YARDIM EDENE, YARDIM EDER…

Halil KAŞIKÇI

İslâm dîninin üzerinde durduğu, en mühim özelliklerden birisi de, diğergâmlık ve cömertliktir. Bu özellikler fıtrattan geldiği gibi, sonradan da kazanılabilir. Mesele «Mâlikü’l-mülk: Mülkün sahibi» olanın Rabbimiz olduğunun, biz kulların ise ancak bir kasiyer mesâbesinde olduğumuzun farkına ve şuuruna varmamızdır.

Globalleşen dünyamızda komşuluk mes’ûliyetlerimiz artmış; Filistin, Yemen, Arakan, Suriye ve hattâ Türkî cumhuriyetlerdeki müslüman kardeşlerimizin yardımına koşmak vazifeden de ileri, farz olmuştur.

«Bizde olan onlarda yoksa», «Zâlimin zulmü sebebiyle inim inim inliyorlarsa» ve bizim imkânlarımız olduğu hâlde imdatlarına koşmuyorsak, bunun hesabını âhirette vermek çok zordur. Açlıktan ölenlerin, salgınlardan veya ilâçsızlıktan ölenlerin, bir elif cüzü bulamadıkları için eğitim göremeyenlerin hesabını; onları da bizleri de yaratan sormaz mı? Elbette sorar, soracaktır da…

Cenâb-ı Hak sadece vazife verip hesap sormaz, vazifesini bilip çalışana yardım da eder. Biz adım atarsak, o gerisini getiriverir. İmkânsız gibi görünen işleri kolaylaştırıverir. Yeter ki biz, besmeleyi çekelim!..

Bu hakikate iki güzel misal olarak;

Yurtdışında yaşayan, ümmetin mes’ûliyetini kalbinde duyan ve niyetinde samimî olan bir dostumuzun gayretine; Allah Teâlâ’nın nasıl yardım ettiğini anlatmak isterim:

Kardeşimiz Tataristan’da inşaat makinelerinde operatör olarak çalışıyor. Bulunduğu şehirde de Türkiye’den giden epeyce vatandaşımız var. Cuma günlerinde, cuma namazı için toplandıklarında 500-600 kişi oluyorlar ve şantiyede bulunan ufak bir mescidde de namazlarını kılıyorlar. Mescid küçük olduğu için, dışarıda hasır sererek namazlarını edâ ediyorlar.

Kendisi anlatıyor:

Ofiste çalışan Tatar çizim mühendisi bir arkadaşımız;

“Ağabey bizim köy 24-25 hâne, yarım kalmış bir camisi var. Halk fakir, cami 7-8 seneden beri öyle yarım duruyor. Bu camiyi yapabilir miyiz?” dedi. Dört kişilik bir heyetle gidip baktık. Karkası bitmiş, ahşap bir cami. İçeri girince çam kokuları karşılıyor. Yalnız pencereleri takılmış o kadar…

Mühendis arkadaşın babası da elektrik mühendisi imiş. Bizleri çok güzel karşıladı, ağırladı, izzet-ikramda bulundu; kendisinden de inşaat için çok faydalandık.

Tataristan’a ilk gelenlerden olduğum için beni seviyor ve îtimat ediyorlar. Cuma namazından sonra toplantı yaparak;

“–Yarım kalan bu camiyi ne yapalım?” diye istişâre ettik. Orada bulunan arkadaşların hepsinin;

“–Yapalım!” diye el kaldırmaları, heyecanları ve tatlı telâşları beni fazlasıyla duygulandırdı:

“–O hâlde ilk hamleyi yapalım!” teklifi ile, bir anda 50 bin ruble toplandı. Birçok da vaat almış idik. O anda parası olmayanlar; yüzüklerini, telefon kartlarını, telefonlarını verenler; tatil zamanı gelip bedenen çalışanlar, gurbette farklı bir heyecan ve şevk veriyordu. Tam bir Allah için ibâdet aşkı ve Allah muhabbeti sergileniyordu. Camiyi bitirdik, avizelerini de yapmak bana nasip oldu elhamdülillâh. 23 bin dolar civarında bir para ile camiyi tamamladık.

“Ayrıca beni etkileyen diğer bir hâtıram da şöyle!” dedi ve anlatmaya başladı:

Bizler evlerimizden, vatanımızdan, binlerce kilometre uzaklıktan sırf geçimimizi sağlamak için gelen işçileriz. Zaman zaman bizlere moral olsun diye, birkaç arkadaş bir araya gelir sohbet eder, yemek yeriz.

Yine böyle toplandığımız bir günde, bir kuzu keserek arkadaşlara ziyafet vereceğim. Kuzudan bir parçayı da; ofiste bize hizmet için çalışan müslüman Tatar bir hanım var, fakir birisi, geçimini buradan sağlıyor, şoförle ona gönderdim.

Ertesi gün o hanımın anlattıkları sanki sahâbe zamanında yaşanan bir îsâr hâdisesi idi:

“–Ağabey biliyorsunuz burada çalışıp geçiniyoruz, başka gelirimiz yok. Çocuklar epeyden beri et istiyorlar. Fakat imkânım olmadığı için alamıyorum. Dün yine çocuklar ısrar edince; biriktirdiğim biraz param vardı, onunla et almaya kasaba gittim. Eti alırken telefonum çaldı, akrabalarımdan bir hanım;

«–Yarın okullar açılıyor, çocuklar okula gidecek, giyecekleri bir şey yok. Şimdiye kadar bekledim fakat bir yardım ve bir imkân olmadı. Acaba bana yardım edebilir misiniz?» dedi. Hanımı tanıyorum, imkânlarının darlığını da biliyordum.

Çocuklarımın epeyden beridir istedikleri eti almaktan vazgeçtim, kasaptan özür dileyerek çıktım ve etin parasını ona gönderdim.

Eve geldim, daha kapıdan içeri girmeden, gönderdiğiniz şoför geldi. Elindeki paketi uzattı, sizin selâmlarınız ile gönderdiğinizi söyledi. Açtım baktım ki; biraz evvel almak için kasaba gittiğim, fakat alamadığım et paketi ayağıma gelmiş idi. Dondum kaldım. Gözlerimden yaş geldi. Allâh’a şükrettim. Ağabey Allah -celle celâlühû- sizden râzı olsun. Çocuklarımı sevindirdiniz.”

Ben de Allah Teâlâ’ya beni böyle bir ecre vesile kıldığı için hamdettim, şükrettim.

Şu gerçek bir daha tekerrür etmiş idi. Sen darda olana, muhtaca yetişir isen, seni yaratan Allah Teâlâ da sana yetişir ve ulaşır.

Ey mülkün sahibi olan Allâh’ım!.. Bizlere verdiğin nimetleri, en hayırlı şekilde sarf edebilmemizi nasîb eyle!.. Dünyada hizmetlerimizi ve gayretlerimizi, âhirette de hesabımızı kolay eyle!.. Âmîn…