NAMAZDAKİ GAYBET HÂLİ

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî -radıyallâhu anh-, Medine’de doğdu. Hazrec kabîlesine mensuptu. Hicretten önce müslüman oldu. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde on iki gece onun evinde misafir oldu. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e derin bir muhabbet besleyen Ebû Eyyûb ve hanımı Ümmü Eyyûb -radıyallâhu anhümâ- bu şerefli misafirlerinin evlerinde rahat etmesi için son derece titiz ve hassas davrandılar. O’nun engin bereketinden nasipdâr oldular. Ebû Eyyûb Hazretleri; ince fikirliydi, cömertti, fedâkârdı, hassas bir akla ve gönle sahipti. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz zamanında Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını ezberleyenler arasına o da girmişti. Uzun ömründe birçok cihâda katıldı. En nihayet 672’de Yezid komutasındaki orduyla İstanbul’a geldiğinde hastalanarak vefât etti. Kabri, İstanbul/Eyüp Sultan’dadır. Her gün yüzlerce ehl-i îman tarafından ziyaret edilen yüksek makamı, İstanbul için büyük bir nimet ve şükür vesilesidir.

Şairin dediği gibi;

Yetişmez mi bu şehrin halkına bu nîmet-i Bârî,
Habîb-i Ekrem’in yâri, Ebâ Eyyûb el-Ensârî.

*

Ebû Eyyûb el-Ensârî -radıyallâhu anh- Şam’ın fethi için Şam’a gitmişti. Orada sahâbe-i kiramla beraber; metruk bir kilisenin büyük, kalın bir duvarının önünde namaza durdular. Namaz esnasında duvar ânîden sallanmaya başladı. Sahâbe-i kiram, duvarın yıkılmak üzere olduğunu fark edip hemen kaçıştılar. Ebû Eyyûb -radıyallâhu anh- ise, kaçmayıp sakin sakin namazını kılmaya devam etti. Sahâbeler ona yüksek sesle;

“–Yâ Ebâ Eyyûb! Hemen oradan kaç, duvar yıkılacak!” dediler. Yavaş yavaş namazını kılan Ebû Eyyûb Hazretleri sakin sakin selâm verdikten sonra kendisine seslenenlere;

“–Ne oldu?” diye sordu. Arkadaşları;

“–Çabuk kaç, duvar yıkılacak!” dediler. Ebû Eyyûb Hazretleri gerçekten duvarın yıkılmak üzere olduğunu gördü ve hemen oradan uzaklaştı. Ebû Eyyûb Hazretleri oradan ayrılır ayrılmaz duvar yıkıldı. Arkadaşları;

“–Neden ilk anda uzaklaşmadın? Duvarın sallandığını fark etmedin mi? Seslerimizi işitmedin mi?” diye sordular. Ebû Eyyûb -radıyallâhu anh- da;

“–Hayır, hiçbir şey duymadım.” şeklinde cevap verdi.

Bu hâl, hiç şüphesiz, onun namazdaki huşûunun ve yaşadığı gaybet hâlinin bir tezâhürüydü.

ZEKÂYLA GELEN ADÂLET

İyâs bin Muâviye, 666 yılında doğdu. Basra’da tefsir, hadis, fıkıh dersleri aldı. Daha sonra kadılık vazifesine getirilen İyâs; hakkāniyetli, isabetli ve hızlı verdiği doğru hükümlerde zekâsını da kullanarak adâleti tesis etti. Kadı İyâs, 740’ta vefât etti.

*

Bir adam bir kimseye malını emânet etmişti. Daha sonra o kimseye gelip malını isteyince, o kimse emâneti inkâr etti. Malını geri alamayan adam, durumu Kadı İyâs bin Muâviye’ye şikâyet etti. İyâs bin Muâviye; adama, bu şikâyetini kimseye söylememesini, bunu gizlemesini ve iki gün sonra tekrar gelmesini söyledi. Sonrasında İyâs; emâneti inkâr eden o adama gidip, yanında çokça mal olduğunu ve emânet verecek birisini aradığını söyleyerek ondan emânetini kabul etmesini istedi. Adam da Kadı İyâs’ın emânetleri için yer hazırladı ve kabul edeceğini söyledi. İki gün sonra ilk emânet veren kimse İyâs’ın dediği gibi tekrar gelince İyâs ona;

“–Git o adamdan malını şimdi iste. Eğer verirse mal zaten senindi. Ancak vermezse ona Kadı İyâs’a gidip şikâyet edeceğini söyle!” dedi. Kadının emânetleri için hazırlık yapmış olan adam; hâliyle İyâs’a şikâyet gidip onun gözünde güvenilirliği zedelenmesin ve onun emânetlerini alabilsin diye, emâneti sahibine verdi. Emânetleri kadıya almaya gidince ise suçu ortaya çıktı, Kadı İyâs tarafından azarlandı. (İbn-i Kayyim, Turuk, 20)

