Rahmet İkliminde Zirve: RAMAZÂN-I ŞERİF

B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Hızla akan zaman içinde, nihayet mânevî lezzetler deryâsı «üç aylar»la başlayan rahmet ikliminin zirvesi Ramazân-ı şerif ayını idrâke başladık; mübârek olsun. Âlemlere rahmet Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu mâneviyat mevsimi başlayınca, mübârek gönlünden taşan heyecan ve şevki;

“Ey Allâh’ım! Bize Receb ve Şaban’ı mübârek kıl ve bizi Ramazân’a ulaştır.” (İbn-i Hanbel, I, 259) duâsıyla ifade buyururdu. Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ve selef-i sâlihîn hazerâtının izini takip edebilmeyi en büyük şeref bilen aziz milletimiz de, bu müstesnâ zaman dilimine gereken tâzimde bulunmayı, bir vefâ borcu bilmiştir.

«Üç aylar»; yıl içinde, rûhâniyette derinleşerek kulluk tâliminde yoğunlaşılıp, sâlih kulluğu bütün yıla ve ömre yayma gayret ve azminin coştuğu bir zaman dilimidir. Öyle ki; artan ivme ile devam eden bir mânevî hayatla, Ramazân-ı şeriften ebedî saâdete lâyık bir kulluk kıvâmı ile çıkılması umulur. Bu cümleden olarak; bu mübârek ayın kıymetini lâyıkıyla ifade edebilmek mümkün değildir. Nitekim Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e; bir Cuma hutbesinde basamakları çıkarken, üç defa; «Âmîn!..» demesinin sebebi sorulunca, verdiği cevabın Ramazan’la ilgili kısmı şöyledir:

“Cebrâil -aleyhisselâm-; «Ramazân’a eriştiği hâlde bir insan, Ramazân’ın feyzinden, bereketinden istifade edememiş; Ramazan gelmiş geçmiş de hâlâ Allâh’ın mağfiret ettiği bir kul olamamış, Allâh’ın affını, mağfiretini kazanamamışsa; yazıklar olsun o kula! Burnu yerde sürtsün!» diye duâ etti. Ben de O’na; «Âmîn!..» dedim.” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, 1419/1998)

«Üç aylar»ın fazîleti ile alâkalı olarak; Receb tohum ekme, Şaban sulama, Ramazan ise hasat ayı olarak görülebilir. Yine mecâzen yıl bir ağaç olarak kabul edilirse; Receb ayı ağacın yapraklandığı, Şaban ayı meyve bağladığı, Ramazan ise mahsûlün hasat edildiği bir devre olarak tasvir edilebilir.”1 Bu müddet içerisinde yer alan «kandil» tabir edilen mübârek geceler vardır ki; ateşin körüklenmesi misâli, rûhâniyeti daha bir gayrete getirir, ibâdet ve kullukta yoğunlaşma seviyesi daha da yükselir. Hikmetine binâen, ibâdetler artırıldıkça katbekat ecre kavuşulur.

Ne güzel bir hususiyettir ki; milletimiz bu ayların ve bilhassa kandillerin bereket ve feyzinden hissedâr olabilmek için elinden gelen gayreti gösterir; ibâdete başlar, ibâdetlerini ve güzel amellerini artırır, kalbi rakîkleşir, camileri doldurur… sâlih kullukta merhale kateder.

Bu mübârek ayın; mükellefiyetlerin yerine getirilmesiyle rahmete vesile olacağına işaret buyurulmakta olduğundan, halkımız ferdî ve içtimâî vazifelerini daha güzel bir şekilde yerine getirmeye azmetmektedir. Cemiyete hâkim olan bu hâlet-i rûhiyenin tesiri ile, âsâyiş kayıtlarına giren suç nispetlerinin önemli ölçüde düştüğü de bir vâkıadır.

