DÜN, YARIN, BUGÜN!

Ali AĞIR aliagir70@gmail.com

Dün hâtıra, yarın hayal, bugün ne?
İki renk arası bir çizgicik pay.
(Necip Fazıl KISAKÜREK)

ZAMAN SERMAYESİ

Zaman; Hakk’ın yarattığı günden bugüne, bir ırmak misâli güzergâhında ve hep aynı istikamete, aynı hızla akıp gitmektedir. Ezelî ve ebedî olan yalnızca Allah’tır. Bu sebeple; yaratılan her varlığın bir ömrü ve eceli olduğu gibi, zamanın da elbet bir nihayeti olacaktır.

Her hâdise, mutlaka zamanın bir diliminde ve bir mekânda vukû bulur. Yaratılmış bütün varlıkların zamanın ve mekânın dışında olmasına imkân yoktur.

Zaman sermayesi; insanoğluna verilmiş en büyük nimetlerden, emânetlerden biridir ve büyük bir ehemmiyet taşır. Çünkü zamanın hangi meşguliyetlerle geçirildiği, âhiretteki hâlin ve nihâî âkıbetin cennet yahut cehennem oluşunu doğrudan etkilemektedir.

Her nimetin bir hesabı olduğu gibi, kula tahsis edilen zamanın yani ömrün de elbette bir hesabı olacaktır.

“O gün size verilen bütün nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz.” (et-Tekâsür, 102/8)

Gündelik hayatta zamana ait dakika, saat, gün, hafta, ay, yıl gibi bazı dilimler vardır. Kişi; hayatını, yapacaklarını bu zaman dilimlerine göre düzenler, plânlarını bunlara göre yapar ve tedbirlerini bunlara göre alır.

İnsan ömrünü ifade etmek için genellikle dün, bugün, yarın kelimeleri kullanılır. Dün, geçmişi; bugün, içinde bulunulan günü/ânı; yarın ise geleceği işaret eder.

DÜN

Yaşanan her gün, düne döndüğünde, ömür ağacından bir yaprak daha kopar. Her geçen günde bu yapraklar birer birer düşmeye devam eder. Düşen bu yaprakların bir kısmı bir süre sonra unutkanlık rüzgârıyla başka yerlere savrulur. Ancak birçoğu ağacın dibinde kalır yani zihinlerde bir yer tutar.

Dün; yaşanmış birçok hâdisenin, hâtıraların, kırgınlıkların, tecrübelerin, yapılan hataların, mahcubiyetlerin diyarıdır.

Kimi düne sırtını döner, kaçabildiği kadar ondan kaçar. Çünkü onda kırılan kalpler, kaybedilen arkadaşlar, yıkılan hayaller, işlenen günahlar vardır. Ondan ne kadar kaçabilirse, uzaklaşabilirse o kadar huzurlu olacağını düşünür.

Yalnızlığa mahkûm olan kimileri hâtıralarla yaşamaya çalışır. Sevdikleriyle geçirdiği huzurlu ve mesut günlerini hatırlar. Düne hep hasret çeker. Bu hasret öyle derinleşir ki, yüreğinde kocaman bir yanardağa dönüşür. Bu kızgın lâvlar, onu sürekli yakar kavurur. Ellerinden resimler, dillerinden isimler hiç eksik olmaz.

Kimi dünü, keşkelerle bugüne taşır. Dün, bugün olsaydı, daha az yanlış yapacağını, bugün farklı bir yerde olacağını düşünür. Her ne kadar imkânsız olsa da hayata yeniden başlamanın hayalini kurar. Ahlar, eyvahlar eşliğinde gününü geçirir.

YARIN

Yarın; yaşanacakların güzel olacağı, beklentilerin neticeleneceği, nice plânların tutacağı(!), diğer yandan birçok kişinin genellikle aldandığı gündür.

Yarın, bugünün limanında beklenen bir gemidir. Bu gemide; hayaller, umutlar, başarılar, kabul olunan duâlar ve akla gelen gelmeyen birçok kısmet yüklüdür. Yüreklerde tarifsiz bir heyecan vardır. Gözler, hep ufuktadır. Bu geminin nasıl geleceğine dair güzel fikirler yürütülür.

