey Allâh’ım! Sen, beni beldelerin bana en sevgili olanına götür! Beni, beldelerin Sana sevgili olanında yerleştir!”8

Rasûlullah -aleyhisselâm-, böyle duâ edince, ilâhî mesaj bir başka güzelliğe vesile oldu:

وَقُلْ رَبِّ اَدْخِلْن۪ي مُدْخَلَ صِدْقٍ وَاَخْرِجْن۪ي مُخْرَجَ صِدْقٍ وَاجْعَلْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ سُلْطَانًا نَص۪يرًا

“(Ey Rasûlüm, Rabbine niyaz edip) de ki:

«Rabbim! Gireceğim yere doğrulukla (sıdk u selâmetle, dürüstlükle) girmemi sağla! Çıkacağım yerden de sıdk u selâmetle çıkmamı sağla (nasip et)! Yüce katından (da) bana hakkıyla yardım edici bir kuvvet (güç) ver.»”9

Hazret-i Ebûbekir yine dayanamadı:

اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنّاَۤ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ

“Biz Allâh’ın kullarıyız ve biz sonunda (yine) O’na döneceğiz.”10 âyet-i kerîmenin bu kısmını okuduktan sonra, çok düşündürücü bir şey söyledi:

–Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı yurdundan çıkarmakla çok büyük bir hata ettiler! Hiç şüphesiz ki, böyle giderlerse, kendileri de helâk olup gidecekler!11

Ne olursa olsun, Peygamber Efendimiz hicret yolcusuydu artık.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

__________________________________

1 Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 236.

2 Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 6, s. 198; Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 474; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 184.

3 Daha önce anlatmış olduğumuz bu konuya, bir de burada kısmen değindik. Yine orada belirttiğimiz gibi, bu kuşak sahnesi; ya evde, ya Sevr Dağı önünde veya iki kere de yaşanmış olabilir. Biz bunun iki defa yaşandığını düşündüğümüz için, buraya da kısaca aldık.

4 Siyer ve hadis kitaplarında râvîlerin, ondan farklı isimlerle bahsetmesi birkaç adının olduğunu gösterir. Kaynaklarda Kasvâ adından sonra en fazla Ced’â ve Adbâ adlarına rastlanır ki, bunlar da kulağındaki kesikliği ifade etmektedir. Adbâ adını veren kaynakta kızıl renkte (hamrâ) olduğu belirtilir. Ayrıca daha sonra bu isimlerde develerinin olduğunu da ifade ederler. İbn-i Huzeyme, es-Sahîh, c. 4, s. 262; Ahmed bin Hüseyin el-Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, c. 4, s. 332.

5 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 131.

6 Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 475; Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 239; İbn-i Seyyidi’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, c. 1, s. 184; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 320; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 184; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Tarihi, c. 2, s. 348-349.

7 Tirmizî, Menâkıb, 69; Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 4, s. 305; Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 518.

8 Kastallânî, Mevâhibü’l-Ledünniyye, c. 1, s. 80; Zürkânî, Şerhu’l-Mevâhibü’l-Ledünniyye, c. 1, s. 328.

9 Kur’ân-ı Kerim, İsrâ Sûresi, 17/80.

10 Kur’ân-ı Kerim, Bakara Sûresi, 2/156, son tarafı.

11 Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’ân, c. 15, s. 149; Vâhidî, Esbâbü’n-Nüzûl, s. 197; Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, c. 10, s. 313.