HER GÜNÜMÜZ RAMAZANCA OLSUN

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

İlâhî bereket ve mağfiretiyle îmanlı sîneleri, rahmetiyle kucaklayan bir mübârek Ramazan ayının ardından erişeceğimiz, eriştiğimiz bayram; mü’min gönülleri neşe, sürur ve sevince boğar. Güzel bir kardeşlik anlayışı bir kez daha perçinlenir; herkes sevdikleriyle muhabbetleşir; yardımlaşma ve dayanışma doruk noktaya çıkar; dostlar kaynaşır, dargınlar barışır, ölüler hayırla yâd edilir. İçinde bulunduğumuz şu korona sürecinde imkânlar elverdiğince bu güzellikleri yaşama gayretindeyiz. Evet; Ramazân’ın güzellikleri içinden çıktık geldik derken, bu vesileyle hepinizin bayramını tebrik ediyor, Allah Teâlâ’nın bizleri sağlık ve afiyet içerisinde daha nice bayramlara kavuşturmasını yüce Rabbimiz’den niyaz ediyoruz.

Rahmet ve bereket ayından, iyilik ve güzellik günlerinden geliyoruz; bizim dileğimiz odur ki, bu güzellikler diğer aylarda da sürsün. Her günümüz Ramazan teyakkuzu içinde geçsin. Dilimize, gözümüze, kulağımıza, yüreğimize Ramazan ayında gösterdiğimiz dikkat ve hassâsiyet, diğer günlerde de devam etsin. Bunu sağlamak için «hayat akışımızı yoğun bir şekilde dînî çerçevede tasarlamak gerekiyor.» Yoksa kendimizi gündemin ve herkesin sürdürdüğü günlük hayat çizgisine bırakırsak, o zaman tekrar bir Ramazan daha beklemek zorunda kalacağız. Hâlbuki bir müslüman olarak Ramazân’ın o feyizli ve nurlu günlerini, hayatımıza her vakit nasıl yansıtabiliriz endişesi sarmalı bizi!

İşte biz bu endişedeyiz dostlar. Ramazân’ı gündelik hayatımıza nasıl taşıyabiliriz sancısıyla kıvranıyoruz? Aynı zamanda Ramazan bitti, bitiyor, onun hicrânıyla yanıyoruz. «Ramazan’daki ahlâkî ve sevap kazançlarını kısa zamanda çarçur etmeden nasıl daha hesaplı kitaplı, daha derli toplu yaşayabiliriz?» sorusu kafamızda dönüp duruyor. «Müslümanlık kalitemizin yükselmesi adına, nasıl Ramazan’daki o dikkati muhafaza edebiliriz?» telâşesi içerisindeyiz. «Dünya hayatının geçici arzu ve ihtiraslarına kanmadan, nefsin bitmek bilmeyen isteklerine aldanmadan, nasıl daha iyi bir kulluk kıvâmı yakalayabiliriz?» düşüncesi beynimizi zorluyor. Zira uzun gibi görünen dünya günleri elbet bir gün bitecek. Ömür bitmeden; bizi daldığımız gaflet uykusundan uyandıran Ramazan günlerine, gerçekten şükran borçluyuz. Ramazan günleri mü’minlere âdeta bir yol haritası gibiydi. Ne yazık ki;

“–Gitme Ey Ramazan!” dememize rağmen gitti, gidiyor mübârek Ramazan.

Ramazân’ın sağladığı güzelliklerin bir bir elimizden uçup gitmesini elbette ki istemeyiz, değil mi? O hâlde davranalım dostlar! Ramazan’da kazandıklarımızı devam ettirelim. Meselâ; «Ramazan sonrası nelerimizi devam ettirelim?» derseniz, biz de deriz ki:

ORUÇLARIMIZI DEVAM ETTİREBİLİRİZ!..

Ramazan ayından sonra bilindiği üzere Şevval ayına giriliyor. O zaman, önümüzde altı günlük Şevval oruçları var. Onları tutarak oruçları devam ettirebiliriz. Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-;

“Bir kimse Ramazan ayı orucunu tutar ve ona ilâveten Şevval ayında altı gün oruç tutarsa bütün bir seneyi oruçla geçirmiş gibi olur.” (Müslim, Sıyâm, 204) buyuruyorlar.

Bu hadîs-i şerif, mübârek Ramazan ayından sonraki Şevval ayında altı gün oruç tutmayı teşvik ediyor. Bu oruç ile bir yıllık oruç tutmanın sevâbı va‘dediliyor. Bu ne güzel bir müjdedir!

