Af ve Mağfiret Ümidi: TEVBE

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

Uyan ey gözlerim, gafletten uyan!
Uyan; uykusu çok gözlerim, uyan!
Azrâil’in kastı canadır, inan!
Uyan ey gözlerim, gafletten uyan!
Uyan; uykusu çok gözlerim, uyan…

(Sultan III. Murad Han)

Sultan III. Murad Han; uyanamadığı bir sabah namazının hicrânını, (günümüze dek terennüm edilen) bu mısralara döker. Nefsini; gaflette olduğunu söyleyerek uyarır. «Uyan ey gözlerim uyan!» diyerek, baş gözü ile kalp gözünün; ölmeden evvel bir gönül kıvâmında bir araya gelmesini arzu eder.

Gaflet hâli «unutma ve yanılma» anlamlarını ihtivâ etmekle beraber, asıl; «bir şeyi bile bile terk etmek» mânâsına gelir.

İbn-i Ebu’l-Havârî, gafleti;

«En büyük musîbet ve kasvet» olarak tanımlamaktadır. İnsanın en büyük gafleti; «nefsine kul olması», en derin uykusu da; «gaflet uykusu»dur.

Ebû Câfer Sinan’a göre;

“Bir insanın işlediği günahtan tevbe etmesi gerektiğinden gafil olması, o günahı işlemesinden daha kötüdür.” Bu yüzden mü’min kulların son nefese kadar tevbe/istiğfârı dilden düşürmemesi gerekir. Çünkü hata yapmak insanın fıtratı gereğidir. Hiç hata yapmamak, meleklerin; hiç iyilik yapmamak, iblisin; hata ve günahtan sonra iyiliğe yönelmek de insanın özelliğidir. Önemli olan; hatayı alışkanlık hâline getirmeden, hemen (nedâmet ile) ilâhî rahmetin kapısına koşmaktır.

İlâhî emir ve yasaklara aykırı fiil ve davranışları ifade eden «günah», insanın cehâletinin ve gafletinin sonucu hâsıl olmaktadır. Bütün günahların temelinde insanın; kibri, cehâleti, itaatsizliği, hırsı, şehveti, öfkesi, tembelliği vb. nefsin temizlenmesi gereken olumsuz özellikleri vardır. Günah ferdî bir davranıştır, lâkin; topluma ve başkalarının haklarına tecavüz eden bir suç unsuru olduğunda, daha geniş bir kitleyi etkiler. Bunun için kişiye düşen ferdî günahlardan nedâmet ile pişman olup tevbe etmek, toplumu ilgilendiren hatalardan ise hatasını düzeltmek ile temizlenmektir. Bizim bu yazımızın konusu; kişinin gafletinden hâsıl olan ferdî günahlarına tevbe etmesi olacaktır.

Peygamber Efendimiz hadîs-i şeriflerinde;

“Pişmanlık tevbedir.” (İbn-i Mâce, Zühd, 30; Ahmed, 1/376, 423) buyurmuşlardır. Uykusu çok gözlerimiz gaflet perdesinin kalınlığını fark ettiğinde; Rabbimiz ile aramızdaki uzaklığın, günahlarımızdan kaynaklandığını idrâk ederiz. Bu idrak; Allâh’ın sevgisini kaybetme korkusu ile birleşince, bizi «İlâhî Dergâh»ın kapısına götürecektir. Tevbeyi «geçmiş hataların verdiği iç sancısıdır» diye tarif edenler de olmuştur. Geçmişin iç sancısı ile telâfi imkânının aranması, îman-yakınlık duygusu, bulunduğu hâle pişmanlık ve istikbalde o hataları terk etmeye azm etmeden maksadın hâsıl olmasına «tevbe» diyoruz.

Sehl bin Abdullah;

“Tevbe; kötü huyları, iyi huylarla değiştirmektir.” demiştir.

➢ Tevbe; Allah ile kulu arasındaki dostluğu sağlayan bir vasıtadır.

Kul, Allah ile elest bezmindeki ahdini tevbe ile tazeler. Allah ile aramızdaki zedelenen îman bağını, tevbenin nedâmet ateşi yeniden tesis eder. İlâhî kelâmda;

“Ey mü’minler, nasûh tevbe ile Allâh’a tevbe edin.” (et-Tahrîm, 8) buyurulmaktadır.

➢ Tevbe günahı terk ve günahı terk etmekte de azimli olmaktır.

