BÜYÜK AYASOFYA CÂMİİ
-Bu mübârek câmî, bir müjde-i Peygamber olan feth-i mübinle
muammer olduğu için ebced değeri Muhammed lâfzına tekabül eden 92 beyit-
Mehmed, o asil şanlı yiğit, yirmi birinde,
İstanbul’a şahlandı, yürek feth-i mübinde.
Her hâli dehâ, müjde-i Peygamber’e kurban,
İmkânsızı destâna dönüştürdü o sultan!
Surlar deviren böyle yiğit görmedi târih,
«–Gördük» dediler: «İşte fetih, işte bu Fâtih!»
Dehlizdi Bizans, aldı o, hak nûrunu saçtı,
Îman dolu genç, çağ kapatıp yerde çağ açtı.
Haykırdı: “–Bu gerçek, nicenin gördüğü rü’yâ,
Tüm çağlara imzâsı bu fethin, Ayasofya!”
Taş dev, o zaman oldu bu devranda gülistan,
Bin canla şahâdet getirip eyledi îman.
Bir gül gibi nakşoldu hemen kıble ve mihrâb,
Ay yıldıza şâhit olarak parladı mehtâb!
Coşturdu ezan, her köşe tevhîd ile doldu,
Saf tuttu fetih erleri, Fâtih, imam oldu,
Bir aldı, peşinden alarak bir daha tekbir,
Tâ Kâbe’yi seyretti bu yerden, o cihangir!
Billûr gibi gözler, açılan cenneti gördü,
«Allah!» dedi özler, bu nidâ, mâbedi ördü.
Mîrâca kanatlandı bu câmî, o namazda,
«Âmin!» sesi gök kubbeyi doldurdu niyazda.
Fâtih çıkarak minbere; «Âmin!» dedi Rabbe,
Hiç susmaz onun elde kılıç verdiği hutbe:
“–Bir hakk-ı fetihtir ki bu câmî, bu süreyyâ,
Herkes bile, câmî kalacaktır Ayasofya!
Ben zorla değil, fethime rağmen bu mekânı,
Mülkümle alıp eyledim ihyâ, bu hazânı.
Ben Mehmed-i Sânî, beni Fâtih yapan Allah,
Tâ kopsa kıyâmet, diyorum, herkese billâh:
Şahsî malımın vakfı bu, tek vakfiye şartı,
Câmî diye yazdım ki, değişmez yüce tartı.
Kimler, bu kesin şartı bozarlarsa peşimden,
Kahretsin o mel’unları Allâh, ebediyyen!
Câmî bu eser, fethimizin şan dolu mührü,
Beş vakte riâyet, bu evin en dolu şükrü!
Ey şanlı nesil, işte bizim güçlü sedâmız,
Îman bu, hidâyet bu, adâlet bu edâmız!
Ey feth-i mübîn erleri, ey asker-i Mehmed,
Hak yazdı, nasîb oldu bugün müjde-i Ahmed!
Coşsun bu ezanlar, bu salâ, yankımız olsun,
Tekbir sesimiz, sonsuza dek farkımız olsun!
Kur’an sesi etsin bu fetih mührünü cennet,
Hak’tan bize, bizden nice evlâda emânet!
Bir hakk-ı fetihtir ki bu câmî, bu süreyyâ,
Herkes bile, câmî kalacaktır Ayasofya!”
Dev mâbed için işte budur en yüce mevki,
Hiç kimse masal yazmasın âlem biliyor ki:
Köhneydi, çöküşteydi bu ev, bâtıl elemde,
Can buldu minâreyle kucaklaştığı demde!
Kaldırdı o kollar, onu yerden göğe doğru,
Bambaşka hayat verdi ezanlardaki doğru!
Tekrar Sinan’ın yaptığı destek ve minâre,
Kurtardı ölümden onu, tâc etti bu devre.
En coşkulu gülbangi okur, bizde bu hayya,
Destan gibi her gün şunu söyler Ayasofya:
“–İslâm, ta fetihten beri kalbimdeki tercih,
Duysun beni dünyâ, biliyor hâlimi târih.
