RASÛLULLAH (S.a.S.)’İN HİCRETİ -8-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Osmanlıca hâlini okumak için tıklayınız…

İslâm ile şereflenip müslüman olacakları yerde, İslâm’ı ve O’nun Rasûlü’nü ortadan kaldırmak için seferber olan müşrikler Sevr Mağarası’nın önüne kadar geldiler.

İki mahir izci de aynı yeri tespit ettiklerine göre, kesin burada olmalıydılar. Kılıçlarını daha bir öfkeyle kavrayarak, mağaranın önüne kadar geldiler. Buraya kadar geldiler, ama önlerine çelikten daha güçlü öyle bir set çıktı ki, onu aşmaları mümkün olmadı! Küçük bir örümcek ağından başka bir şey değildi bu çelik set!

–Mağaranın içine girip bakalım!

–Bu mağaraya girmiş olsalardı eğer, girişin önü böyle örümcek ağı ile örülü kalmazdı herhâlde! Ama isterseniz yine de girip bakalım!

–Sizin aklınız yok mu hiç? Üzerinde üst üste, kat kat örümcek ağı bulunan şu mağaraya mı gireceksiniz yani? Öyle zannediyorum ki, şu örümcek ağı çok eskiye aittir!1

Böyle söyleyen Ümeyye bin Halef kâfiri, gidip bir de mağaranın önüne küçük abdestini yaptı. Bir yandan da daha dikkatli bakarak, konuşmaya devam ediyordu:

–Eğer mağaraya girmiş olsalardı, güvercinlerin yumurtaları kırılır, örümcek ağı da bozulurdu, anlamıyor musunuz? Boşuna oyalanıyoruz burada!

Ebû Cehil kâfiri ise, öfkesinden homurdanıp duruyordu:

–Siz ne derseniz deyin; ben sanıyorum ki, O çok yakınımızda bir yerdedir! Hattâ bizi duyduğuna bile eminim! Ama ne yapalım ki, sihri ile gözlerimizi bağladı ve kendisiyle arkadaşını göremez olduk!2

–Burada böyle konuşup zaman kaybedeceğimize, daha geniş çaplı arayalım!

–Haydi öyleyse!

Aradıkları gözlerinin önünde olduğu halde, mânen göremedikleri gibi, maddeten de görememişlerdi işte. Hazret-i Ebûbekir ile Peygamberler Peygamberi içerideydiler.

Sevr Mağarası önünde bunlar yaşanırken, içeriden her şeyi çok net bir şekilde duyuyorlardı. Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, büyük bir endişeyle korkusunu dile getirdi:

–Ben öldürülürsem öldürüleyim! Nihayetinde bir tek kişiyim, ölür giderim! Ama Sen, Sen öldürülecek olursan, o zaman bir ümmet helâk olur gider yâ Rasûlâllah!3

Hazret-i Ebûbekir, büyük bir dikkatle nöbet tutarken, Rasûlullah -aleyhisselâm- namaz kılıyordu. Namazını bitirince, Hazret-i Ebûbekir tekrar endişesini dile getirdi:

–Şunlar bizi arayıp duruyorlar yâ Rasûlâllah! Vallâhi, ben kendim hakkında zerre kadar endişe etmiyorum. Fakat yâ Rasûlâllah, Sana bir şey yapılırsa diye çok korkuyorum!

Rasûlullah -aleyhisselâm- sevgili arkadaşına döndü:

–Ey Ebûbekir, korkma! Hiç şüphesiz ki, Allah bizimledir!4

Canavar müşrikler mağaranın ağzına kadar gelip dayanmışlardı. Öyle ki, müşriklerin ayakları görünüyordu. Hazret-i Ebûbekir, artan bir endişeyle fısıldadı:

–Yâ Rasûlâllah! Onlardan biri bile gözünü aşağı eğip baksa, muhakkak ki bizi görür!

–Sus ey Ebûbekir, sus! İki kişi ki, üçüncüsü Allah’tır!

–Âmennâ yâ Rasûlâllah! Onlardan birisi biraz dikkatle bakacak olursa, bizi görecek!

–Mahzun olma (üzülme/tasalanma) ey Ebûbekir, Allah bizimledir! Üçüncüsü Allah olan iki kişiyi, sen ne sanıyorsun ey Ebûbekir!5

Rasûlullah -aleyhisselâm-;

“لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَا: Mahzun olma, üzülme/tasalanma; Allah bizimledir.” diye buyururken, mesajların en yücesini veriyordu.

