VAHDET DÎNİ

Sami GÖKSÜN

Osmanlıca hâlini okumak yahut indirmek için tıklayınız…

Dînimiz İslâm, biz insanlara mutluluğun ve saâdetin yollarını göstermiştir. Bununla beraber; fert ve toplumu olumsuz etkileyecek, zarara uğratacak her çeşit hareket ve davranışlardan da men etmiştir. O’nun belirttiği, huzur ve saâdetimiz için uyulmasını gerekli gördüğü esaslardan birisi de; millî birlik ve beraberliğimizdir. Bu noktada; millet olarak gönüllerimizi birleştirip, Hak ile beraberlik içinde birbirimizle daima yardımlaşmak îcap eder.

Önemle belirtmeliyiz ki, İslâm dîninin bir adı da tevhid dînidir. Tevhid; tek Allâh’a inanmak anlamına geldiği gibi, birleşmek ve toplanmak mânâsına da gelir. İstikametimizi belirleyen Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i seniyyedeki tavsiyelerin ağırlık noktası; birlik, beraberlik ve kardeşliktir. Bu konuda Cenâb-ı Hak Âl-i İmrân Sûresi’nin 103. âyetinde şöyle buyuruyor:

“Hep birlikte Allâh’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı sarılın, parçalanmayın! Allâh’ın size olan nimetini hatırlayın… Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.”

Kitâbullah’ta ve sünnette birlik, beraberlik ve kardeşlik övülmüş; bölünüp parçalanmak, düşmanca duygular içinde olmak da yerilmiştir. Tefrikaya, bölünüp parçalanmaya sebep olan kin, haset, gurur, kibir, gıybet, koğuculuk, yalancılık, iftira, sosyal medyada yalan haber üretmek… gibi kötü düşünce ve davranışlar şiddetle yasaklanmıştır. Hucurât Sûresi’nin 13. âyetinde de yüce Rabbimiz bu noktaya dikkatlerimizi çekerek:

“Ey insanlar! Doğrusu Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabîlelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en kıymetli olanınız, O’ndan en çok korkanınız (takvâ sahibi olanınız)dır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”

Bu ilâhî emirlerin bize gösterdiği istikameti iyi takip ederek, ulaşılması mümkün olan en güzel noktaya, millet olarak mâzîde olduğu gibi şimdi de sahip olabiliriz. Yeter ki tefrikaya düşmeyelim. Bizim milletimiz öyle bir millet ki:

Allâh’ı bir, Kitâbı bir, Peygamber’i bir, aynı vatan topraklarında yaşıyoruz, aynı kıbleye yöneliyoruz, aynı kültürü paylaşıyoruz, aynı iş yerlerinde kardeşlik duyguları içinde çalışıyoruz, aynı alışveriş yerlerinden faydalanıyoruz, aynı camide yan yana saf tutuyoruz, aynı mekteplerde tahsil görüyoruz…

Böyle bir millette ayrılık gayrılık olabilir mi? Elbette olamaz. Düşmanların aramıza saçtığı kin ve nifak tohumları böyle bir toplumda yerleşme imkânı bulabilir mi? Asla bulamaz! Yeter ki bizi biz yapan millî ve mânevî değerlere sahip çıkabilelim.

Bu gün itibarıyla düşmanlar; geçen zamandan daha değişik taktiklerle, milletimiz ve ülkemiz üzerindeki hâin emellerini gerçekleştirebilmek üzere gizli-açık saldırıyorlar. Dün savaş ve silâh gücü ile yapamadıklarını; bugün, yalan algı ve haberlerle milletimiz içinde fitne ve fesat çıkararak yapmaya çalışmaktadırlar.

Her karış toprağı şehid kanları ile sulanan güzel vatanımızı parçalamayı ve milletimizi bölmeyi hedef alan; din, vatan ve millet düşmanlarının yıkıcı emellerine aldırmamak, kurdukları açık ve gizli hâin tuzaklara düşmemek için son derece dikkatli ve uyanık olmak zorundayız.

Çünkü düşman taktik değiştirmiştir. Müslümanları karşı karşıya getirip, kardeşi kardeşe kırdırmaya çalışmaktadır. Canavar şimdi kuzu postuna bürünmüş, milletimizi birbirimize düşürmek için her fırsatı kullanmaktadır.

