NASIL KULLANIYORUZ?

Yunus Sami EŞMELİ yunussamiesmeli@hotmail.com

Teknolojik gelişmelerin çok yoğun ve hızlı yaşandığı bir dönemdeyiz. Zira hemen hemen daha dün diyebileceğimiz tarihlerdeki hâdiselerle bugünküleri incelediğimizde gördüğümüz manzaralar şöyle:

1946’da ilk bilgisayar üretildiğinde, ağırlığı otuz ton ve kapladığı alan tam yüz altmış yedi metrekareydi. Yapabildiği işlemler çok sınırlı ve sadece belli işler için belli alıcılar tarafından kullanılabiliyordu.

Malûmunuz üzere ilk telefonlar da kabloluydu ve sadece arama yapabiliyorlardı. Çok sonra gelişen cep telefonları da şu anki hâllerine kıyasla yine çok düşük teknolojiye sahiptiler. Neredeyse yalnızca arama ve mesaj gönderme gibi işlemler yapabiliyorlardı. Hattâ daha on beş, yirmi yıl öncesine kadar; hâlâ bugünkü kullandığımız fonksiyonları tam olarak geliştirilememişti.

Ayrıca 2000’li yılların başlarında okullarda hâlâ tepegözler kullanılıyordu.

Daha birçok teknoloji; şimdiye nazaran çok daha basit, yavaş, yeni gelişmekteydi veya hiç yoktu.

Bugün ise; sadece bahsettiğimiz alanlarda da değil, genel mânâda çok farklı bir boyuta ulaştık. Artık hayatlarımızın her alanında yüksek teknolojilerle iç içeyiz. Eğitim faaliyetlerinde, sağlık sektöründe, ekonomik alanda, güvenliğimizde, evlerimizde, iş yerlerimizde, sosyal hayatlarımızda ve hattâ dînî hayatlarımızda…

Meselâ, bir pandemi sürecindeyiz. Maalesef herkes bu salgından bir şekilde etkilendi. Fakat bir yönüyle teknolojinin hayatımıza ne denli yerleştiğini bir kez daha görebilmiş olduk.

Okullar kapatıldı. Ama uzaktan eğitim sistemiyle eğitimlerimizi devam ettirebildik.

Herkes eve kapanmak mecburiyetinde kaldı. Ama nice hocalar ve alanlarında uzmanlaşmış isimler, çeşitli internet plâtformlarında verdikleri seminerlerle her eve ulaşabildiler.

Henüz yeni Ramazan ayını geçirdik. Camiler kapalıydı. Gidip mukabelelere katılamadık. Ama çoğu hocaefendiler canlı yayınlarda mukabele okudular. O yayınlara katılabildik.

Bayramda büyüklerimizin yanına gidemedik, akraba ziyaretleri yapamadık. Ama cihazlarımızın görüntülü görüşme teknolojileri sayesinde hiç yoktan arayıp hâl hatırlarını sorabildik, bayramlarını kutlayabildik.

Ekonomik alanda, özellikle nakit paralardan virüsün geçme riskinin yüksek olduğu açıklandı. Ama teknoloji sayesinde banka kartlarıyla ve özellikle temassız ödeme imkânlarıyla bu probleme de kısmen alternatif bir çözüm bulabildik.

Virüsün bulaşıcı özelliğinden dolayı, sosyal mesafe kaidesi getirildi. Bu sebepten berberler gibi nice meslek sahibi kimseler işlerini yapamaz hâle geldiler, uzun bir süre. Ama teknolojinin geldiği noktayla birlikte drone ile tıraş yapmaya çalışan berberler olduğunu dahî gördük.

