DÜNYADA ÂHİRETİ ARAMAK…
Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM
Cenâb-ı Allah bizi yarattı, varlığından haberdar etti. Kendisine îmân etme şerefini bizlere bahşetti. Buna ilâveten bize en değerli emâneti olan Kur’ân-ı Kerîm’i lutfetti.
Çünkü insan, yeryüzüne Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’nın halîfesi olarak geldi. Cenâb-ı Allah bizleri yeryüzüne gönderdi. Her türlü donanımı bizlere bahşetti. Bize vermiş olduğu sayısız nimetlerin karşılığını bizden bekliyor.
Nedir o sonsuz nimetler karşısında Rabbimiz’in bizden beklediği teşekkür?
Şu âyet-i kerîmeyi cümle cümle okuyup tahlil ederek sorunun cevabını arayalım:
وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ
وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ
“Allâh’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste;
Dünyadan da nasibini unutma!
Allâh’ın sana ihsân ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et!
Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama!
Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” (el-Kasas, 77)
NİMETİ İTİRAF
وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ
“Allâh’ın sana verdiği şeylerde…”
Allah bize neler verdi?
Hayat verdi, ilim verdi, kudret verdi, göz verdi, kulak verdi, sağlık verdi…
Sayamayız ki!..
وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ
“Allâh’ın nimetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız…” (en-Nahl, 18)
Havsalaya sığmayan milyonlarca, milyarlarca, sayısız nimetle perverdeyiz elhamdülillâh.
İşte küçücük bir mikrop ortalıkta dolaşıyor diye, bütün dünya nasıl tedirgin hâlde.
Gözle görülmeyen ufacık virüs bize gösterdi ki:
Meğer ne büyük nimetlerin içerisindeymişiz biz. O akciğer devreden çıkarsa koca koca cihazların devreye sokulması gerekiyor. Ufacık bir böbreğimizin vazifesini kocaman bir diyaliz makinesi bin bir zahmet ve masrafla kısmen yerine getirebiliyor.
İnsanın gafleti şurada: Akıp giden nimetleri idrak edemiyoruz. Ona bir halel gelince, elimizden kayıp gidince kıymetini anlıyoruz. Bu sebeple Cenâb-ı Hak; insanoğlunu zaman zaman canı, malı ve mahsulleri eksiltmekle imtihan ediyor.
Yüce Allâh’ın bize verdiği nimetleri musîbetle değil, nasihatle anlayalım ve nimetleri itiraf edelim.
En büyük nimet îman nimeti. Îmânın kelime mânâsı «emniyet / güvenlik» demek. İnsan Allâh’a îmân edince Allâh’ın emniyetine girer. İnsanın; bu ilâhî emâna girebilmesi için, Allâh’ın kendisine yüklediği emânete sahip çıkması lâzım.
Allah Teâlâ; ihsân etmiş olduğu bütün nimetleri bize bir emânet olarak veriyor.
Meselâ;
•Bize göz verdi. O gözü gelişigüzel kullanabilir miyiz?!.
•Kulak verdi, onunla rastgele önümüze ne gelirse dinlememiz doğru olur mu?!.
•El verdi, ayak verdi, kalp verdi, ruh verdi, sağlık verdi. Bunları nizamsız, kaidesiz kullanabilir miyiz?!.
Hayır!.. Allâh’ın verdiklerini kullanmanın bir sahası, bir ölçüsü, bir hududu var. İdrakine gayret ettiğimiz âyet bu ölçüyü şöyle bildiriyor:
ÂHİRETİ İSTE!..
وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ
“Allâh’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste!..”
Allah bu dünyada sana her ne vermiş ise onlar gaye değil vasıtadır. Hedef değil malzemedir. Onları bir talep ediş, bir arayış vesilesi kıl.
Bu talebin, bu arayışın hedefi ne olsun?
Âhiret yurdu olsun!..
Çünkü bizler; bu dünyaya, âdeta transit salonunda birkaç saat beklemek üzere geldik. Ömür denen bu kısa bekleyişten sonra, asıl murâdımıza, gerçek istasyonumuza, son varış yerine gideceğiz. Neresi? Âhiret.
Gayb âleminden ana rahmine, oradan da dünya hayatına doğuşumuz; dünyada kalıcı olmamız için değil. Zira kendisi fânî olan, kendisi yok olmaya mahkûm dünyanın, ebedî olarak plânlanmış bir varlığa nihâî bir mekân olması mümkün değildir.
Öyleyse elimizdeki bütün sermayeyi âhireti kazanmak için kullanmalıyız.