Bunun yanı sıra sene içinde pazartesi perşembe günleri oruçlarımızı devam ettirebiliriz. Zira Nebiyy-i Zîşân -aleyhissalâtü vesselâm-, bazı gün ve zamanlardaki ibâdetlerine farklı bir hassâsiyet gösterirdi. Bu husustaki hadîs-i şeriflere baktığımızda;

“Ben pazartesi günü dünyaya geldim ve o gün peygamberlik verildi veya bana vahiy indirilmeye başlandı.” (Müslim, Sıyâm, 197) buyuruyorlar. Bir başka hadîs-i şeriflerinde;

“Ameller Cenâb-ı Hakk’a pazartesi perşembe günleri arz olunur. Ben istedim ki, Cenâb-ı Allâh’a amelim arz olunurken oruçlu olayım.” (Tirmizî, Savm, 44) buyuruyor. Dolayısıyla;

“Allah Rasûlü, pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmaya özen gösterirdi.” (İbn-i Mâce, Sıyâm, 42)

Bizler de pazartesi ve perşembe günleri oruç tutarak, Peygamber Efendimiz’in sünnetini ihyâ etmek adına oruçlarımızı devam ettirebiliriz.

Yine Rasûl-i Ekrem -aleyhisselâm-, hicri ayların 13-14-15. günlerinde oruç tutarlar ve bu orucu tavsiye ederlerdi. (Ebû Dâvûd, Savm, 69) Eyyâm-ı biyd, yani «aydınlık günler» anlamına gelen, bu ayın en parlak günlerinde oruç tutulursa bütün seneyi oruçlu geçirmek gibi sevâba nâil olunacağına dair hadisleri vardır Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ın. (İbn-i Mâce, Sıyâm, 29) Bu oruçları da tutabiliriz.

KUR’ÂN OKUMALARIMIZI DEVAM ETTİREBİLİRİZ!..

Kur’ân okumalarımız sadece Ramazan ayına mahsus olmamalı. Her gün mutlaka mukaddes kitâbımızı açıp okumayı vird hâline getirmeliyiz. Onu hayat boyu elimizden, zihnimizden, gönlümüzden çıkarmamalıyız. Zira bize kabirde ilk şâhitlik edecek, o kimsesiz mekânda bize sahip çıkacak yoldaşımız, Kur’ân-ı Kerim olacaktır. Peygamber -aleyhisselâm-;

“Kur’ân-ı Kerîm’i okuyun! Çünkü Kur’ân, onu okuyanlara kıyâmet günü şefaatçi olarak gelecektir.” (Müslim, Müsâfirûn, 252) buyuruyorlar.

Mülk Sûresi’ni okumak da kabirde şefaate vesiledir:

“Mülk Sûresi (kabir azâbına veya kabir azâbına sebep olan günahlara karşı) engeldir. Kurtuluş sebebidir, kişiyi kabir azâbından kurtarır.” (Tirmizî, Kur’ân, 9)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“Sadece şu iki kimseye gıpta edilir:

•Biri Allâh’ın kendisine Kur’ân verdiği ve gece-gündüz onunla meşgul olan kimse,

•Diğeri, Allâh’ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece-gündüz O’nun yolunda harcayan kimse.” (Buhârî, İlm, 15)

Bunlar ne büyük müjdelerdir!

“Kur’ân-ı Kerîm’i ayda bir defa hatmetmek iyidir. Senede bir, kırk günde bir, haftada bir hatmedilmesini tercih edenler de vardır. Üç günden az bir zamanda hatmedilmesi müstehap değildir. Çünkü böyle az bir zamanda Kur’ân-ı Kerîm’in mânâlarını düşünmek mümkün olamaz. Tecvidi bile gözetilemez.” (Büyük İslâm İlmihâli, Ömer Nasuhi BİLMEN, Semerkand Yayınları, s. 258)

FAZLA NAMAZLARIMIZI DEVAM ETTİRELİM, YANINA NÂFİLELER EKLEYELİM!..

Ramazan ayının mübârek ikliminde beş vakit namaza yeni başlayanlar, Ramazan’dan sonra da aynı rahmet tecellîlerinden hisselenerek, beş vakit namazlarını devam ettirseler, kendileri için ne güzel bir kazanç olur! Mübârek Ramazan ayında sünnet olarak kılınan terâvih namazlarının yerine, Ramazan sonrasında geceleri bir miktar uyuduktan sonra tıpkı sahura kalkar gibi teheccüd namazları kılabiliriz. Sabahları «duhâ namazı», akşam namazından sonra, «evvâbin namazı» kılınabilir. Bu nâfile namazlar, Peygamberimiz’in kıldığı namazlardır.

SOFRAMIZI FAKİRLERE AÇMAYI DEVAM ETTİRELİM!..

İllâ Ramazan ayına ait olmasın yemek ziyafetlerimiz! İsraf ölçülerine dikkat ederek müsait vakitlerimizde ara ara bu fazîletli davranışı yapabiliriz. Çevrede pek çok aç, susuz bîçâre var, arayıp bulmalı, sevâbına talip olmalıyız. Pek tabiî içinde bulunduğumuz salgın döneminde ne yapabilirsek… Bunu da göz ardı edemeyiz.

