YÛNUS’TAN HİKMETLİ İNCİLER

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Meşhur mutasavvıf şair Yûnus Emre’nin vefâtının 700. senesi olması hasebiyle, 2021 yılı UNESCO tarafından; «YÛNUS EMRE’Yİ ANMA YILI» olarak ilân edildi. Ülkemizde de sene başında, Türk dili ve kültürünün bu önemli şahsiyeti adına, 2021 senesini; «YÛNUS EMRE ve TÜRKÇE YILI» olarak kutlayacağımız açıklandı.

Bizler de dünyaya mâl olmuş, memleketimizin bu güzîde evlâdını yazmaktan, onu insanımıza tanıtmaktan büyük mutluluk duyuyoruz efendim. Bugün değerlerin hiçe sayıldığı devrimizde, özümüze ve birikimlerimize sahip çıkma zamanıdır.

Bilhassa yeni neslin; bizi biz yapan mânevî ve kültürel değerlerimizi tanıyıp, öğrenmesi ve doğru kaynaklardan beslenmesi şarttır.

Yûnus Emre; halkın içinden çıkmış, yazdığı şiirlerindeki fikir ve düşünceleriyle, insanları derinden etkileyen bilge bir Anadolu dervişidir. Halk arasında kullanılan deyim ve atasözlerini şiirlerinde kullanmasından dolayı, onun halktan kopuk olmayan, bilâkis halkın içinden çıkmış bir şair olduğu açıktır. Kullandığı dilin gayet anlaşılır ve akıcı olması, halka yakınlığını anlatmaya kâfîdir. Onun şiirlerinin ana teması; sevgi, barış, hoşgörü ve kardeşliktir.

Yûnus; insan ayırımı yapmaz, kimseyi dîninden, mezhebinden ötürü dışlamaz. O, her şeyi ve herkesi yalnızca «Hak için» sever. Zaten Yûnus’u Yûnus yapan;

«Yaratılanı severim Yaradan’dan ötürü» fikridir. Hakikaten bu düşünce, çağlar üstü bir erdemin tezâhürüdür…

Yûnus Emre; tasavvufî düşünceyi derinden yaşamış, bu fikirlerini şiirlerine en akıcı, en samimî heyecanla, anlaşılır bir üslûpla yansıtmıştır. O; şiirlerinde bütün insanlığı ilâhî aşka, kardeşliğe, barışa, şefkat ve merhamete davet etmiştir. Kişiyi insan yapan duygunun «Allâh’ı bilmek» olduğunu beyan etmiş; bunun yollarını, usûllerini ve şartlarını şiirlerinde işlemiştir. Yûnus’a göre varlık tektir ve mutlak varlık yalnızca Allah -azze ve celle-’dir. Eşya, Hakk’ın esmâ ve tecellîlerinin yansımasından ibarettir. İnsan; şeklî kalıptan sıyrılıp, insanı insan yapan «varlığın özüne» yani «aşk cevheri»ne yönelmelidir. Bu vesileyle insan; benlikten kurtulup kendini eksikliklerden, kusurlardan arındırarak, Allah Teâlâ’ya yakınlaşma yollarına girmelidir. Yûnus bu hakikati, şiirlerinde anlatır.

Aşkı olmayan gönül, misâl-i taşa benzer.

derken onun tevhid ehli bir mutasavvıf şair olduğunu anlıyoruz. Tabiî bu yön, mânâ âlemine yabancı olanlara açık değildir.

Yûnus Emre; şiirlerinde, olgun insan yani «insân-ı kâmil» olmanın yollarını ve bu hususta çekilen sıkıntıları anlatır. Dolayısıyla «Hak aşkı», onun şiirlerinin ana konusudur. O şiirlerinde, hem «Allah aşkını» hem de «Allah Teâlâ’nın yarattığı şeylere duyulan aşkı ve sevgiyi» işler. Bu sevgi; basamak basamak, cüzden «küll»e, bütün varlığı çerçeveleyen ilâhî sevgidir.

Yûnus’umuz kâmil insanların ancak «aşk» ile Cenâb-ı Mevlâ’ya ulaşabileceklerini ve bu kişilerin ilâhî ahlâk ile ahlâklanmış olduklarını vurgular.

Aslında onun tarif ettiği kâmil insan, Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm-’ın şahsında temsil edilir.

