BİR MİLLETİ BÜYÜK YAPAN SIR NEDİR?

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Otobüs duraklarında bir reklâm gördüm:

Dünyaca meşhur bir eğlence kanalı, Türk yapımı bazı dizilerin İngilizce isimlerle bütün dünyada seyre sunulduğunu ilân ediyor. Bunu görünce koltuklarımız kabaracak; «Vay be!» diyecekmişiz.

Bu reklâm, aslında altında şöyle bir alt metin taşıyan, tersinden bir psikolojik hamle gibi:

“Siz önünüze attığımız bu kadarcık jestlerle bile memnun olacak; ezik, beceriksiz, gelişmemiş ve geri kalmış bir milletsiniz.”

Bir yabancı filmde kısacık da olsa Türkiye’den bahsedilmesi, bir yabancı ülkenin millî takımında bir gurbetçinin boy göstermesi, bunlarla sevinmek bile aşağılık kompleksi değildir de nedir?

Hâlbuki bir milleti büyük yapan, çevirdiği filmler değildir. Bir milleti büyük yapan, tarihin gerçekten inşâsında oynadığı gerçek roldür. Tabiî ki Allâh’ın nasip ettiği bu vazifeye mânen ehil olabilmek şartıyla.

Eziklik, aşağılık kompleksi ve dolayısıyla ümitsizlik, bunlar bir milleti ve bilhassa yeni nesilleri mânen öldürecek birer zehirdir.

Bu sebeple millet derdi olan büyük insanlar, şairler ve mütefekkirler; nesillere, ait oldukları milletin azametini tekrar hatırlatma ihtiyacı duymuşlardır.

Mithat Cemal hattâ mağrur diyebileceğimiz sıfatlarla milletin şanlı mâzîsini hatırlatır:

A‘sâra sorarsan, beni söyler sana kimdi?
Bir başka denizdim, kürenin rub‘u benimdi!..

Çarpardı göğün kalbi hilâlin avucunda,
Titrerdi yerin tâlii mermîmin ucunda…

A‘sâr elimin çizdiği mecrâdan akardı,
Üç kıt‘ada mağrûr atımın izleri vardı…

Çok zorlu ve inkisar dolu bir devirde yaşadığı hâlde, daima ümit aşılamaya gayret eden Âkif’in şöyle başlayan şiiri de bu gayretlere güzel bir misaldir:

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:
Gelmişiz dünyâya milliyyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün âfâkı insâniyyetin,
Nûr olup fışkırmışız tâ sînesinden zulmetin!

Kur’ân şairi olan Âkif, kuru bir hamâsetle iktifâ etmez. Bu şiirin müteâkip mısralarında büyük bir millete ait gerçek değerleri bir bir sıralar:

•Dindarlığımız,

•Ahlâkımız,

•İrfânımız,

•Güçlü adâletimiz,

•Diğer milletleri de yükselten ihsânımız ve cömertliğimiz,

•Kötülüğü men etme ve

•İyiliği yayma gayretlerimiz…

Ne yazık ki bu sıfatları kaybettikçe, âdeta tersine çevirince gerilemiş ve kaybedenlerden olmuşuzdur.

Milletlerin büyüklüğü, ilâhî yardıma nâil olup zaferlere kavuşması, tabiî birtakım mânevî şartlara bağlıdır. Osmanlı’yı anlattığım kasîdede, şu mısralarla ben de o değerleri şöyle ifade etmeye çalışmıştım:

Her Âdemoğlu harcı mı Hakk’ın hilâfeti?..
Mevlâ, seçer de lutfeder ancak emâneti…

Kâinatta hiçbir şey tesadüf olmadığına göre, birtakım milletlerin yükselişleri de rastgele değildir. Her yükseliş ya esbâbına sarılarak hâsıl olmuştur ya imtihan edilmek üzere geçici olarak verilmiştir.