HAYIR HASENÂTLARIMIZI DEVAM ETTİRELİM!..

Yardım hislerimiz Ramazan ayında doruk noktaya çıkıyor. Ramazan sonrası bu güzel hayır faaliyetini hayatımızın bir köşesine atmayalım. Kendi kıyâmetimiz kopmadan, daha vakit varken, elimizdekileri «lillâh / Allah için» paylaşalım. Etrafımızda yardıma ihtiyacı olan çok kardeşlerimiz var. Sahip olduklarımızdan onları da nasiplendirelim.

AHLÂKIMIZI GÜZELLEŞTİRMEYİ DEVAM ETTİRELİM!..

Ramazan boyunca;

“Aman orucum sakatlanmasın, sevâbı azalmasın!” diyerek bilhassa çenemizi tutmaya çalıştık. Aynı gayretimiz Ramazan sonrasında da neden devam etmesin? Günümüz insanının en çok dikkat edeceği uzvu, dilidir. Dilimizi her zaman dikkatle hareket ettirmeli. Boş konuşmamalı, gereksize dalmamalı. Hayır konuşmalı yoksa susmalı. Elimize, kulağımıza, gözümüze, ayağımıza da aynı hassâsiyeti göstermeli, haramlardan kaçınmalı, bu organlarımızı helâl yollarda kullanmalıyız. Kimsenin gönlünü kırmamaya, kalbini incitmemeye aynen devam etmeliyiz. Güzel ahlâkî davranışlarımızı hayatımızda alışkanlık hâline getirmeliyiz.

İBÂDET Ü TÂATI DEVAM ETTİREBİLİRİZ!..

Sâir zamanlarımızda tıpkı Ramazan ayındaki gibi tevbe ve istiğfarlarımız, duâ ve niyazlarımız bolca olsa ne güzel olur! Aynı samimiyetle, içten, yana yakıla Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna dursak, her günümüzü Ramazan günü gibi yaşasak böylesi alışkanlıklar bizim adımıza âhiret sermayesi olur, değil mi?

İstiyoruz ki, dünyaya gelmemizdeki hikmet ve gayeyi kavrayarak geniş görüşle yaşayalım. Hakk’ı bilerek, hak kaideleri çiğnemeden hayatımızı sürdürelim. Eskilerin güzel bir sözü var; “Ölürsek yer beğensin, kalırsak el beğensin.” düsturu kalıcı felsefemiz olsun. Dînî vecîbelerimizi îfâ ederek, îmânımızın lezzetine varalım. Ömrümüzü tükenmek bilmeyen çılgın arzularımız peşinde harcayarak, mutlak vâr olduğuna inandığımız «Âlemlerin Rabbi»nin huzûruna eli boş gitmeyelim. Bu, kul için korkunç bir durum!

Kâinatta mevcut olan her şey, kendi vazifesini hiç itirazsız sürdürürken; yaratıkların içinde en kâmil olan insanoğlu da dünya günlerini yaşarken; kendisini böylesine mükemmel yaratan Rabbine karşı kulluk vazifelerini yerine getirmekle yükümlü olduğunu, asla unutmamalı. Hayatını ona göre dizayn etmeli. Üç günlük fânî zevklere dalarak ebedî saâdetini heder etmemelidir. Zira o dehşetli gün, Kur’ân-ı Kerim’de şöylece îzah edilir:

“…O kulakları sağır edercesine haykıracak olan ses geldiği zaman, o gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, karısından ve oğullarından kaçar. (Zira) o gün herkesin kendine yeter bir işi (bir derdi, bir belâsı) vardır.” (Abese, 33-37)

O zaman böylesi bir gerçek önümüzde dururken, hem dünyamızı hem âhiretimizi kazanmak zorundayız. Sadece dünya kazancı doğru bir yatırım değildir. Gerçek huzuru her ikisi için de çalışan elde eder. Bu sebeple âhiretimiz için çalışmayı yalnızca Ramazân’a bırakmak büyük bir yanılgıdır. Senenin on bir ayı Hakk’a ve hak kurallara aykırı hayat yaşayıp sadece bir ay müslümanca yaşamak, güzel ameller işlemek, ebedî mutluluk için yeterli olmaz. Dolayısıyla kul; her ayını, her gününü, Ramazan gibi yaşamaya, bütün ömrünü güzel ve sâlih ameller işleyerek geçirmeye mecburdur.

Ey kardeş! Her dâim özlenen, istenen, beklenen müslümanlardan olalım. Hep Rabbimiz’i râzı etme arzusu, yegâne hedefimiz olsun. Neticede Peygamberimiz’e lâyık ümmet olma şerefine mazhar olalım inşâallah.