Bu noktada fert ve toplum olarak şu iyi bilinmelidir ki; fitneye, fesâda, çekişmeye, anlaşmazlıklara düşmek veya bunlara sebebiyet vermek, millet ve toplumumuza karşı yapılmış haksızlıkların en büyüklerindendir. Zira uyanık olmaz isek, bu gibi davranışlar milletimizin birliğini sarsar. Varlığına sıkıntı verir. Milletimize karşı iyilik ve saâdet yollarının kapanmasına sebep olur.

«Ben bu milletin evlâdıyım!» diyen herkes şunu çok iyi bilmeli ki; fertleri birbiriyle çekişen, tefrikaya düşmüş, kalpleri kin, düşmanlık, haset hisleriyle dolu olan bir toplum, daima huzursuzdur. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz şu noktaya dikkatlerimizi çekerek;

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücut gibidir. Vücudunun herhangi bir uzvu rahatsız olursa, sâir uzuvları da bu yüzden ateş içinde kalır.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66) buyurup parmaklarını birbirine kenetleyerek mü’minlerin de böylece dayanışma hâlinde bulunmaları gerektiğini îzah etmiştir. Esas nasıl olmamız gerektiğini ortaya koyan şu hadiste ise Efendimiz;

“Birbirinize haset etmeyiniz, birbirinize öfkelenip dargın durmayınız ve birbirinize yüz çevirmeyiniz.

Ey Allâh’ın kulları kardeş olunuz!

Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, ona hor bakmaz.” (Buhârî, Edeb, 57)

Bu hadisler de bize gösteriyor ki, kardeşlik duygusu içinde birlik ve beraberlik üzere hareket etmeliyiz. Yermuk Savaşı’ndaki şu hâdise, bu noktayı ne güzel îzah ediyor:

Hazret-i Peygamber -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ashâbından Huzeyfe -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“Yermuk Savaşı sona ermişti. O sırada amcamın oğlunu göremediğim için, eğer yaralıların arasında ise ona biraz su vereyim, dedim.

Savaş alanındaki yaralılar arasında dolaşmaya başladım. Amcamın oğlunu buldum. Yaralı yüzünü sildim. Gözünü açtı;

«–Su ister misin?» dedim. Eliyle; «Evet!» işaretini verdi. Tam suyu dudaklarına götürürken yanındaki bir yaralı;

«–Ahh!..» çekti. Amcamın oğlu; «Suyu ona götür!» diye işaret etti. Suyu ona götürdüm. Tam içeceği sırada bir üçüncü yaralı;

«–Ahh!..» diye inledi. O da ona götürmemi işaret etti ve götürdüm ki o sahâbî ölmüştü. İkincisine götürdüm o da ölmüştü.

«–Bari amcamın oğluna yetişeyim…» dedim, geldiğimde o da ölmüştü.” diyor. (Bkz. Hâkim, Müstedrek, III, 270)

İşte bu misal; müslümanlar arasındaki îmânın aşk ile yaşanmasını, birlik ve beraberliği, kardeşliği, sevgiyi ne güzel ifade ediyor. Bizler de bu vasfımızla devam etmeli ve gençliğimizi bu âlî duygu ve inançla yetiştirmeliyiz.

Öyle ise yapmamız gereken:

Ayrılmak değil, birleşmek. Bölünmek değil, bütünleşmek. Bozmak değil, düzeltmek. Yıkmak değil, yapmak. Geri kalmak değil, ileri gitmek. Yerinde saymak değil, yükselmek. Düşmanlık değil, dostluk. Kin ve nefret değil, sevgi ve muhabbet. Nankörlük değil, sadâkat. Kötülükte değil, iyilikte yardımlaşmak. Merhametsizlik değil, rahmet üzere bir hayat oluşturmaktır. Var olan gücümüzü; birliğimizin ve beraberliğimizin artması, milletimizin mutluluğu ve ülkemizin mâmur olması için harcamalıyız.

Kalbimizde îman; aramızda birlik, beraberlik, kardeşlik; vatanımızda bütünlük bulundukça; yüce Rabbimiz milletimizi koruyacak, düşmanlarımızın hâin emelleri, kirli tuzakları, fitne ve fesatları, zâlim plânları sert kayalara çarpan dalgalar gibi parçalanmaya mahkûm olacak ve milletimiz ebediyete kadar vâr olacaktır inşâallah.

Yüce Rabbim bu idrâki insanlarımıza nasip eylesin inşâallah.

Âmîn…