Sırtımda asırlar, yara almıştı temeller,
Yer yer çürümüştüm, koca gövdemle berâber,
Bâtılda esirdim, yaşanır hâlde değildim,
Hür eyledi İslâm beni, îmanla dirildim!
«Allah!» dedim ancak var olan, başka ilâh yok;
En has kulu, son elçiye sevdâ doluyum çok!
Dünyâda Muhammed’le adım, Arş’a yüceldi,
Duydum, kaç asır önce Hicaz’dan sesi geldi.
Coşmuştu Nebî, feth-i mübinden konuşurken,
Öptüm o büyük müjdeyi, yalvardım içimden:
«–Ey Fâtih-i devran, beni bekletme nihâyet,
İstanbul’u fethet, beni îmân ile şâd et!
Bekletme, bu gurbette bu can fazla dayanmaz,
Gel haydi!» dedim sonra da açtım göğe pervaz;
Allâh’a niyâz etti derûnumdaki her yer:
«–Yâ Rab, ne olur müjde-i Peygamber’i göster!»
Binlerce şükür Hakk’a, kabul etti duâmı,
Fâtih’le benim, eyledi gerçek, bu rüyâmı.
En kutlu hayâtın, yüreğin mazharı oldum,
Tesbîh ile, tahmîd ile, tekbîr ile doldum.
Tattım nice kandilleri, rahmetten umutlu,
Hakk’ın nice bülbülleri, mest etti, ne mutlu!
Çöldüm, beni, mevlidlerimiz, eyledi deryâ,
Hep verdi şeref, şân-ı Muhammed bu sarâya.
Sultandı Yavuz, oldu bu câmîde halîfe,
Taçlandı o gün bendeki en doğru vazîfe.
Türk’ün, bu cihan devletinin herkese karşı,
Temsil yeri oldum, başa giydim yüce Arş’ı!
Yalnızca huzur taştı, asırlarca içimden,
Âyetleri, sünnetleri sevdim, yaşadım ben,
Gördüm bu hidâyette gönül bahçesi solmaz,
Mîrâca giden yolda dönüş dehlize olmaz!
Ben zulmeti çok inceledim, nur bana yelken,
«Allah!» dediğim anda ulaştım göğe yerden!
Kimler, koparırlarsa namazdan beni şâyet,
Lânet okurum onlara, gündüz-gece lânet!
Ben burda şahâdet gülüyüm, bilsin el âlem,
Ölsem de haçın hatrına ay yıldızı sökmem!
Ancak, ulu bir feth-i mübin hikmetiyim ben,
Sizler gibi Peygamberim’in ümmetiyim ben!
Her gün, gür ezanlar ediyor şevkimi îlân,
Her gün okunan hatm-i şerifler bana derman!
Secdeyle gönüller, acıkan rûhumu besler,
Sohbet ve zikir yankısıdır bendeki sesler!
Bambaşka okur burda yiğitler salevâtı,
Bambaşka dokur burda vaazlar bu hayâtı.
Bambaşka bu iklimde çağıldar yüce hutbe,
Ben besmele çektikçe, helâl çekti bu kubbe!
Toptan kılınırken ne güzel bende namazlar,
İhlâsla varır Hazret-i Allâh’a niyazlar.
Fâtih’le Nebî müjdesi, evlâtları örsün,
Dünyâ, yaşayan feth-i mübin rûhunu görsün!
Bambaşka şakır bülbül-i İslâm, bu mekânda,
Bambaşka açar gonca-i îman bu cihanda!”
Fâtih, ötelerden yine haykırmada: “–Ey biz,
Ey hür vatan evlâtları, yok düşmana tâviz!
Tâ haşre kadar, mâbedimizdir Ayasofya,
Vakfım bu, fetihten beri, bizdir Ayasofya!
Herkes, bilinen vakfiyemin şartına uysun,
Kim uymasa, perçinlediğim lâneti duysun!
Câmî müze olmaz, buna hiç râzılığım yok,
Dosdoğru kalem, yay gibi eğrilse, sözüm ok!
Bir hakk-ı fetihtir ki bu câmî, bu süreyyâ,
Herkes bile, câmî kalacaktır Ayasofya!”