Göz / görme nimetini ele alalım. Göz ile her türlü manzarayı görebiliriz, seyredebiliriz. Ama;
1. Bakılması helâl olan şeyler vardır.
2. Bakılması haram olan şeyler vardır.
3. Bakılması sevap olan şeyler vardır.
O hâlde, göz nimetiyle âhireti nasıl talep ederiz?
•Bakılması haram olan şeylerden uzak durmalıyız.
Allâh’ın verdiği nimetle Allâh’a isyan etmemeliyiz. Allâh’ın verdiği gözle Allâh’ın yasak ettiği şeylere bakmak çok büyük bir nankörlük olur. Değil bir müslümana, bir insana yakışmaz.
•Göz / görme nimetinin en güzel, en sevaplı kullanım yeri; Kur’ân-ı Kerîm’e bakmak, onu okumaktır. Göz Kur’ân’la nurlanır, şereflenir. Kur’ân okumak, İslâmî ilimlerle meşgul olmak; göz nimetiyle âhiret yatırımı yapmak demektir.
Kulak / işitme nimeti de bu minvaldedir.
1. Dinlemesi helâl olan şeyler var.
2. Dinlemesi haram olan şeyler var.
2. Dinlemesi sevap olan şeyler var.
İnsan, kulak nimetiyle Kur’ân, sohbet ve zikir gibi faydalı sesleri ve sözleri dinliyorsa, Allâh’ın kendisine vermiş olduğu kulak nimetini âhireti kazanmaya yönelik kullanıyor demektir.
Ama aynı kulaklarla, her ne kadar adına müzik deseler de ne kazandıracağı belli olmayan birtakım yabânî sesleri; Allah’tan, Peygamber’den uzaklaştıran; dinden, îmandan soğutan, insandaki hayvânî neşveyi tahrik eden çalgı ve sözleri dinleyen insan, Allâh’ın kendisine vermiş olduğu kulak nimetini âhiret endeksli kullanmış sayılmaz.
Nimetler maddî ve mânevî, mücerred ve müşahhas çeşit çeşit…
Evlât da Allâh’ın insana verdiği en önemli nimetlerden biridir. Evlâdı Allah yolunda yetiştirmek, onlara İslâmî terbiye vermek, evlât nimeti ile âhireti talep etmektir.
Birçok gafil anne-baba, sadece dünya hayatını talep ederek;
“–Aman çocuğum istikbâlini kazansın, bol kazançlı bir mesleği olsun, futbolcu olsun, zengin olsun, şu olsun, bu olsun…” diye Allâh’ın kendilerine verdiği nimeti Allah için değil, belki de şeytanın lehine kullanma bahtsızlığına düşmektedir.
DÜNYA NASİBİ
–Bu dünya sadece âhiretten ibaret bir dünya mıdır?
–Hayır.
Allah bizi bu dünyaya; âhireti kazanabilecek îman faaliyetlerini de yapmamız için gönderdi. Yani şu yeryüzünü; üzerinde rahat namaz kılınabilecek, rahat oruç tutulabilecek, insanca, mü’mince yaşanabilecek bir atmosfere çevirme vazifesi de biz müslümanların üzerine yüklenmiştir.
Bu sebeple Cenâb-ı Hak diyor ki:
وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا
“Dünyadan da nasibini unutma!”
Meselâ göz nimetini, Allâh’ın yarattığı güzellikleri temâşâ etmek, gözlemlemek ve Cenâb-ı Allâh’ın hârika sanatına gönülden tekrar tekrar îman tazelemek için de kullanacağız.
Elbette Allâh’ın bizlere verdiği kulakları; zaman zaman kendimizi dinlendirmek, bir nefes alabilmek için de kullanacağız. Arada bir ilâhî bazen güzel şiirler, marşlar da dinleyeceğiz, fakat bu kararında olacak.
Dünya için ayırdığımız vakit, yine âhiret çalışmasına enerji depolayacağımız bir atmosfer sağladığında makbul olur.
Müslüman, denge insanıdır. Sahip olduğu bütün nimetleri, önce âhiret için kullanacak. Yüzde üç-beş diyebileceğimiz bir nisbette de dünya tarafında âhireti kazanmaya yönelik bir ferahlık yatırımı için onlardan istifade edecek.
Bu minvalde;
“Mûsıkî dinlemekte ölçü nedir?” suâline de cevap verebiliriz:
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; bayramlarda, düğünlerde meşrû dairede çalıp oynamayı bizlere mubah kılmıştır. (İbn-i Mâce, Nikâh, 21)
Medine’ye Habeşliler gelmiş ve Habeş oyunları oynamışlardı. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, genç bir hanım olan Âişe Vâlidemiz’e;
“–Seyretmek ister misin?” diye sordu.
