TOPRAĞA BİR ÇINAR DÜŞTÜ

Nurlan MEMMEDZADE nmemmedzade@gmail.com

Bir Ali Ağabeyimiz vardı, geçtiğimiz ay dâr-ı bekâya uğurladık. 2004 yılında tanışmıştık kendisiyle. Azerbaycan’a hizmete geldiği yıldı ve üniversite üçüncü sınıftaydım. Hani insanlar vardır, görür görmez size bazı şeyleri çağrıştırır. Ali Hocayı gördüğüm o gün, hattatların kullandığı kamış kalem gelmişti aklıma. Kalem gibi dümdüzdü, uzun siyah palto vardı üzerinde ve ince siyah bıyıkları…

Evet kalem gibiydi Ali Ağabey. Doğru bildiği yolda dümdüz ilerledi sonuna kadar, kalem gibi dümdüz. Evet, Allâh’ın takdiri ile tasavvuf ahlâkını ve İslâm’ın hakikatlerini, gönüllere nakış nakış işleyen gizli bir kalem gibiydi o.

Hazret-i Peygamber; îsârla ilgili hadislerinden birinde, kişinin bir saat beraber olduğu insanla arasında bir hukuk tahakkuk ettiğini ve bundan sorguya çekileceğini söyler. Bu mânâda 16 yıllık bir hukukumuz oldu Ali Ağabeyle. Hoca-talebe münasebetinden başlayan birlikteliğimiz, zamanla ağabey-kardeş irtibatına dönüştü. Ali Ağabey, yakından tanıdıkça sevilen şahsiyetlerdendi. Sözüyle, sohbetiyle tatlı bir iz bırakırdı kalplerde. Bulunduğu ortamda, her kesimden insanın kalbine giden yolu keşfetmesini bilen iyi bir rehberdi Ali Ağabey. Çocukların şeker dedesiydi o. Şeker dağıtırcasına sevgi dağıtırdı etrafına. Emin bir insandı Ali Ağabey. En mahrem sırrınızı gönül rahatlığı ile kendisine açabilirdiniz, sonsuza dek emânet gibi misafir ederdi kalbinde.

Okuması ve yaşaması bakımından Kur’ân ehli idi Ali Ağabeyimiz. Aile fertlerine de yüce kitâba sarılmayı emrederdi bilirim. Kur’ân’ı genellikle hadr* üslûbunda okurdu. Kulağa çok hoş gelen tatlı sesi, ayrı bir güzellik katardı tilâvetine. Saatlerce arkasında namaza dursanız bile hiç ama hiç yormazdı sizi. Uzayıp gitsin isterdiniz kıyam hâli… Bu satırları yazarken bir anlık hayali geliyor gözlerimin önüne… Bir insanın hayat tarzının, tilâvet tarzına bu kadar benzediğini sadece onda gördüm ben. Yürüyüşü, oturup kalkması, tavır ve hareketleri; âyet ve sûreler arasındaki hızlı ve tatlı geçişleri gibiydi adeta.

Hazret-i Peygamber;

“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz…” buyuruyor. Ne de doğru söylüyor Gönüller Sultanı. Bu hadîsin ne kadar hakikat ihtivâ ettiğine bir kez daha şâhit olduk Ali Ağabeyin vefatıyla. Zira o, teheccüd âşığıydı. Vefat gününe açılan gecenin sabahı tüm Azerbaycan ihvânı, onun için aynı saatte seccade üzerinde duâ edeceklerine dair sözleşmişlerdi. İlâhî kader, o güzel insanı; gönüllerden kopan istiğfarlarla, teheccüd duâsı ve gözyaşlarıyla uğurlamaktaydı ebedî menziline. Teheccüdle yaşanan bir ömür, teheccüdle taçlanmıştı âdeta. Ali Ağabey, çok sevdiği bir cuma sabahı ayrıldı aramızdan. Cuma günü Sevgili’ye koşanların ardından o da Sevgili’sine kavuştu.

Düşman işgalinden kurtulan Karabağ’a, Şuşa’ya gideceğimizin hayallerini kurmuştuk kendisiyle. Kalbinde Şuşa hasreti vardı, o güzel sesiyle kırık Şuşa minaresinden ezan okumaya çok hevesliydi. Hastalık süresinde kim bilir kaç kişi duâ etmişti:

“Allâh’ım! Ali ÇINAR kuluna o güzel toprakları göster, oralarda beraber gezmeği nasip et!” diye. Ne kadar da çabuk kabul olmuştu duâlar. Hepimizden önce varmıştı belki de Şuşa’ya…

Hazret-i Ömer bir insanı tanımak ve hakkında iyi ya da kötü söz söylemek için;

“–Onunla komşuluk yaptın mı?” diye sorar.

“–Evet, Ali Ağabey komşumdu.”

Hazret-i Ömer yine sorar:

“–Beraber yolculuk yaptınız mı?”

“–Evet birkaç defa birlikte yolculuğumuz oldu, hayali ömre bedel.”

Ve Hazret-i Ömer sorar:

“–Kendisiyle ticaret yaptın mı?”

“–Ey Rasûlullâh’ın halîfesi! Ben kendisiyle ticaret yapmadım ama cennet karşılığında malını ve canını Allâh’a sattığına şâhidim!..”

____________________________

* Tecvid kurallarını gözeterek hızlı okuyuş.