ÇAĞIRAYIM MEVLÂ’M SEN’İ!

Sami GÖKSÜN

Duâ; Allâh’ın yüceliği karşısında, kulun aczini îtiraf etmesidir. Duâ, kulun yüce yaratıcıdan lütuf ve yardım dilemesidir. Duâ, kulun bütün varlığı ile Allâh’a yönelerek O’ndan istek ve dilekte bulunmasıdır. Kulun bu şekildeki yönelişini Cenâb-ı Hak karşılıksız bırakmamaktadır. Yüce Rabbimiz bu konuda Mü’min Sûresi’nin 60. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurmaktadır:

“Bana duâ edin duânıza icâbet edeyim.”
Yine Bakara Sûresi’nin 152. âyet-i kerîmesinde:

“Öyleyse yalnız Ben’i anın ki, Ben de sizi anayım.”

Böylece yüce Rabbimiz; kulun kendisine sığınmasından, yalvarıp yakarmasından ve yardım istemesinden hoşnut olmaktadır. Zaten kulun hayatındaki en değerli an, yüce Allâh’a yöneldiği ve O’nunla baş başa kaldığı zaman dilimidir. Allah ile baş başa kalmanın en güzel vasıtası ise duâdır. Allah ile inanan kişi arasında vasıtasız bir iletişim aracı olan duânın temelinde, O’na îman ve güven vardır. Duâ; âciz olan insan ile, Azîm ve Kadîr olan Allah arasında âdeta bir köprü vazifesi görür. Bu mânâda duâ, kulun Rabbine en kısa yoldan ulaşmasıdır.

Güzel dînimizde duâ, sadece Allâh’a yakarış değildir. Duâ, aynı zamanda yaratıcıya olan îman ve teslîmiyetin bir ifadesidir. Kulluğun özüdür. Duâ, insanın Allah yanındaki değerini de ortaya koyar. Nitekim yüce Rabbimiz Furkān Sûresi’nin 77. âyetinde şöyle buyurmaktadır:

“De ki, duânız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?”

Duâ ile alâkalı Peygamber Efendimiz de hadislerinde duânın önemine işaret buyurmuşlar ve kendisi de günlük hayatında her vesileyle duâ etmişler ve şöyle buyurmuşlardır:

Duâ ibâdetin özüdür. (Tirmizî, Deavât, 1) Bunun için beş vakit namazın her rekâtında okuduğumuz ve Allâh’a lâyık en güzel duâ cümlesi ile başladığımız Fâtiha Sûresi bize nasıl duâ etmemiz gerektiğini de öğretiyor.

Sevgili Peygamberimiz samimiyetle yapılan bir duânın kabul edileceğini şöyle belirtmektedir:

“Şüphesiz ki Allah, çok hayâlı ve çok cömerttir. Bir kimse ellerini açıp duâ ettiğinde onu boş çevirmekten hayâ eder.” (İbn-i Mâce, Duâ, 13)

Bu hadis, lütuf ve keremi sonsuz olan Rabbimiz’in kendisine el açıp yalvaran kullarının isteklerine karşılık vereceğini ve onları rahmetinden mahrum bırakmayacağını göstermektedir.

Diğer bir hadiste ise şu açıklama yer almaktadır:

“–Herhangi bir müslüman; bir duâ ile Allâh’a yalvarırsa bu duâ -günah işlemek ve akraba ile ilgiyi kesmek için olmadıkça- yüce Allah, ona şu üç şeyden birini verir:

Ya duâsını kabul edip istediğini dünyada verir.

Yahut ona vereceğini âhireti için saklar.

Veya duâsına karşılık ondan dengi bir kötülüğü uzaklaştırır.

Bunun üzerine ashâb-ı kiramdan bazıları;

“–Öyle ise biz çok duâ ederiz.” dediler.

Peygamberimiz de;

“–Allâh’ın lutfu, ihsânı istediğinizden daha çoktur.” (Ahmed, III, 18) buyurdu.