“–Evet yâ Rasûlâllah!” deyince, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onun mübârek omuzlarına yaslanmasına ve Habeşlilerin mahallî oyunlarını seyretmesine müsaade etmiştir. (Buhârî, Iydeyn, 2; Cihâd, 81; Müslim, Iydeyn, 16-20)
Bir düğün olmuş;
“–Câriyelere söyleseydiniz de düğüne uygun ezgiler söyleselerdi.” buyurmuştur. (Buhârî, Nikâh, 63; Ahmed bin Hanbel, Müsned, VI, 269)
Peygamberimiz’in düğünle alâkalı hadîs-i şeriflerinde def çalmaya ve düğün ezgilerine müsaade ettiğini görüyoruz. (Tirmizî, Nikâh, 6)
Diğer taraftan fıkıh kitaplarımızda; “Melâhî dinlemek haramdır.” gibi ifadeler var. Fıkıh kitaplarımızın yazıldığı dönemde müzik denildiğinde; câhillerin icrâ ettiği, şarap tüketilen, fısk u fücûrun yaygın olarak bulunduğu ortam akla gelmektedir. Binâenaleyh müzikle ilgili verilen fetvâ veya hüküm, mücâvir illetler yani çevre faktörleriyle bir bütün olarak değerlendirilerek belirlenir. O gün de bugün de, haramların refâkat ettiği, harama götüren bir müziği dinlemek haram olur.
İmam Gazâlî Hazretleri’nin dediği gibi;1
“Eğer harama götürmüyorsa, insanda hayır duygularını canlandırıyorsa, insanın ibâdetine engel olmuyorsa, kadın sesi erkeğe, erkek sesi kadına bir fitneye mahal vermiyorsa…” gibi şartlar zikredilerek, menfî çevre şartları izâle edildiğinde, Peygamberimiz’in düğün ve bayramlardaki müsaadesini de hesaba katarak mûsıkînin mubah olduğunu söyleyebiliriz.2
Ancak altını çizerek söylüyorum. Kararınca, tadında, yemekteki tuz kadar… Aksi takdirde; unutmamak gerekir ki mubah olduğu Kitap ve Sünnet ile sabit olan yemek, içmek, uyumak gibi şeyler dahî ifrâta düşüldüğünde haram olur.
MAYA KADAR…
Nimetlerin ne kadarı âhiret için, ne kadarı dünya için kullanılmalı? Bir teşbihle anlatalım: Sütten yoğurt yaparlar da bir sonraki yoğurt yapımında maya olması için bir kaşık olsun bırakırlar.
Dünya için ayrılacak eğlence, dinlence gibi istifadeler; âhiretlik yoğurdun tutabilmesi için bir kaşık mayalık yoğurt bırakmak gibi bir şey olmalı.
Bu hususta biz Peygamber Efendimiz’in ve ashâbının yolundayız. Onlar âhiret kılavuzu oldular. İnsanları Allâh’a götüren rehberler oldular. Fakat dünyada da yediler, içtiler, evlendiler. Nitekim -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdu:
“Bana dünyanızdan üç şey (Allah tarafından) sevdirildi:
1) Gözümün nûru namaz,
2) Güzel koku,
3) Sâliha hanım.” (Nesâî, İşretü’n-Nisâ, 10)
Yani dünyadan da Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sevdiği şeyler olmuş. Fakat mü’minin dâvâsı; âhireti kazanmak ve diğer insanların da âhireti kazanmaları için gayret etmek olmalıdır. Dünyaları da böylelikle mâmur hâle gelir. Nitekim duâ ederken biz;
رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
“Dünyamızı da cennet yap, âhiretimizi de cennet yap!” (Bkz. el-Bakara, 201) diye duâ ediyoruz. Âhiretimizin cennet olabilmesi için, ebedî istirahatgâhımızın Firdevs-i A‘lâ olması için gayret ederken; dünyayı cehenneme çevirmek diye bir nâdanlığımız, bir câhilliğimiz olamaz.
Âhiret insanı, dünyayı da cennet gibi huzurlu yaşayabilen insandır. Âyet-i kerîmeye baktığımızda, nimetlerle âhireti aramanın mühim bir şartını ifade ettiğini görüyoruz:
وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ
“Allah sana ikrâm etti, ihsân etti, lutfetti. Allah seni seçti, değerli kıldı, güzel kıldı. Sen de tıpkı Allâh’ın sana ihsân ettiği, ikrâm ettiği gibi ihsân et, ikrâm et!”
Yani Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî esmâsının muhtevâsını siz de yaşayın.
