TAKDİR, TEDBİRE GÜLER!..

Halil KAŞIKÇI

İnsan hayatında önemli hâdiseler ve nirengi noktaları vardır. Meselâ; tahsil, askerlik, evlilik, çoluk çocuğa kavuşma ve bunlar gibi hususî zamanlar. Bu gibi hâdiseler; tecrübenin, olgunluğun, hayatı daha iyi yaşamanın, içtimâî ilişkilerin, sabrın anahtarıdır. Hayat mektebinin dersleridir ve alacağımız notların esasıdır.

Bir kul olarak bizim yaptığımız programlar ve plânlar var. Bir de Allah Teâlâ’nın bizim için yaptığı plân ve kader var.

Allah Teâlâ’nın bizim için takdir ettiği Küllî kader değişmez bir şekilde sabit. Fakat bizim tarafımızdan meçhul. Zaten bilmemiz bizim için hayır da olmazdı.

Meselâ; Allah Teâlâ -celle celâlühû-, insan için biçtiği ömrü ancak kendisi bilir. Bu gizlilik, kul için bir mükâfat ve iyiliktir. Aksi takdirde bir kimsenin öleceği zamanı veya tarihi bilerek yaşaması; bunun getireceği handikaplar ve psikolojik bozukluklar bir yıkım ve fâcia olurdu.

Küllî iradenin altında, bir de bizim cüz’î irademiz var. Onunla kaderimiz içinde birtakım tercihlerde bulunuyoruz. Eğer Rabbimiz onaylarsa gerçekleşiyor. Yani onlar da Allah Teâlâ’nın izni ve ilmi dâhilindedir. Biz ne kadar tedbirler alsak, plânlar yapsak da, eğer takdir onu onaylamamışsa boş… O sebeple, takdir, tedbire güler demişlerdir.

Âyet-i kerîmede de buyurulur:

“Onlar bir tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların hayırlısıdır.” (Âl-i İmrân, 54)

Hayatımın bir parçası olan askerlikte insanın hesap ve plânlarının, zan ve beklentilerinin, ilâhî takdir karşısında ne kadar boş ve mânâsız olduğunun misallerini Allah Teâlâ bana defalarca gösterdi.

Ders ve ibret için anlatayım:

Nüfus kütükleri yenilenirken; benim nüfusumun bulunduğu sayfa düşmüş, yok olmuş. Onun için; müracaat edene kadar, askere çağırmadılar. Ben bu durumu bilemediğim için, «her an çağrılabilirim» endişesi ve heyecanını yaşadım. Sebebi şöyle;

1971’de benim için gurbet olan Edirne’de eczanemi açtım. Tabiî ki borcum da var. Onun için askere gitmeye acele etmiyorum. Bu arada evlendim iki de çocuğum oldu. Yaşım da 33-34’e geldi. Eczaneyi satmaya karar verdim ve sattım. Askere gitmek için de müracaat ettim.

Büyük söylememem gerektiğini bana öğretecek hâdiseler zinciri başladı.

“Ben eczacıyım; kesin, «Samsun Sıhhiye Okulu»na gideceğim. Üç ay okul eğitiminden sonra da subay olarak bir hastahânede askerliğimi bitireceğim!”

Benden evvel askere giden arkadaşlarım da askerliklerini bu şekilde yapmışlardı. Benim plânım, böyleydi. Genelde eczacıların askerliği de hep böyle olmuştur.

Fakat bende bu tahmin tutmadı.

Askerlik şubesine gittim; benim dönemimde eczacı, dişçi ve veterinerlerin bir kısmını karışık sınıf olarak aldılar. Ben de topçu oldum ve Ankara Polatlı’da altı ay talebe olarak kaldıktan sonra kur’a çektim. Osmaniye çıktı. Tabiî bu da bana çizilen Allah Teâlâ’nın takdiri ve kaderiydi. Evli olduğum için, ben diğer arkadaşlardan birkaç gün evvel ev tutmak için Osmaniye’ye gittim. Birliğim, İbrahim Karaoğlanoğlu Alayı Topçu Taburu. Oradaki kıdemli eski arkadaşlar;

“–Dördüncü bataryaya düşmez isen, askerliğin çok rahat geçer.” dediler. Ben hemen yorumumu yaptım:

“Polatlı’dan derece ile gelmiş idim. Evliyim, eczacıyım, yaşım 34 olmuş. O hâlde; «Ben karargâhta kalırım.»”