«Duâ»nın kelime mânâsı çağırmak demektir. Rabbimiz’i zikretmek ve imdâda çağırmaktır. Hak dostları daima duâ ile dillerini ve gönüllerini nurlandırırlar. Yûnus’un şu mısraları ne güzeldir:

Derdi aşkın Eyyûb ile,
Gözü yaşlı Yakub ile,
Ol Muhammed Mahbûb ile,
Çağırayım Mevlâ’m Sen’i…

Yûnus okur diller ile,
Ol kumru bülbüller ile,
Hakk’ı seven kullar ile,
Çağırayım Mevlâ’m Sen’i…

Sevgili Peygamberimiz duânın Allah katında çok fazîletli bir ibâdet olduğunu, kendisine duâ edip yalvaran kullarını çok sevdiğini bildirmiş ve;

Kabul edileceğine inanarak Allâh’a duâ ediniz. Biliniz ki; yüce Allah şuursuz ve gaflet içinde bulunan bir kalpten çıkan bir duâyı kabul etmez. (Tirmizî, Deavât, 65) buyurarak duânın kabul edileceği hususunda tam bir kanaate sahip olmamızı istemiş, şüphe ve tereddüde düşülmemesini bildirmiştir.

Peygamberimiz; sadece sıkıntıya düştüğümüz ve darda kaldığımız zamanlarda değil, sıkıntısız ve sevinçli zamanlarda da duâ etmemizi bildirmektedir. O, bu konuda şöyle buyurur:

Sizin herhangi birinizin duâsı acele etmediği ve; «Duâ ettim de duâm kabul edilmedi.» demediği sürece kabul edilir. (Ebû Dâvûd, Vitr, 23)

Sıkıntılı ve zor durumda kaldığı zamanlarda duâsının Allah tarafından kabul edilmesi kimi sevindirirse; o, bolluk ve rahatlıkta da çok duâ etsin. (Tirmizî, Deavât, 9)

Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberimiz’in hadîs-i şeriflerinde duâ üzerinde böyle ağırlıklı olarak durulması, duâya dînimizin verdiği ehemmiyeti ve mü’minlerin mânevî dünyasındaki yerini göstermek içindir.

Peygamberimiz, duânın rahmet hazinelerinin kapısını açan bir anahtar olduğunu şöyle belirtmektedir:

Kimin için bir duâ kapısı açılırsa, onun için rahmet kapıları açılmıştır.
(Tirmizî, Deavât, 101)

Bu hadîs-i şerifte duâ ile ilâhî rahmet kapısını çalan kimseler için bu kapının açılacağı ve dileklerinin yerine getirileceği müjdelenmektedir.

Hayatta arzu ettiğimiz bir işi başarabilmek için, maddî imkânları kullanarak elden gelen gayreti göstermek dînimizin emri olduğu gibi, karşımıza çıkan tehlikelerden korunmak maksadıyla her türlü tedbiri almak da dînî bir vazifemizdir. Bunların gerçekleşmesi için her an Allâh’ın yardımına muhtaç olduğumuz bir gerçektir.

Yüce Allah; meydana gelecek hâdiseleri takdir ettiği gibi, bunların sebeplerini de takdir etmiştir. Duâ da mânevî sebeplerden biridir. Karşımıza çıkan herhangi bir tehlikenin, duâ ederek Allâh’ın yardımı ile önlenmesi de kaderin bir parçasıdır. Cenâb-ı Hak, her şeyi bir sebebe bağlamıştır. Duâ da belâ ve musîbetlerin önlenmesinin sebeplerinden biridir. Bizim vazifemiz sebeplere sarılmak ve neticesini Allah’tan beklemektir.

Hulâsa duâ, bir müslümanın, Cenâb-ı Hakk’ın bütün müşkülleri çözmeye kādir olduğuna dair inancının göstergesidir. Bu inanç; insanı iç huzura kavuşturur, ona güven duygusu verir. Hayatın zevkini tattırır. Acı ve üzüntüleri giderir.

Yüce Rabbimiz, yaptığımız ve yapacağımız bütün duâlarımızı ahsen-i kabul ile makbul eylesin.

Âmîn…