İstanbul’u fetheyleyen erler de bu bahsi,
Tasdîk ederek gürledi Fâtih gibi hepsi:
“–Biz burda Nebî’den tadıverdik nice müjde,
Biz Fâtih’in ardında namaz kıldık içinde.
Kaybetmeyelim hiç, bu büyük şanlı huzûru,
Biz verdik emânet, biz olan nesle bu nûru!
Kalmaz gözümüz arkada, doldukça bu saflar,
Hak beyti bu, yâd el gibi yâd olsa, kan ağlar!”
Mîmarbaşımız usta Sinân’ın da kabirde,
Dâvâsı bu minval ki, haber saldı cebirde:
“–Devrimde bu câmîyi tutan harcı yoğurdum,
Tekrâr iki koldan yeni bir ayça doğurdum!
Can verdi elim mâbede, vicdan bunu ansın,
Câmîye tezat duygu, minâremden utansın!
Durdukça minârem, yutamaz gerçeği gayyâ,
«Yâ Hak!» deyu dimdik duracaktır Ayasofya!”
Mâbeddeki her bir köşeden çınladı tek ses:
“–Hak dinde sebattan yana, biz, eylemeyiz pes!
Fâtih, bize îman ve ölümsüzlüğü ekti,
Her fethe bu millet buradan besmele çekti.
En zor gecelerden güne çevrildi bu şamdan,
Can kattı büyük kurtuluşun harbine burdan!
Kâfirleri kovduk ve dedik: –Yurdu kazandık,
Yıllarca fakat sardı bu câmîyi karanlık,
Yıllarca namazdan yana mâbed kapatıldı,
Başlardan öpen nur halılar, taşra atıldı.
İçten kazınan her sıvadan taştı yosunlar,
Her levha hüzün, her yazı ah, soldu sütunlar!”
«Susmam!» dedi milletçe bu mâbed, vatanımda:
“–Seccâdeyi kaldırmak içimden, kime fayda?
İslâm’a gavur restore, işgal gibi kâbus,
Ancak yaşatan feth-i mübindir bana fânus!
Dimdik beni tutmakta, minâremde hayat var,
Kubbem yaşamaz yoksa, dayanmaz bu duvarlar!
Türk’ün beni devranda, kılıç hakkı yaşattı,
Bir cennete döndürdü, namaz aşkı donattı…”
İslâm’la dirilmişliği seyret, bu hünerde,
Son bâtılı son hak, ebedî yendi bu yerde.
Çağlar dedi: “–Kopmaz bu nesil burda niyazdan,
Kopmaz bu fetih halkı, bu mescidde namazdan!”
Sancak ve alem, hür oluşun farzı bu zîrâ,
İstanbul’a ecdâdımızın vurduğu tuğrâ,
Târih doludur; burda kanatlandı küheylân,
Can uçtu semâlarda, burak oldu bu eyvan!
Her gün görenin gözleri dolmaz mı bu kalbe?
Seyrân oluyor kıblede ey göz, yüce Kâbe!”
Yurdumda benimdir; biliyor Avrupa-Asya,
Fâtih dedemin vakfı, namazgâh Ayasofya!
Bak şekline; dört ufka minârem bunu söyler,
Bak kalbine; söyler bunu mihrâb ile minber!
Beş vakt ile biz, ufku açan müjdeye daldık,
Biz, burda da Kur’ân için İstanbul’u aldık!
Alnımda müseccel, ebedî bizde bu câmî,
Hür bayrağı temsil, bu fetih mührü değil mi?
Kör olmasın al sancağımın rengine dünyâ;
Tâc eyliyor «ay yıldız»ı her gün Ayasofya!
Beş vakti kılan milletimin şânı bu mahya,
Aydınlığı, seccâdeye mecbûr, Ayasofya!
Kıskansa da hak nûrunu zindan hegemonya,
Bizler gibi İslâm kalacaktır Ayasofya!
Allâh evi, bambaşka bir efsâne bu simyâ,
Tevhidle yaşar sâdece mü’min Ayasofya!..
Seyrî, de ki: “Milletçe namâz, en güzel ihyâ,
Bizden bunu, ancak bunu ister Ayasofya!”
Vezni: mef‘ûlü / mefâîlü / mefâîlü / feûlün