SON NEFESİ NASIL VERECEĞİM?

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

Umutların, ümitlerin, fakirliğin-zenginliğin, hastalığın-sağlığın, varlığın-yokluğun sonu ölüm ile gelir. Hakk’a vuslat, halka vedâ son nefes ile başlar. Bütün bir ömrü Hakk’a vuslat ve Sevgili’den ayrı kalma korkusu ile yaşayanlar için en büyük saâdet «ölüm»dür.

İnsanın bedeni toprak ve sudur. Rûhu ise cesedine üflenmiş ilâhî bir nefhadır. İnsanın besleyip, büyütüp Hakk’a vuslat için hazır hâle getirmesi gereken de bu latif varlık olan «rûh»udur. Bedeni ise ölüm ile toprak olacaktır. Ölüm; insanların konuşmaktan ürktüğü, kaçtığı bir gerçekliktir.

Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:

“Her nefis ölümü mutlaka tadacaktır. Sonra da Bizim huzûrumuza döndürüleceksiniz.” (el-Ankebût, 57)

Âyette buyurulan «tatmak» kelimesinin anlamı; az bir şeyi ağıza almak ve tatmaktır. Öyleyse ise ölümün bir tadı olacaktır. Bu tad ise, insanın bu dünya hayatını nasıl yaşadığına bağlı olacaktır. Sadece ölümün tadını değil, son nefesi nasıl vereceğimiz ve ebedî hayatımızın nasıl olacağını da bu dünya hayatımız belirleyecektir. Bu yüzden akleden kalpler ve sâlih kullar için hep bir son nefes endişesi ve korkusu olmuştur. Hazları ve lezzetleri ebedî hayata tercih edenler ise; ölümü bir düşman olarak görmüş, adını bile ağızlarına almaktan uzak durmuşlardır. Son nefesi âsûde bir bahar ülkesi gibi gören sâlih kulların kalbini ise, Allâh’a kavuşma iştiyâkı ve son nefeste mü’min olarak can verebilmek korkusu doldurmuştur.

Korku; gelecekte hoşlanmadığı bir şeyle karşılaşma düşüncesi ile kalbin yanıp üzülmesi demektir. İnsanın Allah katındaki durumu hakkında hissettiği korku ve endişe ise korkuların en büyüğüdür. Allah korkusu; sevgi ve saygı kaynaklıdır. Ayrıca âhiret hayatı ile ilgili ağır endişeleri taşır;

“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz!..” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663) hadîs-i şerîfi mûcebince bugünkü yaşantımız, ölüm hâlimizin habercisi olacaktır.

Peygamber Efendimiz hadîs-i şeriflerinde;

“Ben Allah’tan en çok korkanınızım.” (Ahmed, VI, 268) buyurmuşlardır. Efendimiz’deki bu korkunun sebebi, derin bir bilgidir. Allah korkusu ve âhiret kaygısı, ruhlarda derin tesirler meydana getirir. Allâh’a; yaşadığı hayatın hesabını vermek ve âhiret dehşeti, kişide bir çekinme hâli meydana getirir. Bu korkunun sebebi Allâh’ı bilme ve tanıma bilgisi olan «mârifetullah»tır. Mârifet; kişiye kendi kusur ve hatalarını, Allâh’ın da celâl ve kudretini gösterir. Bu dünyasına etki eden haramlardan uzak durma, Allâh’ı tanıma ile gerçekleşir.

Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- şöyle dedi:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir benzerini daha önce asla duymadığım pek etkili bir hitâbede bulundu ve şöyle buyurdu:

“Eğer siz, benim bildiklerimi bilseydiniz, mutlaka az güler, çok ağlardınız.”

Enes; «Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in
ashâbı, yüzlerini kapatıp hıçkıra hıçkıra ağladılar.» demiştir. (Buhârî, Küsûf, 2, Tefsîru sûre (5), 12, Nikâh, 107, Rikāk, 27, Eymân, 3; Müslim, Salât, 112, Küsûf, 1, Fedâil, 134)

Doğum ile başlayıp kabirde sonlanan dünya hayatının sonrasında âhiret hayatı elbette olacaktır. Her nefis, vakti geldiğinde Azrâil -aleyhisselâm- ile karşılaşacaktır. O hâlde vakit kaybetmeden;

“O hâlde Allâh’a koşun!” (ez-Zâriyat, 50) âyet-i kerîmesinden hisse alarak rahmet-i ilâhiyeye sığınmalıdır. Ölümü ve âhireti sürekli hatırlamak; kişinin iç âlemine tesir eder, nefsine öğüt olur. Kalbe Allâh’ı tanımaktan dolayı yerleşen korku, oranın muhafızıdır. Kalbin de bu anlamda en çok nasihate ihtiyacı vardır. Îman nûrunun kuvvet bulup parlaması için, her dâim uyanık bir gönül gerekir. Bu yüzden de Efendimiz, müjdeleyici olduğu kadar korkutucu ve uyarıcı da olmuştur.