Yeryüzünde Hakk’ın halîfesi olmak, Hazret-i Dâvud misâlinde olduğu gibi adâlet ve merhametle hükmetme şartına bağlıdır:

“Ey Dâvud! Biz seni yeryüzünde halîfe kıldık. O hâlde insanlar arasında adâletle hükmet! Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni Allâh’ın yolundan saptırır. Doğrusu Allâh’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.” (Sâd, 26)

Ferdin kemâli; «Şart!» dedi, «toplumda intizam»,
Hakk’ın nişânı, «mûtedil ümmet» şahâdeti…

Büyük millet olmanın şartları: İnsanlığa örnek olmak ve Rasûlullâh’ın şâhitliğine lâyık olmak:

“Böylece sizi, bütün insanlara şâhit ve örnek olasınız, Peygamber de size şâhit ve örnek olsun diye dengeli, mûtedil bir ümmet kıldık.” (el-Bakara, 143)

Kim var o bahtiyarlığa, hasretle yol soran,
Kur’ân-ı Pür Kerem’de yazılmış işâreti:

Âyet; «Yuhibbühüm ve yuhibbûnehû» dedi,
Târîf eder o kavmi; muhabbette şiddeti…

İhvâna merhametli ve alçak gönüllüdür,
Küffâra karşı, dağ gibi izzet ve heybeti…

Timsâlidir, adâletin, ahlâk ve hikmetin,
Temsîl eder, cömertliği, ölmez mürüvveti…

İ‘lâ-yı nâm-ı pâk-i Hudâ, tek vazîfesi;
Âlem nizâmı maksadı, arzın hidâyeti…

Haksız ayıplayanları hiç duymaz âdetâ,
Düşman taarruzundan, o etmez şikâyeti…

İşaret ve nazmen tefsir edilen âyet-i kerîme:

“Ey îmân edenler! Sizden kim dîninden dönerse, Allah onların yerine yakında öyle bir nesil getirecek ki;

•Allah onları sever,

•Onlar da Allâh’ı severler.

•Mü’minlere karşı alçak gönüllü,

•Kâfirlere karşı güçlü ve izzet sahibidirler.

•Allah yolunda cihâd ederler ve

•Kendilerine dil uzatan hiçbir kimsenin kınamasından korkmazlar.

İşte bu Allâh’ın öyle bir lutfudur ki, onu dilediğine verir. Allah; lutfu ve rahmeti pek geniş olan, her şeyi hakkıyla bilendir.” (el-Mâide, 54)

Hâkimdir ilme, fenne o kudretli pençesi,
İrfâna âşinâ, öze tâlip liyâkati…

Tek derdi bir gönül daha bilsin, Hudâ’sını,
Fâtihtir önce gönle, zarîf istimâleti…

İstimâlet; Osmanlı’nın hükmettiği sahada gayr-i müslimlere gösterdiği yumuşak tavırdır ki, İslâm’ın adâlet ve müsamahasının hayata geçirilmesinden ibarettir.

Geçtiğimiz aylarda Yunan başpiskoposu, İslâm’ı «din değil bir siyâsî parti», müslümanları da «savaş insanları» olarak vasfetmiş. Piskopos sadece şu soruya cevap verse:

“–Sen ve dedelerin nasıl hayatta kaldınız o hâlde?”

Yalnızca hak edenlere kindar kılıncı ki,
Zâlim ve zorba zulmüne son verme âleti…

İşte papasını, piskoposunu çirkin çirkin söyleten haslet, bu vasıf. Büyük milletimizin vasfı zâlime mâni olması. Mâsuma dokunmadığını pekâlâ biliyorlar.

Allâh’a satmış ömrünü, dünyâyı, cânını,
Cânanla mal ve cân ile cennet ticâreti.

İşaret edilen âyet-i kerîme:

“Allah; mü’minlerden, kendilerine vereceği cennet karşılığında canlarını ve mallarını satın almıştır…” (et-Tevbe, 111)

Serhaddi beklemekte fedâkârca kaç asır,
Mazlum için dövüşmesi, aslî hüviyyeti…

Büyük milletimizin seciyesidir ki; bir mücadelede zâlimden yana olmaz, tarafsız da kalmaz, mazlumun yanında olur. Bu asil tavır, şu emrin de îfâsıdır:

“Mü’minlerden iki grup birbiriyle çarpışacak olursa, derhâl müdahale ederek aralarını düzeltin. Buna rağmen biri ötekine saldırırsa, saldırıda bulunan taraf Allâh’ın hükmüne boyun eğinceye kadar onlarla savaşın. Eğer boyun eğerlerse, o iki grubun arasını adâletle düzeltin.