Kâmil insan, nefsânî özelliklerini kudsî kaideler ışığında eritmiş kişidir. Tevhid; insanı barışa, sevgiye, iyiliğe, güzelliğe, hayra çağırır. Yûnus; insanları işte bu ışıklı, aydınlık yola davet eder. Pek tabiî bunun için izlenecek yol âşikârdır. İnsanlar tıpkı kendi yaptığı gibi, Tapduk Emrelerin ardından gitmelidir. Yani bir mürşid-i kâmilin şahs-ı mânevîsinde; «Muhammedî yolda» yürümeli, «Muhammedî ahlâk» ile ahlâklanmalı neticede «Fenâfillâh»a erişmelidir.

Yûnus Emre; kendi hayat hikâyesinde, buğday için gittiği Hacı Bektâş-ı Velî’nin kapısında, buğdaydan vazgeçip himmet ile dönebilmiştir. Bu hâli, onun dönüm noktasıdır. Yine onu Yûnus yapan, bu vazgeçişi ile verdiği doğru kararıdır.

Bugün insanoğlu; hep buğday peşinde koştuğundan, mâneviyattan nasip alamamıştır. Aslında bugün yol, Yûnusların yolu olmalıdır. Beşeriyetin saplandığı madde bataklığı, onu uçuruma doğru götürmektedir.

Yûnus Emre’nin şiirlerinde işlediği mevzulardan hareketle, onun Türk tasavvuf edebiyatında kendine ait bir tarz kurmuş olduğunu anlıyoruz. Ahmed Yesevî ile başlayan «tekke şiiri» geleneğini Yûnus Emre, Anadolu coğrafyasında devam ettirmiştir. Rumeli coğrafyası da Yûnus’tan etkilenmiştir. Yûnus Emre; kendi sahasında farklı bir «Yûnus tarzı» oluşturmuştur. Bu yönüyle Yûnus Emre’nin, halkın mânevî yönünü inşâ etmede büyük katkısı vardır. O, fikir ve inanışlarını; insanına akıcı ve anlaşılır üslûbuyla anlatmıştır.

Dün Yûnus’un ortaya koyduğu fikirler, bugünün insanının problemlerine devâ olacak vasıftadır. Yûnus Emre’nin ortaya koyduğu fikir ve düşüncelere sadece bizim insanımız değil, bütün dünya insanlığı muhtaçtır. Günümüz insanı yalnızca zâhirî kalıba, yani şekilciliğe önem vererek, kendi hislerinin kölesi hâline gelmiştir.

Hâlbuki;

Yûnus’un şiirlerinde dile getirdiği; insanın fıtrat-ı asliyesindeki, iç âlem güzellikleri ve mânevî zenginlikleri ile insan, asıl insan olur.

Ancak Yûnus’taki insan sevgisinin batıdaki «hümanizm» fikrinden ayrılan pek çok yönü vardır. Yûnus’taki insan sevgisinin temel dayanağı ve üst noktası «Hak bilgisi»ne dayanır ve bütün insanlığı kucaklayacak şekildedir. Yûnus’taki fikrî birikimleri, «mistisizm» olarak yorumlamak, gayet isabetsizdir.

Onun dayandığı birikim, Kur’ân-Sünnet ve kendisinden önce yaşamış olan Hak dostlarının sâdık fikir ve tecrübeleridir. Yûnus; şiirlerinde insânî değerlerden, tabiattan, eşyadan bahsetse de, o asla maddî şeylere takılmamıştır. O; her şeyin özünde mevcut olan Allâh’ın birliğine ve varlığına dikkat çekmiştir.

Nitekim Yûnus Emre;

Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan.

derken; insan dünyada malk-mülk-servet maddî olarak sahip olunan her ne varsa, onlarla oyalanmaktadır. Bunların hepsi geçici olarak ve dahî imtihan olmak üzere verilen geçimliklerdir. İnsanoğlunun onlarla uğraşıp vakit kaybetmemesini, asıl o mal mülkü verene odaklanması gerektiğini kısa ve öz olarak anlatır. Yani Yûnus bu mısralarıyla bize; «Maddeye takılma, zamanını heder etme, asla yönel!» mesajını vermektedir.