Bu gemi limana ulaştığında nice hasretler bitecek, nice müjdeler bir çığ gibi büyüyerek gelecek, nice bilmeceler çözülecektir.

Ancak bu gemi, kimileri için hiç gelmeyecektir.

BUGÜN

Bugün, ömür defterindeki bembeyaz bir sayfadır. Bu sayfayı dolduracak kalem, yine kişinin kendi elindedir. Yapılacak iyi ve kötü her şey o deftere yazılacak, gün bittiğinde sayfa kapanacaktır. Kapanan sayfanın yeniden açılması, yazılanların silinmesi mümkün olmayacaktır.

Dün ve yarın, iki değirmen taşı gibidir. Dikkatli olunmazsa, gaflet uykusundan uyanılmazsa bugünleri un ufak eder. Elbette geçmişte yaşananlar, bugüne ve geleceğe ışık tutmalıdır. Geçmişteki hatalardan dersler çıkarıp gelecek için bazı plânlamalar yapılmalıdır. Çünkü bugün, dünün ve yarının köprüsüdür. Ancak bu demek değildir ki insan ikisi arasında savrulup duracak, zaman zaman ikisinden birinin çıkmaz sokaklarında kaybolacaktır. Bugün, düne ve yarına asla kurban edilmemelidir.

Mü’min, ömrün bir insana bir kereliğine verilen ve telâfisi olmayan bir sermaye olduğunun şuurundadır. Ne dünün hâtıralarına saplanır kalır ne de yarın hayalleriyle kendini avutur. Bilir ki dün elden kayıp gitti, mâzîde kaldı; yarınlar ise hep meçhuldür. Bu yüzden, «ömrün son günü, bugün olabilir» düşüncesiyle günü en güzel şekilde değerlendirmenin, amel defterini, hayırlı ve güzel amellerle doldurmanın, Allâh’a iyi bir kul olabilmenin ve Allâh’ın rızâsını kazanmanın gayreti içinde olur. İki günün eşitliğinde zararda olacağının; kılınan bir vakit namazın, yapılan bir ibâdetin, bir iyiliğin, verilen bir sadakanın hattâ edilen bir tebessümün kendisine kâr getirdiğinin farkındadır.

ZAMANA YEMİN

Asr Sûresi, ânı/günü değerlendirme noktasında, âdeta bir ışık olup inananların yolunu aydınlatmada ve yol haritasını belirlemektedir:

“Asra (zamana/ikindi vaktine) yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak îmân edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır (onlar ziyandan kurtulmuşlardır).” (el-Asr, 103/1-3)

Yukarıda verilenlerin dışında; kişinin boş ve faydasız işlerle uğraşması, heveslerinin peşinde koşarak fânî olanı bâkî olana tercih etmesi yani nefsine mağlûp olması, onu ziyana uğratır ve hüsrana sürükler.

NEFESLER SAYILIDIR

İnsan, tabiata nazar edip biraz tefekkür ettiğinde her canlının fânî olduğunu, ömrünü bitirenlerin toprağa karıştığını ve sıranın kendisine de geleceğini hemen fark eder.

Nefesler, bir kum saatindeki kum taneleri gibidir. Bir gün elbet o son kum tanesi de düşecek, son nefes verilecek ve ömür sermayesi tükenecektir. Son nefes gelmeden, bizlere her sabah verilen o bembeyaz sayfaları hayırlı amellerle doldurmak ve âhireti kazanmak için gayret gerekir. Ancak bu sayede zaman bereketlenir ve güzel nakışlarla işlenmiş olur.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın da şu sözleriyle yazımızı tamamlayalım:

“Dünya arkasını dönmüş gidiyor, âhiret ise yönelmiş geliyor. Bunlardan her ikisinin de kendine has evlâtları var. Sizler âhiretin evlâtları olun. Sakın dünyanın evlâtları olmayın. Zira bugün amel var, hesap yok; yarın ise hesap var, amel yok.” (Buhârî, Rikāk, 4)