VİRÜS MUSÎBETİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ…

Dr. Naif ÖZKUL

Geçtiğimiz ay, bendeniz de Covid 19 musîbetiyle musâb oldum. Fakat elhamdülillâh, durumum iyi. Zaman zaman yükselen ateş ve baş ağrıları oluyor. Akciğerlerde de bir miktar rahatsızlık var. Hâlimize şükür elhamdülillâh.

«Musâb oldum» dedim, musîbete dûçâr olmak demektir. Bizim yetiştiğimiz tıp fakültesinde; yaşlı hocalarımız, bu «musâb olmak» tabirini çok kullanırlardı. Hastalığın isabet etmesi, musîbet ve musâb aynı kökten kelimelerdir.

Bu vesileyle ifade edelim ki; Korona virüs meselesi başladığından beri, daha evvel halkımızın bilmediği ve kullanmadığı, tıp sahasından birçok kelime tedâvüle girdi. Bunlardan bazıları yabancı kelime, bazıları da uydurukça kelime.

Bulaş, yalıtım, izlem ve benzeri uydurma sözler…

Diğer tarafta da pandemi, entübasyon, filiyasyon, izole, immün, pik vb. yabancı kelimeler…

Demek ki biz, muaf (bağışık) ve musâb (enfekte) gibi kelimelerimizi Arapça asıllı diye terk edince; yerini ya yabancı yahut da köksüz ve nesebi bozuk kelimeler almış.

Musâb kelimesi, şu âyet-i kerîmeyi de hatırlatmakta:

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele! O sabredenler, kendilerine bir musîbet dokunduğu zaman;

«Biz Allâh’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz, derler.»” (el-Bakara, 155-156)

Hastalıklar, Cenâb-ı Hakk’ı hatırlamamız ve O’nu zikretmemiz için birer vesile. İnsan hastalanınca; Allah Teâlâ’nın Şâfî (şifâ veren) ve Muâfî (afiyet ihsan eden) isimlerini hatırlıyor ve şifâ âyetlerini, şifâ salevatlarını bol bol okuyarak Rabbe sığınıyor.

Burada şu hakikati de zikretmeden geçmeyeceğim:

Zikir başlı başına bir ibâdettir. Maalesef bu ibâdet, günümüzde nâdanlar tarafından «anmak» şeklinde sıradanlaştırılmaktadır. Birçok mealler; Kur’ân’daki zikir emirlerini, «anmak» ifadesiyle geçiştirmektedir.

Anmak, «zikr» kelimesinin mânâlarından sadece biridir.

Ayrıca «anmak» şöyle hatırdan geçirivermek gibi basit bir mânâyı akla getirmektedir. Meselâ vefat sene-i devriyesinde bir kişiyi anmak gibi.

Hâlbuki Allâh’ı zikretmek; akıldan, hatırdan ve gönülden hiç çıkarmayacak şekilde bir anmak olmalıdır. Necip Fazıl’ın; «Allah’tan bir an bile gafil olmamak» sözü kulağımda çınlar. Âyet-i kerîmede de;

“Ayaktayken, otururken ve yanları üzerinde (yatar) iken (yani hayatın her ânında) Allâh’ı zikrederler…” buyurulmuyor mu? (Bkz. Âl-i İmrân, 191)

Ayrıca yüce Rabbimiz;

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْرًا كَث۪يرًاۙ

“Ey îmân edenler! Allâh’ı çokça zikredin!” (el-Ahzâb, 41) buyurmaktadır. Bu emir, zikir ibâdetinin farz olduğunu gösterir. Çokça edâ edilmesi gereken bir ibâdet…

«Anmak» kelimesi sadece zihnî bir faaliyeti düşündürüyor.

Hâlbuki zikrullah ibâdeti; dil, dudak, nefes ve kalbin, daha başka letâifin, hattâ bütün bedenin devreye girdiği, çeşitleri olan zengin bir ibâdettir…

Zikrin yapılacağı seherler gibi husûsî vakitler vardır…

Sırrî zikir, cehrî zikir, ferdî zikir, toplu zikir gibi çeşitleri vardır…

Tayin edilmiş sayılara ve nebevî tariflere riâyet gibi daha birçok ince noktaları vardır…

Meselâ Cenâb-ı Hak buyurur:

قُلِ ادْعُوا اللّٰهَ اَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَۜ
اَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۚ

“De ki:

«İster Allah deyip duâ edin, ister Rahmân deyin; hangisini derseniz (bilin ki), esmâ-i hüsnâ / en güzel isimler O’nundur…»”(el-İsrâ, 110)

Peygamberimiz’in, ashâbına ve ehl-i beytine tarif buyurduğu zikirler vardır.

Bugün tasavvuf âlemini istisnâ ettiğinizde, Cenâb-ı Hakk’ın zikrullah emrinin neredeyse tamamen ihmale uğradığını görmekteyiz. Ancak hakikî tasavvuf mekteplerinde, bu emir lâyıkı veçhiyle îfâ edilmeye devam edilmektedir.

Allâh’ım; samimî bir duyguyla tasavvufu sadece tebliğ değil aynı zamanda temsil eden, yaşayan, uygulayan ve zikrullah emrini de hayata geçiren Hak dostlarını başımızdan eksik etmesin. Müteşeyyihlerin yani sahte şeyhlerin şerrinden bizleri muhafaza eylesin.

Son olarak, bu musîbetlerle musâb olan hastalarımıza âcil şifâlar nasîb etsin.