Hâfız-ı Şîrâzî’nin ifadesiyle insan;

«Bir damla kan bin bir türlü endişe»den ibarettir. İnsanı sadece bedenden ibaret görüp, vicdan ve fazîletinin farkına varmamak mümkün değil. Bu âlemden ebedî âleme uzanan bir rûhu vardır. Bu yüzden;

•Cenâb-ı Hak ile bu dünyada ne kadar beraberim?

•Allah Rasûlü’nün yolunu, ne kadar takip ediyorum?

•Âhirette beraberliği yaşayabilecek miyim?

•Son nefesimi nasıl vereceğim?

soruları, mü’min kullar için hayâtî önem kazanmıştır. İşte bu bilgiden oluşan korku, kişinin gönül âleminde; «zühd, sabır, tövbe ve ihlâs» meydana getirmiştir. Bu güzel fazîletler ile nefsânî özelliklerini terbiye eden kişide iffet oluşur. Bu iffet, haramlardan sakındırırsa verâ adını alır. «Verâ»ı kişiyi şüpheli şeylerden uzak tuttuğunda takvâ hâli gerçekleşir. Kişinin takvâsı, Allâh’a yaklaşmaya engel şeyleri kaldırırsa sıdk gerçekleşir. Gerçek mutluluk;

“Mârifet ve muhabbetle Allâh’ı sevmek ve O’nunla beraberlik hâlini kurmakla gerçekleşir.”

Muhabbetimiz bizi Allâh’ı tanımaya ve bilmeye götürdüğünde mârifetullah gerçekleşir. Rabbimiz’i tanıyabilmek için yapacağımız derin bir tefekkür ile yakınlığımız artar. Beraberliğimiz arttıkça, Rabbimiz’i daha çok zikreden kullar oluruz. Dünya sevgisi yerini, Allah sevgisine bırakır. Korku ve endişe bu anlamda dünya hazlarını ve şehvetlerini kırıp yıkan bir ateştir. Tutkular dizginlenir, kötü alışkanlıklar terk edilir. Hevâ ve hevesin yerini derin bir saygı ve sevgi alır. Bunda da ifrat ve tefrit hâlinden uzak durarak orta yolun seçilmesi gerekir. Zira aşırı korkuda ümitsizlik, hiç korku olmadığında kulda gevşeklik olur.

Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:

“Allâh’ın rahmetini umarlar, gazabından korkarlar.” (el-İsrâ, 57)

âyet-i kerîmesi mûcebince ümit ve korku beraber kullanılmıştır. Bir şeyin fazîleti, Allâh’a kavuşma saâdetine ulaştırmadaki faydası nispetindedir. Aranan tek şey mutluluktur. Kulun en büyük mutluluğu Allâh’a yaklaşmak ve O’na ulaşmaktır. Buna yardımcı olanlar ise fazîletlidir. Âhirette Allâh’a kavuşmak mutluluğuna, ancak dünyada O’nun sevgisini ve O’nunla beraberlik hâlini kazanarak ulaşılabilir. Bu yüzden ümit ve korku iki kanatlı kuş gibidir. «Hangisi üstün?» diye sormak gereksizdir. «Hangisi faydalıdır?» diye sorduğumuzda ise; insanların hâline en uygun olan faydalıdır. Lâkin insanın ekseriyetle isyan tarafı galiptir. Günahkâra yakışan da ümit değil korkudur.

Rabbim; kendi rızâsını ve sevgisini kazanarak, son nefeste îmân ile göçüp, yüz akı ile huzûruna çıkabilmeyi cümlemize nasip etsin. Bu niyet ile Yûsuf -aleyhisselâm-’ın duâsı hep dilimizde olsun:

“(Ey Rabbim!) Beni müslüman olarak vefât ettir ve beni sâlihler arasına kat!” (Yûsuf, 101)

Âmîn…