MIZRAK ÇUVALA SIĞMIYOR

Ömer Sâmi HIDIR samihidir@gmail.com

Avrupa’da ve husûsîle Fransa’da vukû bulan İslâm düşmanlığı vakalarının, müslümanlara karşı düzenlenen şiddet hâdiselerinin artması asla sebepsiz değil. Bu vakaların artması, halkı tahrik eden unsurların varlığına işaret ediyor. Kapı arkasında hâin plânların yapıldığını haber veriyor. Tıpkı bir vücutta mikrobun yüksek ateş ve karın ağrısı yapması gibi Avrupa’nın içinde bulunduğu bu ateşli hâl de onlardaki ırkçılık ve kibir mikrobunun bir tezâhürü. Elindeki imkânları kaybettikçe daha da saldırganlaşan bir devlet terörü ile karşı karşıya bulunuyoruz.

1525 yılında Pavia meydan muharebesinde Roma-Germen İmparatoru V. Şarlken’e esir düşen Fransa Kralı I. Fransuva, Kanunî Sultan Süleyman’dan yardım istemişti. İstediği bu yardımın gönderilmesinden sonra Fransa ile iyi münâsebetler kurulmuş, çok ağır bedeller ödemek zorunda kalan Fransa, varlığını Osmanlı’ya borçlanmıştı. Fakat böyle olmasına rağmen, güçlendikten sonra Osmanlı’ya karşı saldırmaktan yine geri durmadılar.1

1799’da Napolyon, Mısır ve Şam’ın kontrolünü ele geçirmek için Akkâ’ya saldırmış ve ilk yenilgisini orada yaşamıştı. Napolyon;

“Akkâ’da durdurulmasaydım, bütün doğuyu ele geçirebilirdim.” demişti. Bu da gösteriyor ki Akkâ’da Osmanlı Devleti Fransa’yı durdurmasaydı; İslâm dünyası ve hattâ Asya kıtasından Uzak Doğu’ya kadar birçok ülke, Afrika’da olduğu gibi, belki birer Fransız sömürgesi hâline gelecekti.2

Osmanlı Devleti gücünü kaybetmeye başlayınca, 1830 yılında Fransa Cezayir’i işgal etti. Bu işgal Fransa’nın Kuzey Afrika’daki işgallerinin başlangıcıydı. Bundan sonra yapılan sömürü faaliyetleri Afrika’nın bütün kıymetleri üzerine çöreklenme ve sonuna kadar onları kendi lehine kullanma şeklinde devam etti. Meselâ Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransız ordusunda 1 milyon Afrikalı asker savaştı. Ne için savaştı? Kendi devletleri için değil sadece Fransa ordusu Almanlar karşısında daha güçlü olsun diye! Tıpkı Çanakkale’ye getirilen Afrikalı askerler gibi onlar da alâkalarının bulunmadığı bir hedef uğruna savaştırıldılar.

Fransa’nın Fransa’nın Afrika’ya tasallut plânlarının 17. asra uzanan bir geçmişi var. Fransa, günümüze kadar uzanan bu sömürü faaliyeti akamete uğramadan devam etsin istiyor. Uzun zamandır oluşturduğu bu düzenin bozulması, onlar için âdeta bir kâbus. Fransa eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac bu korkuyu şöyle ifade ediyor:

“Afrika olmadan Fransa, üçüncü dünya ülkeleri safına iner.”

Çünkü köleleştirilen milyonlarca insan bir yana; şu an işletilen zengin yer altı ve yer üstü kaynakları, ülkelerdeki büyük devlet işletmeleri, limanlar, tarihî eserler ve daha birçok imkân şu an Fransızların elinde.

Fransız hazinesi, koloni vergisi adını verdiği bir vergi ile hâlâ Afrika’dan yıllık 500 milyar dolar kazanç ve getiri elde ediyor.

Afrika’da yapılacak olan büyük bir proje, mutlaka önce Fransız şirketlere teklif ediliyor. Eğer onlar; «İlgilenmiyoruz!» derlerse, ondan sonra başka şirketler orada iş yapabiliyor.

Afrika hâlen Fransa’nın tedâvülden kalkmış parasını kullanıyor. Bütün ticaret yine Fransa’da basılan ve kıymeti Fransa tarafından belirlenen «frank» ile yapılıyor.

Her Afrika ülkesi, döviz rezervlerinin en az yüzde 85’ini «Fransız Merkez Bankası»ndaki bir «işletme hesabında» tutmakla yükümlü. Afrika ülkelerinin bu paraya doğrudan ulaşma imkânı yok. Fransa, bir yılda paranın sadece yüzde 15’ini kullanmalarına izin verir. Daha fazla kullanmak isterlerse bin bir dereden su getiren uygulamalar yaparlar ve yine para Fransa’nın kontrolünde kalır.3

Yıllarca Afrika ülkelerinin halkları; kendi kıtaları içinde bir seyahat yapacak bile olsalar önce Paris’e uçar, oradan gidecekleri ülkeye giderlerdi. Türkiye’nin oraya seferler başlatması, onların bütün bu düzenini bozdu.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan yeni kapitalist dünyanın bir îcâbı olarak, Fransa, sömürgeleri için sadece «kâğıt üzerinde bir bağımsızlığı» kabul etti. Fransa kendi istediği yöneticiler başa geçtiği için rahattı. Ayrıca şu iki hususu da şart koştu:

• Fransızcanın ülkenin resmî dili olarak kalması.

• Herkesin mecburî eğitime tâbî olması.

Eğitim müesseseleri ilköğretimden üniversiteye kadar Fransa’nın istediği biçimde şekillendirildiği için böyle bir eğitim sisteminden Fransa’nın çıkarlarına itiraz edecek bir kimsenin çıkması pek mümkün olmayacaktı. Neticede Afrika’da 54 ülkenin 27’sinin resmî dili Fransızca, kalanların ise çoğunluğu İngilizce oldu.

İşte Fransızların yaptığı bunca zulüm ve haksızlık artık son buluyor. Hak ve adâlet güneşinin doğuşu yaklaştığı için çok rahatsız oluyorlar. İşledikleri cürümler, eli kanlı zâlimlerin uykularını kaçırıyor ve onları daha saldırgan bir hâle getiriyor.

Bu durumu örtbas etmek isterken İslâm’a ve müslümanlara saldırıyor, iftiralar atıyor, gerçek fâilleri meçhul olan vakaları İslâm terörü olarak niteliyorlar. Fakat bu, kendi yaptıkları terörü gizleme gayretinden başka bir şey değil. Artık yaptıkları yanlarına kalmayacak. Yeter ki biz İslâm şahsiyetini ve karakterini en güzel şekilde sergileyelim!

_____________________________
1 https://www.aa.com.tr/tr/analiz/afrika-da-fransa-kabusu-i-tarihsel-arkaplan/1725259
2 https://www.aa.com.tr/tr/analiz/afrika-da-fransa-kabusu-ii-yeni-somurgecilik/1726100
3 https://www.aa.com.tr/tr/analiz/afrika-da-fransa-kabusu-iii-siyasi-ve-askeri-operasyonlar/1727179