İçtimâ yapıldı, biz dört yeni asteğmen yan yana dizildik. Kumandan geldi; üç arkadaşı karargâha 1. ve 2. bataryalara, beni de 4. bataryaya gönderdi. Benim hesap yine tutmamıştı.

Vazifeye başladık, aradan 15 gün geçti. Duyduk ki:

3’üncü batarya, Kahramanmaraş Nurhak nâhiyesine top atışlarına gidecek. Fakat takviye olarak bir de asteğmen istiyorlar. Biz taburda 12-13 asteğmeniz. Ben yine hemen yorumu yaptım:

“Biz yeniyiz, daha topu-obüsü tanımıyoruz. Üstelik taburda tek evli benim. Evimize yeni taşınmışız. Herhâlde ben gitmem.” dedim.

Öğle içtimâsında batarya komutanı, benim gideceğimi söyledi. Şaştım kaldım. Bir gün izin alarak, ailemi ve çocukları Kayseri’ye götürdüm. 16 gün Nurhak’ta atışlara katıldım. Benim hesabım yine tutmamıştı.

Dört senede bir, kara kuvvetleri denetlemesi olurmuş. Denetleme heyeti hep general. Denetlemeye geldiler. Bizim bataryaya bir tümgeneral geldi. Benden kıdemli olan asteğmene bir soru sordu. Komutanın yüzünden, verilen cevabın yanlış olduğunu hissettim. Aynı soruyu bana sordu. Ben de arkadaşın verdiği cevabın tersini söyledim. Doğru bilince kumandan;

“–Bundan sonra sen kıdemlisin, bütün eğitimi sen yaptıracaksın!” dedi. Bir hafta müddetle, bütün eğitim ve denetlemeyi ben geçirdim. “Doğru cevabı veremeyen” kıdemli arkadaş denetleme boyunca istirahat etti.

Sıkıyönetim olduğu için, hazır kıta tesis edilecek ve bir komutanı olacaktı. Yine bana göre geçerli sebeplerim varken, komutan olarak ben seçilmiş idim. Benim hesabım; yine Allâh’ın takdiri yanında sıfırlanmış ve geçerli olan tabiî ki Allâh’ın takdiri olmuştu.

Benim gündüzleri kontrole gidip bastığım kulüp ve derneklerin militanları gece benim bulunduğum lojmanı tararlardı. O yüzden evde hanımda da silâh vardı. Ben yokken, kim gelirse gelsin kapı açılmayacak gerekirse silâh kullanılacaktı. Tâlimatım böyleydi.

On sekiz aylık normal askerlik müddetinden, iki ay erken terhis beklerken, (bizden evvelki dönemlerin bazılarında olmuştu) bizim askerliğimiz uzamış. Yıldız takıp teğmen olduk. Dört ay daha devam ettik bu peygamber ocağında.

Burada maksadım, askerlik hâtıralarımı anlatmak değil. Şikâyet veya vazifeden kaçmak da değil. Benim aldığım ders, büyük konuşmak ve sonunda; «İnşâallah!» diyerek Allâh’ın takdirine sığınmamak.

Anladım ki;

Bir plân yaparken, müsbet ve menfî taraflarını düşünüp, Allah’tan hayırlısını dilemek ve; «İnşâallah!» diye temennîde bulunmak lâzımmış.

Bizim yaptığımız plânın yanında bir de Allâh’ın yapmış olduğu bir plân ve takdîrin olduğunu unutmamak ve rızâ göstermek lâzımmış.

Biz kulların yapması gereken budur. Çünkü;

“…Olur ki, bir şey hoşunuza gitmezken, sizin için o hayırlı olur ve bir şeyi de sevdiğiniz halde o, hakkınızda şer olur. Allah bilir, siz bilemezsiniz.” (el-Bakara, 216)

Ben burada hayatın bir parçası olan askerlikteki yaşadıklarımın bir kısmını anlatmaya çalıştım. Esas olan; hayat boyunca karşılaşacağımız her türlü hâdiselerde; «Sen’den yâ Rabbî!» diyebilmek. Tam teslîmiyetle rızâ göstermektir.

Allah Teâlâ bizlere; rızâsına uygun olarak yaşamayı, îman zâfiyeti göstermeden teslîmiyet içinde bir hayat sürdürmeyi nasip buyursun. Kibirden, büyüklükten ve büyük konuşmaktan muhafaza eylesin.

Âmîn…