İNCE MÂNÂLI DUÂ…

Sultan Melikşah, 6 Ağustos 1055’te doğdu. Babası Sultan Alparslan’ın yanında askerî, idârî ve siyâsî sahada yetişti. Oğlunun bu sahalardaki kabiliyetini fark eden sultan Alparslan, henüz hayattayken Melikşah’ı veliaht seçti. Alparslan’ın vefâtı üzerine Melikşah yirmi yaşında tahta çıkarak Büyük Selçuklu Sultanı oldu. Önce amcası Kavurt Bey, ardından kardeşi Tekiş; Melikşah’a başkaldırdılarsa da muvaffak olamadılar.

Geniş bir coğrafyaya yayılan Büyük Selçuklu Devleti’ni on yedi sene adâlet ve hakkāniyetle idare eden Melikşah, 19 Kasım 1092’de 37 yaşında vefât etti. Kabri, İsfahan’dadır.

*

Sultan Melikşah; isyan hâlinde bulunan Tekiş’le savaşmak için harekete geçtiği sıralarda, Tus kentindeki Ali bin Musa er-Rızâ’nın türbesine (Meşhed) uğradı, beraberindeki veziri Nizâmülmülk’le birlikte türbenin bulunduğu yere girdi ve duâ etti. Sonra Sultan, vezirine;

“–Sen bu türbede ne için duâ ettin?” diye sorunca vezir;

“–Allah’tan, seni kardeşine karşı başarılı kılsın diye duâ ettim.” deyince Sultan;

“–Ben Allah’tan bunu istemedim, ancak; «Allâh’ım; eğer kardeşim müslümanlar için benden daha iyi hizmette bulunuyorsa, onu bana karşı başarılı kıl! Yok eğer ben müslümanlara ondan daha iyi hizmet ediyorsam, o takdirde beni onun karşısında başarılı kıl!» şeklinde duâ ettim.” dedi. (İbnü’l-Esîr, el-Muntazam fi Târîhi‘l-mülûk ve’l-ümem, X, s. 211)

Bu sözleriyle Melikşah, tarihte eşine az rastlanan bir fazîlet örneği sergilemiştir.

«SEYFULLAH» LAKABININ HİKMETİ

Abdülfettah Ebû Gudde, 9 Mayıs 1917’de Halep’te doğdu. Nesebi Hâlid bin Velid’e dayanmaktadır. Halep’te tahsil gördü. Daha sonra Ezher Üniversitesi’nin önce Külliyyetü’ş-Şerî‘a sonra da Külliyyetü’l-Âdâb bölümlerini bitirdi. Daha sonra Mısır’a giden Ebû Gudde, Zâhidü’l-Kevserî’den ve o sıralarda Mısır’da bulunan Osmanlı âlimi Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’den ilim tahsil etti. Mısır’da siyâsî sahada İhvân-ı Müslimîn’in saflarında yer aldı. 1950’de Suriye’ye döndükten sonra siyâsî ve ilmî sahada faaliyetlerine devam etti. Halep’te Baas Partisi’nin baskılarına maruz kalan Ebû Gudde, Suudi Arabistan’a hicret ederek Riyad Şerîat Fakültesi’nde fıkıh usûlü ve hadis usûlü okuttu. Yirmiye yakın eser te’lif etti. Abdülfettah Ebû Gudde’nin Türkiye’ye hususî bir muhabbeti vardı. Zaman zaman ziyaretine geldiği ülkemizin muhtelif şehirlerinde; ilmî şahsiyetiyle, yetişen nesillere örnek oldu.

Abdülfettah Ebû Gudde, 16 Şubat 1997’de Riyad’da vefât etti. Kabri, Cennetü’l-Bakî‘dedir.

*

Abdülfettah Ebû Gudde, Hindistan’a ziyarete gittiğinde Şeyh Nânûtevî kendisine;

“–Hâlid bin Velid yüz yirmi savaşa katılmış ve şehâdeti çok istemiş olmasına rağmen neden şehid olmadı?” diye sordu. Ebû Gudde;

“–Bilmiyorum” diye cevap verdi. Şeyh Nânûtevî;

“–Çünkü Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona «Seyfullah yani Allâh’ın kılıcı» lâkabını verdi. Eğer Hâlid savaşta şehid olsaydı insanlar; «Allâh’ın kılıcı kırıldı.» diyeceklerdi. Allâh’ın kılıcı ise ebediyyen kırılmaz. Bundan dolayı o, yatağında vefât etti.” deyince Ebû Gudde;

“–Vallâhi sadece bu bilgi için bile olsa Hindistan’a geldiğime değdi.” dedi.