LÂ EDRÎ

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

“Ey Muâviye; divitine lîka koy, kalemini eğri kes, «bâ»yı uzat, «sîn»i fark ettir, «mîm»i köreltme, Lâfzatullâh’ı güzel yaz, er-Rahmân’ı uzat, er-Rahîm’i güzel yaz, kalemini sol kulağına koy ki, kolay hatırlayıp alasın.”2

Eyüp Dayıdan bahsetmiştim. Söz Eyüp Dayıdan açılmışken; hatırladığım, dayının antikacı olan arkadaşı Allâhu a‘lem büyük bir zât idi.

Sohbet için her uğradığımızda; üç kişi var ise dört çay, dört kişi var ise beş çay söylerdi, ben her seferinde; «Neden bir fazla çay söyledi?» diye düşünürken, mutlaka o çayı içecek birisi çıkıp geliverirdi.

O gün yine sohbet halkasında dört kişiydik; antikacı ağabey beş çay söyledi, ben ise merakla bekliyordum; «Kim gelecek?» diye.

«Bu sefer hiç kimse gelmedi işte…» diye kendimce çocuksu bir sevince kapılmışken, antikacının sesi duyuldu:

“–Gel yeğenim; bu çay tam sana göre paşa çayı oldu, demek ki nasip sana imiş!” deyip yine yaptı yapacağını.

Çaylar içilirken; antikacı ağabey dükkânın asma katına çıkıp, elinde bir çerçeve ile geri döndü.

Çerçeveyi bir ressam sehpasına yerleştirdi.

Bu bir hat eseri idi.

“–Evet, arkadaşlar burada ne görüyorsunuz?” dedi.

Herkes;

“–Bismillâhirrahmânirrahîm.” dedi.

“–Ben size; «Ne yazıyor?» demedim; «Ne görüyorsunuz?» dedim arkadaşlar. Bakın şimdi…”

Sehpanın tam karşısına bir sandalye koydu;

“–Şimdi sırayla bu sandalyeye oturup ne gördüğünüzü söyleyin bakalım!” dedi.

Sohbete katılanlardan biri sandalyeye oturdu.

Antikacı;

“–Şimdi dikkatli bir şekilde çerçeveye yoğunlaş bakalım, ne göreceksin?”

Sandalyeye oturan kişi birkaç dakika çerçeveye baktı ve derin bir şekilde;

“–Bismillâhirrahmânirrahîm.” dedi ve birden sandalye ile birlikte geriye doğru devrildi.

–Lâ ilâhe illâllah, Lâ ilâhe illâllah, Lâ ilâhe illâllah…” diyordu, kendinden geçmiş idi.

Kolonya koklatılarak, kendinden geçen zât kendine getirildi.

Antikacı anlatmaya başladı:

“–Kur’ân-ı Kerîm’in besmeleyle başlaması ve Peygamber Efendimiz’in besmele ile ilgili hadîs-i şerifleri, hattatları besmeleye sevk etmiştir. Hattatlar; aylarını, yıllarını vererek olağanüstü kompozisyonlara imza atmışlardır.

Bu üstad da; hattı noktalar kullanarak yapmış ve noktaları öyle ustalıkla kullanmış ki, tam karşısına geçip gözlerinizi dikip yazıya yoğunlaştığınızda üç boyutlu bir hâl alıyor ve içinde kaybolup gidiyorsunuz.”

Bunun üzerine herkes karşısına geçip eseri incelemeye başladı.

En son bana da sıra geldi tabiî, dayım nasıl bakmam gerektiğini anlattı;

“–Bak evlât; çerçevenin tam ortasına gözlerini kırpmadan dalacaksın, bir süre sonra çerçevenin içinden bir yol açılacak!” diye tarif etti.

Yeniden antikacı lâfı aldı:

“–Geçenlerde elime geçen bu eseri sizinle paylaşmak istedim.

Arkadaşın kendinden geçmesi çok normal. Ben size eserin yapılış tekniğini anlatmasaydım, hepiniz aynı duruma düşerdiniz.

Eserde kullanılan teknik âdeta «hatt»ın;

«Cismânî âletlerle meydana getirilen rûhânî bir hendesedir.» lâfzını doğrular nitelikte. Bu sebeple seyredenleri şaşırtıp cezbediyor.”

Daha sonra Eyüp Dayı lâfa girdi:

–Hat bir İslâm sanatıdır. İç âhenginde (derûnî âhenk) İslâmî düşünce, aşk, îman ve heyecan hâkimdir. Asâletini, karakterini, estetiğini, milletlerin zevkleriyle İslâm dîninden alır. Hattâ denebilir ki, müslüman halkların estetik duygusunu hüsn-i hat kadar hiçbir şey temsil etmemiştir.3

Bunu ben söylemiyorum arkadaşlar, Burckhardt adlı Avrupalı bir sanat tarihçisi söylüyor…”

O sırada ezân ı şerif okunmaya başladı, hep beraber Sinan Paşa Camii’ne namaz kılmaya gidildi.
________________________
1 Lâ edrî: Bilinmiyor.
2 Hazret-i Peygamber’in, kâtiplerinden Muâviye -radıyallâhu anh-’a bu tavsiyelerde bulunduğu hattatlar arasında nakledilegelmiştir. (Uğur DERMAN, «Besmele», DİA, V, 538-540)
3 Burckhardt, Titus, (2005), İslâm Sanatı, çev. Turan KOÇ, İstanbul.