Nazar eyle itiri,
Bazar eyle götürü.
Yaratılanı hoş gör,
Yaradan’dan ötürü.

şiirinden anlaşılanları şöyle îzah edebiliriz: Kâinâtı vâr eden Cenâb-ı Hak, hiç bir şeyi boşuna yaratmamıştır. En küçüğünden en büyüğüne kadar nazar ettiğimiz her şeyin bir yaratılış gayesi vardır. Biz anlasak da anlamasak da; o baktığımız nesne, ne için yaratıldıysa vazifesini eksiksiz icrâ eder.

Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır.

mısraında bunu kastetmiştir. Ancak insan her vakit hakikati idrâk edemeyebilir. İnsanın; hem beşer plânında hem diğer canlılar nezdinde, neden olduğuna bir türlü akıl erdiremediği pek çok hâdise cereyan eder, hattâ bize hoş gelmeyen durumlara şâhit olabiliriz. İşte bu gibi hâller karşısında sert, katı, anlayışsız olmak yerine müsamahalı ve merhametle davranmak, hoş görerek karşılamak en güzel olandır.

Çünkü;

Her şeyin yaratanı Allah -azze ve celle-’dir ve her yaratılanda Cenâb-ı Hakk’ın kudret akışlarının izleri vardır. Bu yüzden;

Tehî görme kimseyi,
Hiç kimesne boş değil.
Eksiklik ile nazar,
Erenlere hoş değil.

demekle Yûnus; insanın yaratılanlara eksik ve kusur bulma şekliyle değil, ne olursa olsun merhametle ve müsamahayla bakmak gerektiğini ifade eder.

Elif okuduk, ötürü,
Bazar eyledik götürü.
Yaratılmışı severiz,
Yaradan’dan ötürü.

Aslında yaratılmış varlıkların hepsinin hakikatinde, Allâh’ın nûrunun tecellîsini görme idrâki vardır.

Dolayısıyla kâinatta olan her şeye, varlık nûrunu görme idrâki ile bakmalı. Kâinatta mevcut en kâmil varlık nûrunun yansıması olan insanlar arasında ayrımcılık yapmak, hakikate aykırı davranmaktır, Hakk’a âsî olmaktır. Yûnus bir beyitle bunu da bize şöyle anlatır;

Yetmiş iki millete aynı gözle bakmayan,
Halka müderris olsa hakikatte âsîdir.

Bugün dünyanın en büyük ülkesi (!) ABD’de siyah ırka nasıl da ikinci sınıf insan gözüyle bakılıyor, değil mi?

Hâlbuki;

Ne dedi hak ve hakikat şairi Yûnus; «Halka müderris olsa» yani dünyanın bir numarası olsa bile yaptığı ayrımcılık, Hakk’a isyandır.

Âdeta; kavgayla-dövüşle, ölümle-zulümle-işkenceyle, dünyayı yaşanmaz hâle getiren zorbalara Yûnus Emre şöyle seslenir:

Ben gelmedim dâvî için,
Benim işim sevi için.
Dostun evi gönüllerdir,
Gönüller yapmaya geldim.

Kavga etmek, insanların birbirlerine olmadık eziyetler etmeleri, kin duymaları, nefret etmeleri Yûnus’un tabiatına aykırı şeylerdir. İnsanlar birbiriyle kaynaşmak ve birbirini sevmek üzere dünyaya gelmişlerdir.

Bunun için;

«Gönül al, gönül kırma, dost kazan!» der.

Zira;

Hakikî dost Cenâb-ı Hak, gönüllere tecellî eder. Yine aynı minvalde;

Gelin tanış olalım,
İşi kolay kılalım.
Sevelim, sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz.

diyor. Dünyanın kimseye kalmayacağını; insanların birbirlerini tanıyarak, severek hayatı ve işleri daha kolay kılabileceklerini anlatıyor.

Yûnus; Allah Teâlâ’nın yarattığı insanların, gönüllerinin incitilmesinin doğru olmadığını sık sık mısralarında dile getirir;

Ak sakallı pir koca,
Bilmez ki hâli nice.
Emek yemesin hacca,
Bir gönül yıkar ise.