Kur’ân-ı Kerim, tevbenin peygamberler yolu olduğunu söyler. Birçok âyet-i kerîmede peygamberlerin af ve mağfiret talepleri bulunduğu haber verilmekte, Peygamber Efendimiz’e de Allah’tan mağfiret dilemesi emredilmektedir. Peygamberlerin günah işlemekten korunduğu bilinmekle beraber, Peygamber Efendimiz hadîs-i şeriflerinde;

“Bazen kalbimi bir perde bürür de günde 100 defa tevbe ettiğim olur.” (Müslim, Zikir, 41-42; Ebû Dâvûd, Vitr, 26) buyurmaktadır.

Her insan nesebine uyar. Tevbe, Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ve peygamberlerin yoludur. Gazâlî Hazretleri İhyâu Ulûmi’d-dîn’de;

“Âdemoğlunun kusur işleyip günahkâr olması, şaşılacak bir şey değildir. Bu bir tabiattır. Evlât babaya benzeyebilir. Fakat benzeyiş her yönden olmalıdır. Baba; kırdığını sardığı ve yıktığını yaptığı gibi, evlâdı da aynı yolu tutmalıdır.

Nitekim Âdem -aleyhisselâm- zelle sâdır olduktan sonra, hemen nâdim oldu, onun ateşi ile yandı, tevbekâr oldu.” yazar.

İlâhî kelâmda buyurulduğu üzere Âdem -aleyhisselâm-;

“Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer Sen bize acımazsan, mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (el-A‘râf, 23) diye Rabbine ilticâ etmiş, ilâhî dergâhın kapısında af ümidi ile günahını itiraf etmiştir. Samimî tevbe konusunda ilk misal, Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- olmuştur. İşlediği bir zelle dolayısıyla, Hazret-i Adem -aleyhisselâm- Serendib’e, Havvâ Vâlidemiz de Cidde’ye indirilmiş; can yakan bir tevbe içinde, kırk sene birbirlerinden uzak, yalnız ve mahzun kalmışlardır. Onların bu tevbesi «nasûh tevbe»nin ilk örneği olmuştur Bu davranışta; nedâmet, pişmanlık, tevbe-istigfar ve Allah’tan ümidini kesmeme vardır. Evlâda düşen; babanın yolunu takip etmek, Allah ile ahdini her dem taze tutmak ve affedilme ümidini hiç kaybetmemektir.

Cenâb-ı Hak da âyet-i kerîmede;

“Ey îmân edenler! Samimî bir tevbe ile Allâh’a dönün…” (et-Tahrîm, 8) buyurmaktadır.

Allah ile kulu arasındaki yakınlığı tazeleyen tevbe; Rabbimiz’in Ğafûr, Ğaffâr, Tevvâb gibi sıfatlarına da işaret etmekte, af ve mağfireti ile kuluna ümit vermektedir.

➢ Tevbe; kulun nefsini kirden arındırma çabasıdır.

Abdülkādir Geylânî Hazretleri buyurur:

“Tevbe et, Allah yoluna uymayan fiil ve hareketlerden vazgeç. Aynı zamanda, tevbende de sebât et. Mesele sadece tevbe etmek değildir. Sadece tevbe etmiş olmak, işi halletmez. Asıl mesele, tevbede sebât etmektir. Nitekim bir ağaç dikmekte esas olan da, ağacı dikmek değildir. Asıl mesele; dikilen ağacı büyütmek, meyve verir hâle getirmek ve dâimî bir sûrette güzel meyve vermesini temin etmektir.”

İnsan fıtraten hem iyilik hem de kötülük yapma özelliğine sahiptir. Hatadan berî olmak mümkün değil. Önemli olan îmânın bir tezâhürü olarak, hatada ısrar etmemek, tevbeye sarılmak ve istikbalde de hata yapmaktan kendini korumaya azm etmektir. Bu vicdânî sorumluluk, kulun her an tevbe-istiğfar hâlinde bir ömür sürmesini sağlayacaktır.

Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde;

“Allâh’ım! Öfkenden rızâna, cezalandırmandan bağışlamana sığınırım. Sen’den, Sana sığınırım. Sana olan övgüleri sayamam. Sen kendini övdüğün gibisin.” (Müslim, Salât, 42) buyurmuştur.

Biz de her dâim tevbe-istiğfar hâlinde Rabbimiz’e ilticâ eden takvâ sahiplerinden olmak duâ ve niyâzı ile yazımıza, Sultan III. Murad’ın mısraları ile son verelim:

Benim, Murad kulun, suçumu affet!
Suçum bağışlayub günahım ref’ et!
Rasûl’ün sancağı dibinde haşret!
Uyan ey gözlerim, gafletten uyan!
Uyan; uykusu çok gözlerim, uyan…