•Cenâb-ı Hak; kusurları bağışlıyor, siz de kardeşinizin kusurlarını bağışlayın. Cenâb-ı Hak; ayıpları setrediyor, siz de örtün.
•Cenâb-ı Hak, çok sabredici… Çok hilm sahibi… Azâba müstehak olanlara bile sabrediyor, mühlet veriyor. Siz de emriniz altındakiler hususunda sabır ve teennî gösterin.
•Cenâb-ı Hak, çok cömert. Kerem ve ihsan sahibi. Siz de cömert olun, ihsan ve ikram sahibi olun. Böylece O’nun emânet olarak verdiği nimeti, âhiret yatırımına dönüştürün.
Allah sağlık vermiş sana; o zaman hasta olan arkadaşına, kardeşine, başka insanlara yardım edeceksin.
Güç vermiş sana; zayıfla bu gücünü paylaşacaksın.
Mal, servet vermiş; fakirle Allâh’ın sana verdiği serveti paylaşacaksın.
İlim vermiş; Allâh’ın sana verdiği ilmi diğer kullarıyla paylaşacaksın.
Çok güzel bir ses vermiş; o zaman Kur’ân okuyacaksın, başkalarıyla o güzel sesi paylaşacaksın.
Sanat vermiş, beceri vermiş; sanatını işleyeceksin ve onunla âhireti kazanmaya gayret edeceksin.
Meselâ çok güzel saatler îmâl ediyorsun, önce âhiret kazancını düşünerek saat îmâl edeceksin. Sonra elbette çoluğunun çocuğunun rızkını temin etmek için de saat satacaksın, para kazanacaksın. Maya nisbetini unutmayacaksın. Yoğurdun tamamını maya diye ayırırsan, yoğurt yapmadın demektir. Nimetleri tamamen nefsine, ailene, dünyalık rahat ve konfora sarf ediyorsan, âhireti talep etmiyorsun demektir.
İhsan kelimesinde bir mânâ daha var:
Allah sana lutfederken en güzelini vermiş, ihsân üzere vermiş. Sen de işini yaparken en güzel şekilde yapacaksın. İhsân üzere yapacaksın.
Talebesin; hâfızlık yapıyorsan, en kaliteli şekilde ezberleyeceksin. Fıkıh mı okuyorsun? En kaliteli şekilde okuyacaksın. Tefsir mi çalışıyorsun? En kaliteli şekilde çalışacaksın. Çünkü Allah bize çürük bir şey vermiyor. Allah bize en mükemmelini veriyor. Binâenaleyh Rasûlullah Efendimiz buyurur:
“Allah güzeldir. Güzel olanı sever…” (Müslim, Îmân, 147)
“Allah sizden birinin bir iş yaptığı zaman, onu sağlam (güzel) yapmasını sever.” (Beyhakî, Şuab, IV, 334-335)
NİMET FESÂDIN MALZEMESİ OLMASIN!
Cenâb-ı Allah, verdiği nimetler hususunda, âyetin sonunda bir îkazda bulunuyor:
وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ
“Allâh’ın sana verdiği nimetleri; yeryüzünde yozlaşma, fesat çıkarmak için asla kullanma!”
Eğer iyiliğimiz dokunamıyorsa hiç olmazsa kimseye bir zararımız dokunmasın.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ
“Allah; bozguncuları, fesat ehlini sevmez.”
Dünyada fesat çıkaranlar, bozgunculuk yapanlar da bunu Allâh’ın verdiği nimetleri kullanarak yapıyorlar. Dünyayı fesâda verdikleri gibi, âhiretlerini de cehennem hâline getirmiş oluyorlar. Nitekim bu âyetlerdeki hitaplar siyak içinde Kārûn’a söylenmekle beraber, aslında hepimize söylenmektedir. O; bu ilâhî tâlimatları dinlememiş, Allâh’ın kendisine verdiği nimetleri fesâd için kullanmıştı. Âkıbeti meşhurdur: Dünyada servetiyle beraber yerin dibine geçmiştir.
Kārun gibi değil belki ama, herkes bir gün yerine altına inecek. Sonra da gerçek hayat olan âhirette diriltilecek ve hesap verecek. Her türlü nimetin hesabı…
Rabbim; verdiği nimetleri âhireti talep yolunda kullanabilenlerden, emâneti yerinde kullanarak âhirette ilâhî emniyete girebilenlerden eylesin!..
Fesâd ehlinden muhafaza buyursun.
Âmîn…
__________________________
1 Gazâlî, İhyâ, Rub‘u’l-Âdât, VIII. Kitap.
2 Mûsıkînin hükmü hususunda daha mufassal bilgi için: İbnü’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, III, 1053-1054; Vehbe ez-Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve edilletuhû.