Adâleti uygulamada da daima titiz davranın. Çünkü Allah, hak ve adâlet hususunda titiz olanları sever.” (el-Hucurât, 9)

Târîhe bak da söyle, bu evsâfa kim ehil?
Ashâba en yakın kimin en özge sîreti?..

Osmanlı’dır, bu devlete mazhar olan mühür;
Tuğrâyı çekti târihe Osmanlı hasleti…

Birkaç yüz atlı; neyle, nasıl kurdu böylesi,
Üç kıt’anın zimâmını tutmuş bu devleti?..

Kaç namzedin alıp arasından süzer gibi,
Mevlâ niçin seçip de beğenmiş bu milleti?..

Tarihi incelersek, Osmanlı’nın onlarca beylikten biri olduğu görülecektir. Madde madde sayılan «Büyük Millet» hasletlerini hayata geçirebildiği için, bu şan Osman Gazi’nin beyliğine nasip olmuştur.

Görmek gerek, nesillere göstermemiz gerek;
Allah nasıl yüceltir alıp bir cemiyyeti…

Şiirimizin devamında Osman Gazi’nin Kur’ân’a hürmeti ile başlayıp nice hasleti zikretmiştik.1

Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekildiği son anlarında dahî büyük bir hamlesi olmuştur:

Çanakkale Zaferi…

Büyük millet olmak, film efektleriyle olmaz. Gerçek zaferlerle olur.

Zaferler de sadece fizik üstünlükle, hattâ atom bombası atmak gibi gaddarlıklarla elde edildiyse zafer değil, geçici bir müddete mahsus galebe nöbetinden ibarettir.

Nöbet bitecek ve tahterevallinin hareketi gibi, tepede olanlar aşağıya düşecektir.

Gerçek zaferler ise her zaman gökteki mânevî zafer tâkında mevcudiyetlerini muhafaza edecektir.

Bu bakımdan tam bir zafer olan Çanakkale,
metafiziğin fiziği sulara gömdüğü yerdir.

Günbeyli’nin dile getirdiği gibi:

Namus için kükreyip; «Vatan!» deyip koştular,
Gül kokulu duâlar, Muhammedî muştular…
Seddülbahir önünde zâlimle vuruştular;
«Allah! Allah!» sesleri karıştı esen yele,
Yazıldı tarihlere burası Çanakkale!2

Ümitsizliğe bir son vermek için çare:

Yeni nesilde Çanakkale rûhunu canlandırabilmek.

Bir mü’minin hiçbir zaman şer karşısında ümitsizliğe düşmemesi gerektiğini damarlara işlemek.

Ve en mühimmi:

Büyüklüğün filmde ve zulümde, rolde ve golde, azgınlıkta ve zenginlikte olmadığını anlatmak.

Asıl büyüklüğün formülünü şu satırlardan okumak:

“Ey şanlı nesil!

Sen; Osman Gazi ve nesli gibi diğergâm, gönül eri ve kendisini Cenâb-ı Hakk’a adayan âbide şahsiyetlere sahipsen;

Tebaasıyla mahkemeye çıkarak bütün dünyaya örnek bir adâlet anlayışı tevzî eden bir Fatih’in varsa;

Hazret-i Mevlânâlar, Yûnuslar, Şâh-ı Nakşibendîler ve Hüdâyîler gibi Edebâlî Silsilesi hâlinde yüreklerini dergâh hâline getiren gönül erlerin ve onlardan feyz alarak izlerini takip eden güzel insanların varsa;

Bir karıncanın hukukunu düşünen Kanunî Sultan Süleyman’ın varsa;

Sînesi Kur’ân’la dolmuş analar, arslan yürekli yiğitler doğuruyorsa; dünya, senin gözünde küçülmüş, âhiret saâdeti ve Allah rızâsı bir ideal hâline gelmişse;

Asla ümitsizliğe kapılma!
SEN BÜYÜK BİR MİLLETSİN!..”
3

___________________________
1 https://www.yuzaki.com/2012/12/haslet-haslet-osmanli-devleti/
2 https://www.yuzaki.com/2013/03/canakkale-destani/
3 https://www.yuzaki.com/2020/03/evlatlarimizin-ve-vatanimizin-derdiyle-dertlenebilmek/