ELİM, NİYE TAVUK ETİ KOKUYOR?

Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

Mükremin Bey; düzenli olarak, sabah kalktığında, İstanbul Vatan Caddesi’nde yürürdü. Ramazan dolayısıyla, yürüyüşlerini sabah namazı sonrası yapmaya başlamıştı. Sulukule surlarına doğru geldiğinde; surların iç kısmında, kenarda, daha üç-dört günlük olan yavru köpekleri gördü. Aç oldukları belliydi. Anneleri de biraz ileride âdeta yalvaran gözlerle bakıyordu. Hiç vakit kaybetmedi, yürüyerek geri döndü ve Malta Çarşısı’na çıktı. Vakit erken olduğu için orada kasapların açılmasını bekledi. İlk açan kasaptan, çorbalık tavuk eti alarak âdeta koşarcasına tekrar yavru köpeklerin olduğu yere gitmek üzere yola çıktı. Köpekler için aldığı etler tam sekiz kilo idi. İki poşete koydurdu ve elinde poşetlerle yürümeye başladı.

Oruç oruç iki poşeti taşımak zor oluyordu ama olsun, sonuçta hayır işleyecekti. Yolda giderken baba dostu, güler yüzlü Musa Amca ile karşılaştı. Önce selâmlaştılar sonra Musa Amca sordu:

“–Hayrola Mükremin Bey evlâdım nereye böyle?”

Mükremin Beyin beklediği soru gelmişti. Göğsünü kabartarak;

“–Köpeklere tavuk eti aldım onları götürüyorum, zor ama sevaptır onları da düşünmek lâzım.” dedi.

Musa Amca kolaylıklar diledi ve;

“–Sen köpeklerin yanına varmadan etleri dağıtmaya başlamışsın.” dedi. Mükremin Bey, Musa Amcanın bu sözünü anlamadı ama iyi bir şey söylediğini var sayarak;

“–Allah râzı olsun Musa Amca!” dedi.

Mükremin Bey yerdeki poşetleri yeniden eline aldı ve yürümeye başladı. Biraz ilerlediğinde köpekleri görmüştü. Çok titiz birisi olması hasebiyle cebinde eldiven getirmişti. Eldiveni giyerek verecekti etleri. Biraz daha ilerleyince köpekler de ona doğru gelmeye başladı. Eldiveni sağ eline giydi. Sol eli ile poşeti tutarken sağ eli de etleri dağıtıyordu. Bir anda gittikçe yaklaşan bir köpek hırıltısı gelmeye başladı. Ses çok hızlı yaklaşıyordu. Mükremin Bey ne olduğunu anlamak için kafasını kaldırmaya fırsat kalmadan bir köpek geldi ve poşeti ağzıyla tutup hızlıca çekiştirmeye başladı. Mükremin Bey o sırada bir anlık refkles ile eldivenli eli ile poşeti tutup sol eliyle bir et parçası aldı ve bunu köpeğe uzattı. Köpeğin poşeti bırakmasını istiyordu. Öyle de oldu. Köpek poşeti bıraktı ve Mükremin Beyin uzattığı eti kaptığı gibi uzaklaştı.

Mükremin Bey, eldivensiz eliyle eti tuttuğunu fark etti ve;

«Eyvaaah! diye sayıkladı kendi kendine. Niye mi? Çünkü eline tavuk eti sinmişti. Elini hemen orada bulunan Hürrem Cami tuvaletine girerek sabunla defalarca yıkadı. Ama nedense elindeki tavuk kokusu bir türlü gitmiyordu. Hay Allah! Hayır yapayım derken şimdi durduk yere sinirlenmişti. Nefesini burnundan alarak hızlı ve sert adımlarla evinin yolunu tuttu. Yolda yürürken kafasından bir daha asla köpeklere et getirmemek geçiyordu. Sonra; «Hiç getirmemek olmaz azar azar getiririm…» dedi kendi kendine.

Eve adımını atar atmaz lavaboya gitti ve bol bol sabunla elini tekrar yıkadı. Hayret! Nasıl olur!?. Elinin kokusu geçmemişti. Salona geçti ve kızı Zümra’dan kolonya istedi. Zümra, dibinde bir çay bardağı kadar kolonya kalmış olan şişeyi getirdi. Mükremin Bey; kolonyayı eline döküyor, ovuyor ve kokluyordu. Bunu defalarca tekrarladı. Ama nafile… Koku hâlâ geçmemişti. Kızına da koklattı; ama Zümra, babasının abarttığını düşünüyordu çünkü kolonya kokusundan başka bir koku gelmiyordu burnuna.