Yûnus, kulluktaki hikmetin gönül almak olduğunu hep söyler. Onca meşakkatli bir kudsî yolculuk olan hac farîzasını îfâ eden kişinin; eğer bir gönlü kırmışsa, yaptığı fedâkârlığın boşa emek çekmek olduğunu anlatır. Yine aynı hususta;

Bir kez gönül yıktın ise,
Bu kıldığın namaz değil.
Yetmiş iki millet dahi,
Elin, yüzin yumaz değil.

diyor. Allah Teâlâ’nın özenle yarattığı insanların gönüllerini incitmenin doğru olmadığını; bilâkis gönül almanın, hoşgörülü olmanın, büyüklük taslamamanın öneminden bahseder. Kişi eğer bunları yaparsa; abdest alırken yıkadığı elini-yüzünü başka dinden olan yetmiş iki millet de yapıyor.

«Şeklen aynen onlara benzersin.» diyor.

İlim, ilim bilmektir.
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen,
Bu nice okumaktır!

Okumaktan mânâ ne?
Kişi Hakk’ı bilmektir.
Çün okudun bilmezsin,
Ha bir kuru emektir!

Yûnus’un birkaç mısra ile açık ve net ifade ettiği hakikat şudur ki;

İlim tahsil eden insanların, en önce kendilerini bilecek olgunlukta, yani tevâzu sahibi, kimseye tepeden bakmayan; «Ben biliyorum!» edâsında kibirli olmayan bir hassâsiyette bulunması gerekir.

Ayrıca yaptığı tahsilin hakkını verip; başkalarına faydalı olması, insanların ihyâsında o ilmi kullanması lâzımdır. Yani eskilerin tâbiriyle, hakikî ilim sahiplerinin; «adam gibi adam olması» şarttır.

Yoksa öylesi kendini bilmezler için; «kitap yüklü merkepler» tâbiri tam yerindedir.

Zaten gerçek anlamda Hakk’ı bilen, ancak bu olgunlukta olur. Kendini bilen Hakk’ı bilir. Hakk’ı bilen Hakk’a yakışanı yapar.

Çeşmelerden bardağın,
Doldurmadan kor isen,
Bin yıl dahî beklesen;
Kendi dolası değil.

Gayret göstermeden, çabalamadan hemen neticeye ulaşamazsın. Hiçbir sonuç kendiliğinden oluşmaz. Bin sene beklesen, bu yine olmaz. Bu gerçekle bağdaşmayan bir düşüncedir. Gayeye erişmek için illâ sa‘y u gayret gerekir.

Dervişlik dedikleri,
Hırka ile taç değil.
Gönlünü derviş eden,
Hırkaya muhtaç değil.

Yûnus, «hak dostu olma» düşüncesini benimsemiştir. Aynı zamanda bu fikir mü’min için, «hakikî insan olma disiplini»dir. Bu düşüncedeki insanın; kendini her türlü kötü davranışlardan arındırıp, güzel ahlâk esaslarına uyarak, insanlık yolunda ilerlemesi gerekir.

Yoksa hakikî dervişlik; eline tesbihi alıp, sırtına dervişlik hırkasını giymek değildir.

Aslolan gönlün dervişçe olmasıdır.

Severim ben Sen’i candan içeru,
Yolum vardır bu erkândan içeru,
Beni bende demen, bende değilim;
Bir ben vardır bende, benden içeru…

Yûnus Emre ehl-i tasavvuftur. İnsan ölmeden önce nefsini öldürürse, nefsini yani kendi varlığını Allah Teâlâ’ya teslim eder. O’ndan başka ne varsa gönlünden çıkarır. Gönlünü Hakk’ın sevgisiyle besler; neticede o sevgi, varlığa hâkim olur. Candan öte can olur o sevgi. İşte o sevgi, varlığın ta kendisidir. Kişi o varlıkta yok olur. O’na bakan Hakk’ı görür. Ve;

Ete kemiğe büründüm,
Yûnus diye göründüm.

neticesine ulaşılır. Kâinatta ne varsa hep Allah -azze ve celle-’nin varlığındandır.

Her şey sadece O Kādir-i Mutlak’ın tecellîsi ve yansımasıdır. Yûnus dahî şeklen Yûnus’tur ama aslen o Cenâb-ı Hakk’ı gösteren bir delildir.

Vefâtının 700. yılında Yûnus’u hayırla yâd ediyoruz ve yeni Yûnusların yetişmesi için duâlar ediyoruz.