Ayrıca robot teknolojisine de rağbet arttı. Robot hemşireler üretildi. Hastalık emârelerinin ilerlemesini izlemek ve kayıt tutmak, ilâç programlarına yardımcı olmak gibi vazifeleri yerine getirebiliyor ve bu sayede insanları virüsün bulaşıcılığından koruyabiliyorlar. Hattâ bazı yerlerde el dezenfektanı sıkıp ateş ölçebilen sürümleri de mevcut. Hemşirelik dışında, özellikle parklar gibi açık alanların ilâçlanmasında ve kişiler arasındaki sosyal mesafelerin denetlenip kontrol edilmesinde iş gören robotlar da yaygınlaşıyor.

Daha nice örneklerle de çoğaltılabileceği üzere; teknoloji hayatımızın her köşesinde bizimle birlikte ve her şartta istifade edebiliyoruz.

Bütün bunlar, tabiî, kulağa çok hoş geliyor. Çünkü hepsi bir yönüyle hayatımızı çok kolaylaştıran, işlerimizi gerçekleştirirken gösterdiğimiz birçok zahmete gerek bıraktırmayan çeşitli gelişmeler. Fakat bütün bunların dışında endişe duymamız gereken noktaları da var. En mühimi şu ki:

Nasıl kullanıyoruz?

Bir bıçak doktorluk yapmak için de kullanılabilir, cinayet işlemek için de. Yani şifâ için de belâ için de kullanılabilir. Her şey bir yönüyle bu şekildedir. Teknoloji de bu şekilde. Faydaları çok. Fakat bu faydalar bile yanlış kullanımlarda hoş olmayan neticelere kapı açabilmekte. Kaldı ki şikâyetçi olduğumuz durumların çoğu hep bu yanlış kullanımlardan ötürü.

Meselâ;

Tedbir zamanlarının zarureti, teknolojinin yerinde kullanıldığı bir dönem oldu. Bu sayede bahsettiklerimiz gibi birçok faydalarına da şahit olduk. Fakat tedbirler sona erdiğinde şayet hâlâ gerçek insan yüzleri yerine ekranları, gerçek insan elleri yerine düğme ve konsolları tercih etmeye devam edersek, işte o zaman insanın robotlaşması problemiyle karşı karşıya kalmaz mıyız?

Zira insan; «Tabiatı itibariyle sosyal bir varlık» olarak tarif edilmiş. Onun hemcinsleriyle arasına çekeceği teknolojik duvarlar; zamanla yalnızlığını artırmakta ve onu fıtratının aleyhine bir değişime, yani yozlaşmaya sürüklemekte.

Nitekim;

Eskiden her evde akşamları oturulur; sohbetler edilir, kitaplar okunur, okunan kitapların îzahları yapılır, birlikte oyunlar oynanır, büyükler küçükleriyle daima iletişim hâlinde olurdu. Bugün baktığımızda evin her bir ferdinin bir köşeye çekildiği, kendi başına ya televizyon izlediği ya tablette vakit harcadığı ya da sosyal medyada kendisine kurduğu ailesinde paylaşımlar yaptığı, ev ortamı tabloları hiç de az değil.

Dedeler ve nineler torunlarıyla vakit geçiremiyor, onlara tecrübelerini aktaramıyorlar. Hâlbuki muhterem yaşlılarımız, torunlarını dizlerinin dibine oturtur, onlara masallar anlatır, içlerinden dersler çıkarırlardı. Anne-babaların yoğunluktan ilgilenemediklerinde ortaya çıkan boşlukları dedeler-nineler doldurur, böylece yetişen çocuklar kontrollü büyürdü. Şimdi ise o boşluklar internet ortamlarıyla doluyor ve çocuklar çok yanlış sayfaların etkisinde de kalabiliyorlar.