Mükremin Bey kokuyu kafaya takmıştı. Marketten kolonya almak için hızla evden çıktı. Apartman kapısından çıkarken Musa Amca ile karşılaştı. Musa Amca, Mükremin Beyin telâşlı hâlini görünce;

“–Hayrola Mükremin Bey evlâdım; ne oldu, nereye gidiyorsun böyle telâşla?” dedi. Mükremin Bey, başından geçenleri anlattı ve;

“–Ben biraz pimpirikliyim; rahat edemedim, kolonya almaya gidiyorum.” dedi. Musa Amca, taşı koyacağı gediği bulmanın rahatlığı ile önce tebessüm etti ve şöyle dedi:

“–Ne güzel işte! İyi ki köpek poşete saldırmış ve iyi ki sen de çıplak elle eti tutmuşsun. Eğer elin kokmasaydı, gün boyu ne kadar büyük bir hayır yaptığını düşünecektin. Nefsin kabaracaktı, yani yaptığın işi Allah için değil nefsin için yapmış olacaktın. Hayır yapayım derken günaha girecektin. Ego (nefis) böyledir işte; hem hayır yaptırır hem de hayrın sevabını yine yok ettirir.”

Mükremin Bey hayret etti; dedikleri doğruydu Musa Amcanın. Giderken ne kadar büyük bir iyilik yaptığını düşünerek gitmişti. Ama geri dönerken sinirlenmişti. «Bir daha gitmem canım…» diye içinden de geçirmişti. Musa Amca konuşmasına devam ederek;

“–Sen şimdi söyle bana, köpeklere et götürecek misin bundan sonra?” Mükremin Bey;

“–Evet, Musa Amca, azar azar götüreceğim.” dedi. Musa Amca şöyle cevap verdi:

“–İşte böyle evlâdım. Eğer elin kokmasaydı nefsin bugün doyacaktı ve bir daha et götürmeyecekti. Ama nefsinin hoşuna gitmediği için, yaptığın işi Allâh’ın rızâsına sundun ve azar azar götürmeye karar verdin, hakikate ulaştın. Elindeki koku; et kokusu değil, hakikat kokusudur yavrum.”

Mükremin Bey dalıp gitmişti bunları duyunca. Etleri köpeklere götürürken Musa Amcanın söylediği;

“Sen köpeklerin yanına varmadan etleri dağıtmaya başlamışsın.” cümlesini daha yeni anlamıştı. Daha hayrı yapmadan satmaya çalışıyordu o sırada…

Musa Amca, Mükremin Beyin dalgınlığını dağıtmak için;

“–Mâide Sûresi’nin 16. âyet-i kerîmesi dalgınlığına iyi gelir vesselâm!” dedi ve eve çıkmaya başladı.

Mükremin Bey, kendini silkeledi ve eve çıktı. Kur’ân meâlini eline aldı ve;

“Allah; onunla rızâsı peşinde olanları selâmet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir.” âyet-i kerîmesini okudu. Tekrar elini birkaç kez kokladı. Elinde kokundan eser kalmamıştı…

Kısaca:

“Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının arkasından başa kakıp incitmeyenler için; Rablerinin katında özel karşılık vardır. Artık onlar için korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.” (el-Bakara, 262)

“İyi sayılan bir söz ve bir bağışlama, arkasından eziyet gelen bir sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, halîmdir.” (el-Bakara, 263)

“Ey îmân edenler! Allâh’a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde malını insanlara gösteriş yapmak için harcayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakmak ve incitmek sûretiyle boşa gidermeyin. O kimsenin misâli, üzerinde toprak bulunan düzgün ve yalçın bir kayadır; kayanın üzerine şiddetli bir yağmur yağmış, onu çıplak hâlde bırakmıştır. Bu gibilerin kazandıkları hiçbir şeyden istifâdeleri olmaz ve Allah, inkârcı topluluğa hidâyet vermez.” (el-Bakara, 264)

“Allâh’ın rızâsı her şeyden üstündür.” (et-Tevbe, 72)