İçinde «bin aydan daha hayırlı» Kadir Gecesi’ni barındıran Ramazân-ı şerif; «Kur’ân-ı Kerim ayı» olarak tâzim edilen bir mübârek zamandır. Bu cümleden olarak halkımız; diğer ibâdetlere ilâve olarak sünnete hürmeten, mukabelelerle bu ayı ihyâ eder. Ancak Kur’ân-ı Kerîm’in okunmasından murad, yüce Kitâb’ın hakkını en güzel şekilde vermek olmalıdır ki; bu da, belli bir şuur seviyesinin muktezâsınca, dille okumak ve uygulamak (tilâvet), akıl ve zihinle takip etmek (kıraat), kalp ve gönle yerleştirmek (tertîl) sûretiyle gerçekleşebilir. Her hâli ile, Kur’ân-ı Kerim ahkâmının hayata aktarılmış müşahhas bir örneği olan Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; ashâb-ı kiram hazerâtını bu şuuru tâlim buyurarak, «gökteki yıldızlar» seviyesine yükseltmiştir.

Ramazan ayında inen huzurla alâkalı olarak, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.” (Müslim, Sıyâm, 2) buyurur. Küçücük çocukların oruç tutmak ve sahura kalkmak için ebeveynlerine yalvarmaları, bazen merhamet eseri olarak iki-üç vakit yemekle «tekne orucu»na râzı edilmeleri, Allâhü a‘lem onların mâsumiyetleri dolayısıyla bu ilâhî feyzi sezmelerinin bir alâmetidir.

Şeytânî vesveselerin sevkiyle, sağlıkla alâkalı endişelere kapılarak; bilhassa uzun yaz günleri, bazı rahatsızlıklar, çalışma şartları… gibi çeşitli bahanelerle oruç tutmaktan imtinâ edilebildiği de bir vâkıadır. Oruç, Allah Teâlâ’ya itaatin bir timsâlidir; faydalanılan helâlleri ve mubahları kendi arzularımıza göre değil, Allah Teâlâ’nın emrettiği zamanlara hasretmenin tâlimidir. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“… Oruç, kuvvetli bir şehvet kırıcıdır.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 1)

“Oruç tutunuz sıhhat bulunuz.” (et-Terğîb ve Terhîb, 2:83) buyurur.

“1877 yılında Amerika’da «oruç»la tedâvi usûlüne başlayan Dr. Edward Dyun, hazırladığı kitapta; «Bu kitap, ilâçlarla tedâvi eden bir doktorun hayat tecrübeleri esasıyla yazılmıştır. Kesin olarak söyleyebilirim ki; bütün hastalıkları, insanın yaratılışına tam uygun fıtrî bir tedâvi usûlü olan ‘oruç’la tedâvi etmek mümkündür.»”2

“Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve ashâb-ı kirâmın yaşadığı nezih hayata baktığımızda, az hasta olmalarının sebebinin; «acıkmadıkça yememek ve doymadan kalkmak» olduğunu müşâhede ediyoruz. Hakikaten sağlık ve tıbbın özeti olan «açlık ve az yemek diyeti», insan sağlığı için en ideal hayat tarzıdır…”3

“–Bana öyle bir amel tavsiye et ki, Allah Teâlâ, beni onunla mükâfatlandırsın.” diyen sahâbîye, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“–Sana orucu tavsiye ederim. Zira, onun bir misli yoktur.” (Nesâî, Sıyâm, 43) buyurmuştur. Allah Teâlâ’ya itaat için tutulan oruçla kazanılan sağlık ve afiyet, O -celle celâlühû-’nun bir ikrâmıdır. Ârifler, orucu üç derece olarak sınıflandırıyorlar:

Avâmın orucu; yeme-içme gibi orucu bozan hususlardan kaçınmaktır.

•Havâssın orucu; kulak, göz, dil, el-ayak vesâir âzâları günahtan uzak tutmaktır.

•Ehassü’l-havâssın orucu; Allah’tan başka her şeyi kalpten uzaklaştırmaktır.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Oruçlu için iki sevinç vardır. Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir; diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir.” (Buhârî, Savm, 2) buyuruyor. Orucumuzun keyfiyeti, ehassü’l-havâss derecesine yaklaştığı nispette, müjdelenen sevinç de derinleşecektir; Allah Teâlâ yardım eylesin, muvaffak kılsın.

_________________________

1 Yusuf DEMİREŞİK: Üç Aylar, Erkam Mat., Bursa 2011, s. 139.

2 Fatma ALADAĞ: Şebnem, s, 78.

3 Dr. B. Nefise İNAL: Şebnem, s. 193.