SAHİP OLMAYA MI GELDİK ŞÂHİT OLMAYA MI?

Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

Necla Hanım’ın aslında pek âdeti değildi; öyle geline pek sık gelip gitmez, ama gelinini de severdi. Sorduklarında da;

“Efendim, tatlı gitmek lâzım. Gençler rahat olsunlar…” derdi. Oğlu ve gelini; İstanbul’da, Kadıköy’de lüks bir semtte, yine lüks bir sitede, daha doğrusu şimdiki adıyla «rezidans»ta oturuyorlardı. Girişi, çıkışı, her şeyi akıllı, diye konuşulan sitelerde… Necla Hanım’ın evi ise Fatih’te mütevâzı ve küçük de bir bahçesi olan bir apartmanın giriş katındaydı.

Bir akşamüzeri gelini Gülşen Hanım aradı, kayınvâlidesinden üç günlüğüne kendilerine gelmesini ricâ etti. Eşi ve kendisi üç günlüğüne İstanbul dışına iş gezisine gideceği için, küçük torunu olan Yağız’a bakıp bakamayacağını kibarca sordu. Necla Hanım ise elbette, seve seve geleceğini söyleyerek hazırlıklara başladı. Gerçi oğlu ve gelininin evinde; günlük gelen yardımcı bir hanım da vardı, ama gelini ille de kayınvâlidesinin Yağız’la ilgilenmesini istedi ki, içi rahat olsun. Hem zaten Yağız; her gün eve çok yakın olan yuvaya gidiyor, öğleden sonra geliyordu. Necla Hanım; yakın olduğu için, torununu üç gün boyunca kendisi götürüp getirecekti. «Hem benim için de bir değişiklik olur, torunum ile güzel bir zaman geçiririm.» diye düşünüyordu.

Necla Hanım ertesi günü beklemeden, o akşam hazırlanıp hemen oğlu ve gelininin evine geçti. Ertesi sabah da torunu Yağız’ı erkenden hazırladı yuvaya götürmek için. Yuvaya girdiğinde, torunu babaannesinin elini bırakarak doğru oyun salonuna koştu. Çünkü yuvaya erken gelen çocuklar; o gün yeni oyuncakların geldiğini söylemişlerdi, o da duyunca yuvadaki diğer çocuklar gibi âdeta saldırırcasına yeni gelen oyuncaklara sarıldı. Herkes bir oyuncak kapıyor. Elindeki oyuncağı daha oynamadan başka bir oyuncak kapmak istiyordu. Necla Hanım şaşırdı, yaklaşık bir yarım saat kadar bu sahneyi seyretti. Çocuklar kendilerini o kadar oyuna kaptırmışlardı ki, ne öğretmenlerini ne de onları getiren anne ve babalarını gözleri görüyordu. Varsa yoksa oyuncaklara sahip olma derdindeydiler. Âdeta bir savaş alanı gibi eline oyuncağı geçiren hemen onu bir yere saklıyor. Sonra tekrar gidip başka oyuncaklar alıp onunla da oynamadan, başkası ile paylaşmadan hemen onu saklama derdine düşüyordu.
Necla Hanım biraz da şaşkın olarak torununu orada bırakıp yakındaki parka gitti. Biraz dinlenip birileri ile dertleşmek istiyordu. Anlayamamıştı, çocuklar oyuncaklarla neden oynamıyorlardı? Oyunun tadını, zevkini çıkaracaklarına; ha bire oyuncak sahibi olma derdinde idiler. Peki, sonra ne olacaktı? Akşam olunca oyuncaklar orada kalacak, herkes evine dönecek ve oynamadıkları oyuncakların sadece yorgunluğu ile uyuyacaklardı.

Bunları düşünürken yanına Nezahet Hanım geldi. Kendisini tanırdı. Güngörmüş bir hanımefendiydi kendisi. Hanımlara sohbet yapan emekli vâize bir hanımdı. Necla Hanım; birden onu yanında görünce yüzü güldü, neşesi yerine geldi ve sabahki karşılaştığı hâdiseyi bir çırpıda anlatıverdi.

Nezahet Hanım, yılların verdiği tecrübe ile tebessüm içerisinde şu güzel konuşmayı yaptı:

“–Sevgili kardeşim, neden garipsiyorsun ki? Büyüklerin çocuklardan ne farkı var ki? Çocuklar; yuvada oyuncaklara sahip çıkıyorlar, saklıyorlar. Birbirleri ile paylaşmıyorlar. Ya büyükler, onlar da öyle değiller mi? Bak etrafına mal biriktiren, elbise biriktiren veya eşya biriktiren birçok insan var. Öyle hanımlar tanırım ki, mağazadan aldığı elbiseyi bir kere bile giymeden öylece durur. Ne kendi giyebilir ne de başkasına verir.

Allah buyuruyor ki:

«(Mal, mülk ve servette) çoklukla övünmek, sizi «tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi.» Öyle ki (bu,) mezarı ziyaretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü.» (et-Tekâsür, 102/1-2)

Günümüzde de öyle değil mi? İnsanlar; yeni moda elbise, yeni model araba, akıllı evler, akıllı cihazlar… Hep sahip olma derdindeler. Hâlbuki biz dünyaya sahip olmaya değil ŞÂHİT OLMAYA GELDİK!

Yine Rabbimiz buyuruyor ki:

«Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedî kılacağını sanıyor. Hayır; andolsun o, «Hutame»ye atılacaktır. «Hutame»nin ne olduğunu sana bildiren nedir? Allâh’ın tutuşturulmuş ateşidir.» (el-Hümeze, 104/2-6)

Mal ve mülk hırsı bizde o kadar çok ki, bu giderek artıyor. İnsanoğlu kendini bekleyen âkıbetten habersizdir. İnsanın zihnini, para kazanma ve lüks harcama hırsı sürekli meşgul eder. Para kazanıyorsa, parasıyla elde edebileceklerini düşünür; eğer kazanamıyorsa da gıpta edip imrendiği şeylere sahip olmanın yollarını arar. Bu düşüncelerinin sebep olduğu gaflet; onu, Allâh’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoyar. O zaman da Allah yine uyarıyor:

«Ey îmân edenler! Mallarınız ve evlâtlarınız sizi, Allâh’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyâna uğrayanların ta kendileridir.» (el-Münâfikûn, 63/9)”

Necla Hanım bu güzel sohbet için Hocahanıma teşekkür etti ve içi ferahlayarak tekrar torununu almak için yuvaya geri döndü. Ne demişti Nezahet Hanım:

“Biz sahip olmaya değil şâhit olmaya geldik.”

Kısaca:

“Keşke o (ölüm her şeyi) kesip bitirseydi. Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı. Güç ve kudretim yok olup gitti. (Allah buyruk verir🙂 «Onu tutuklayın, hemen bağlayın. Sonra çılgın alevlerin içine atın.»” (el-Hâkka, 69/27-31)

“Gerçekten dünya hayatı, ancak bir oyun ve oyalanmadır. Eğer îmân ederseniz ve sakınırsanız; O, size ecirlerinizi verir ve mallarınızı(n tamamını) da istemez.” (Muhammed, 47/36)

“Onlar dinlerini oyun ve eğlence edinmişler ve dünya hayatı da kendilerini aldatmıştı. İşte onlar bu günlerine kavuşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi nasıl inkâr edip durdularsa, biz de onları bugün öyle unuturuz.” (el-A‘râf 7/51)