Sevr Mağarası iki büyük şahsiyeti misafir ediyordu. Peygamberler Sultanı ile sahâbîler sultanı! İki kutlu insan! İki beşer! Biri kendisine vahiy gelen Allâh’ın Rasûlü, diğeri gelen vahyi yaşamak için hayatını ortaya koyan Sıddîk-ı Ekber!

İki insan! Ama biri;

“Ben de bir insanım, fakat bana vahiy geliyor.” buyuran büyük Peygamber!

قُلْ اِنَّمَٓا اَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ فَاسْتَق۪يمُٓوا اِلَيْهِ وَاسْتَغْفِرُوهُۜ وَوَيْلٌ لِلْمُشْرِك۪ينَۙ

“De ki (ey Rasûlüm): Ben de ancak sizin gibi bir beşerim/insanım. Ama bana ilâhınızın bir tek İlâh olduğu vahyolunuyor. Artık hepiniz dosdoğru bir şekilde O’na yönelin ve O’ndan mağfiret (bağışlanma) dileyin. O’na ortak koşanların vay hâline!”6

Diğeri de, o büyük peygamber yoldaşı büyük sahâbe!

أَصْحَاب۪ى كَالنُّجُومِ بِأَيِّهِمُ اقْتَدَيْتُمْ اهْتَدَيْتُمْ

“Ashâbım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidâyeti bulursunuz.”7

Biri en küçük bir endişe duymadan; o en zor zamanda dahî, en küçük fırsatı bile çok iyi bir şekilde değerlendirip nâfile namaz kılıyor! Diğeri de O’na gözcülük yapıp nöbet tutuyor!

Can alıcı bir manzara! Gören göz, idrak eden akıl, hisseden gönül için çok büyük bir olay! Teslîmiyetin zirvesi!

Hazret-i Ebûbekir’in, endişe ve korkusu Allâh’ın Rasûlü içindi! Canını, can yoldaşına fedâ ettiği için, can derdinde değil, cânan derdindeydi!

Korku ve endişesi her dakika değil, her saniye daha bir artıyor, nefesi kesilecek gibi oluyordu. Hayatını, hayatına adadığı zât, Allâh’ın Rasûlü idi. Cenâb-ı Hak, Rasûlü’nü korurdu elbet. Ama dünya cilvesi ve imtihan gereği, Rasûlü’ne şehâdet de lutfederdi. Kur’ân-ı Kerim’de, çokça peygamberin şehid edildiğinin haberinin verildiğini biliyordu. İşte bu büyük sahâbî, bundan dolayı çok korkuyordu. Sahâbîler listesinde fazîlet sıralamasının birinci ismi olup, İslâm’ı en iyi bilen ve her şeyiyle hayatına yansıtıp yaşayarak, en güzel bir şekilde temsil eden büyük şahsiyet; Allâh’ın Rasûlü’ne bir şey olmasın diye çırpınıyordu!

İki büyük insan ve vahiy alan Rasûl ile vahyi yaşayan farkı! Rasûlullah -aleyhisselâm-, sevgili yol arkadaşını teskin ederek;

“Mahzun olma, Allah bizimledir.” buyuruyordu!

Peygamber Efendimiz, hepimiz için en güzel örnektir çünkü.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

__________________________________

1 Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 181.

2 Suheylî, Ravdu’l-Unûf, c. 4, s. 212-213; Kastallânî, Mevâhibü’l-Ledünniyye, c. 1, s. 82.

3 Diyârbekrî, Târîhu’l-Hâmis, c. 1, s. 328-329.

4 Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 181; Kastallânî, Mevâhibü’l-Ledünniyye, c. 1, s. 82.

5 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 3, s. 174; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 328; Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 481; Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, 237; Muhibbüddîn et-Taberî, Riyâdu’n-Nadrâ, c. 1, s. 93; İbn-i Kayyım el-Cevziyye, Zâdu’l-Me‘âd, c. 2, s. 59; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 322; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 182; Diyârbekrî, Târîhu’l-Hâmis, c. 1, s. 328; Halebî, İnsânü’l-Uyûn, c. 2, s. 210; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Tarihi, c. 2, s. 344-345.

6 Kur’ân-ı Kerim, Fussilet Sûresi, 41/6.

7 İbn-i Abdilberr, Câmiu’l-İlm, c. 2, s. 91, c. 11, s. 110; İbn-i Hazm, Ahkâm, c. 4, s. 82.