Ayrıca mahallede, sokakta kurulan arkadaşlıklar bugünden farklı olarak daha yaygın ve etkiliydi. Birlikte oyunlar oynanır, herkes birbirini tanır ve anne-babalar çocuklarının arkadaşlarını bilirlerdi. Bu şekilde kurulan sosyal çevrelerin kazandırdığı sayısız özellik de olurdu. Paylaşımcı olmak, takım kurabilmek, ekip hâlinde oyunlar oynayabilmek, kendini ifade edebilmek, sosyalleşmek gibi. Fakat bugün oyunlar; tabletlerde, telefonlarda, bilgisayarlarda ve PlayStationlarda oynanır oldu. Kurulan arkadaşlıklar da sanal ve dijital ortamlarda kurulur hâle geldi. Ruhsuz, samimiyetsiz ve hissiz arkadaşlıklar olarak… Bu şekilde büyüyen insanların insânî münasebetleri de ileride genellikle problemli oluyor. Arkadaşlarıyla sanal ortamda klâvye başına geçtiklerinde uzun uzun konuşabildikleri hâlde; fizikî olarak bir araya geldikleri zaman, beş yahut on dakika sohbet edip hemen ellerine tekrar telefonlarını almaları başka nasıl îzah edilebilir ki?

Veya bir seksek oyununun en fazla düşüp yaralanma gibi tehlikeleri vardı. Şimdi ise en uç noktada; «mavi balina» ve «momo» gibi çocukları rûhen çıkmaza sokan, fiziken kendilerine ciddî zararlar verdirebilen, hattâ intihar gibi vazifelerle kendilerini öldürmelerini söyleyen dijital oyunlar duyuyoruz.

Yani;

Bütün teknolojik ilerlemeler hayranlık seviyesinde olabilir. Potansiyel olarak pek çok kolaylık, rahatlık ve pratiklik de içerebilir. Güzel ve doğru kullanımlarda faydalı işlere de vesile olabilir. Hattâ bir yönüyle, özellikle içinde olduğumuz salgın döneminde olduğu gibi zor şartlarda hayat da kurtarabilir. Fakat görüldüğü üzere kontrolsüz ve yanlış kullanıldığı takdirde; sağladığı bütün olumlu yanlarına rağmen, pişmanlık duyacağımız vaziyetlere düşürdüğü de bir gerçek. Ayrıca tarih boyu ne zaman kimyevî, teknolojik ve mekanik müdahalelerin yapıldığı döngüler gerçekleşse, neticesinde; hep faydaları kadar zararları da görüldüğü için, «orijinal», «organik», «el emeği» mahsullerin kıymetinin idrak ve tercih edilmesi de inkâr edilemez.

İşte bütün bu sebeplerden ötürü, son derece şuurlu olmak şart. Aksi takdirde zamanla sadece, rûhu olmayan teknik bir robotun yapabildiklerini yapıp onun dışında ruhsuz, cansız, duygusuz ve değerleri olmayan bir insan hâline döneriz. Bizi robot olmaktan muhafaza edecek insânî hususiyetlerimizi kaybederiz.

Çünkü dijitalin rûhu yoktur. Makineler ve teknolojik cihazlar milimetrik hassâsiyetlere sahip olabilirler. Fakat mânevî hassâsiyetleri sıfırdır. Bu yüzden ruhsuz bir alana kontrolsüz bir şekilde kendimizi ve nesillerimizi esir edip oradan gönlümüzü ve rûhumuzu tatmin etmesini beklemek de beyhûdedir, abesle iştigaldir.

Küçücük yavruların oyalansın ve ağlamasın diye izledikleri YouTube videoları; anne ve babalarının ilgisinin yerini hiç tutabilir mi? Onların verebileceği, sıcacık bir kucağın yansıttığı şefkati verebilir mi? Tabiî ki hayır.

Veya zaruretten dolayı, yüz binlerce talebeye, kameraların karşısındaki bir düzine öğretmen kâfî gelmiş olabilir. Fakat bu; dersi anlayamayan öğrencisinin bakışlarından anlayıp tekrar anlatacak, öğretimin yanında eğitim de yapacak, sıkıntısını hâlinden anlayacak, ona şefkat gösterecek muallimlere olan ihtiyacı, ekranların ortadan kaldırabildiğini mi gösterir?

Bir otomat, hiç veresiye yazabilir mi? Son anda çıkışmayan bozuk para için; «Kalsın!» diyebilir mi?

Veya bir robot; alışveriş esnasında müşterisinin vaziyetini, hareket sensörleri sayesinde anlayıp, ona hâl hatır sorabilir mi? Yapay muameleleriyle, samimî bir esnafın yerini hiç tutabilir mi? Hayır.

Bu yüzden;

Dijital dünyanın, robotlaşmanın ve diğer bütün teknolojik gelişmelerin getirdikleri rahatlıkları elbette kabul edelim, yerine göre de kullanalım ve faydalanalım. Özellikle insan gücünün yetersiz kaldığı, daha yüksek hassâsiyet gerektiren sahalarda sağladıkları imkânların da her zaman farkında olalım. Lâkin her şeye rağmen hepsinde kontrollü, seviyeli ve ölçülü hareket etmek mecburiyetinde olduğumuzu da unutmayalım. Yoksa çok korkutucu ve dehşet verici sonuçlar kaçınılmaz. Sonuçta sırf maliyeti düşürmek, daha fazla kazanmak ve herkesin rahatlık seviyesini artırmak maksadıyla; insanları işsiz bırakmak, iş sahalarını daraltmak, tabiî seyrinde gelişen sosyalliklerini kısıtlamak, hayatlarını sanallaştırmak ne kadar mâsum olabilir?

Geçenlerde çok dikkat çekici bir habere denk geldim.

Üzerinde çalışılan bir teknoloji sayesinde, beş yıl gibi kısa bir süre içinde insanların konuşmaya ve dil öğrenmeye ihtiyacı olmayabilirmiş. Geliştirilebilirse, beyin-bilgisayar ara yüzü oluşturulmaya çalışılıyormuş. Bu teknoloji sayesinde insanların beyinleri kıldan bile ince kablolarla bilgisayara bağlanabilecek ve istenen bilgiler yüklenebilecekmiş. Çalışmanın sahibi Elon Musk’ın açıklaması da şöyle:

“–Bu cihazlarla çok hızlı ve daha hassas bir şekilde iletişim kurabilirsiniz. Farklı bir dilde mi konuşmak istiyorsunuz? Problem değil, sadece programı indirin.”

Unutmamalı ki teknoloji, zaruretleri çözdüğü müddetçe güzeldir. Elon Musk’ın söylediği bu çözüm de, felçli kişilerin sevdikleriyle irtibat kurmasını sağlarsa veya sadece bu gibi işlerde kullanılırsa ne âlâ… Fakat en basitinden cep telefonlarının dahî beyin tümörü riskini artırdığını biliyorken, durduk yerde beynimize kablolar saplamanın ne mantığı olabilir? Hem rastgele ve keyfe keder bir şekilde kullanıldığında ortaya çıkabilecek ihtimal dâhilindeki bütün durumları düşündüğümüzde, gerçekten çok tehlikeli senaryolar da mümkün.

Hâsılı;

Her şeye rağmen nihayetinde teknoloji gelişmeye devam ediyor. Eninde sonunda bu ve bunun gibi daha nice gelişmelerle de karşı karşıya kalacağız. İşte bunun için kontrollü yaklaşma ve düzgün kullanma hususunda asla ihmalkâr davranmamalıyız.

Sürekli mevcut durumumuzu muhasebe etmeliyiz. Şayet şu an düzgün kullanabiliyorsak ve teknolojiden kaynaklı şikâyetlere uzak kalabilmişsek ne âlâ. Fakat henüz tanıştığımız teknolojik gelişmelerde bile ipin ucunu kaçırmış ve kontrolü kaybetmişsek ileride muhatap olacağımız dijital dünyada daha büyük tehlikeler bizi bekliyor demektir.

Bu sebeple soralım:

Gerek kendimiz gerekse nesillerimiz itibarıyla, teknolojiyi şu seviyeye gelene kadar nasıl kullandık ve şimdi;

Nasıl kullanıyoruz?