NEFİS NEDİR?

Ahmet ZİYLAN

Nefis; her insanda olan candır, kandır, sonsuz istek, doymayan arzu, şehvet ve bunları hareketlendiren bir enerjidir. Bu enerji olmazsa, dünyada hayat olmaz; âhiret kazancı da dünyada kazanılır. Bu enerjiyi ıslah edersen faydalı olur, kendi hâline bırakırsan hırçındır ve her kötülüğü yaptırmak için uğraşır; buna da nefis denir. Mevlâ’m insanlara bu nefsi vermiş ve bununla bütün yaratıklara üstün kılmıştır. Hep dillerde söylenir:

“Nefsine uymuş, şu kötü fiili işlemiş…”

Duâlarımızda;

“Mevlâ’m beni nefsimin şerrinden muhafaza eylesin!” deriz.

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de;

“Mevlâ’m beni bir an bile nefsimle baş başa bırakma!” (Ahmed, V, 42) diye duâ edermiş.

Nefis insanları zarara sokacak şeyleri ister, ister de ister…

Ama Mevlâ’m insanlara bir de akıl vermiş. İnsan; her canının istediği şey Allâh’ın emrine uygun mu yoksa değil mi ona göre hareket edecek. Akıl; daima nefsin arzularına uymayıp kendi istediğini dinletecek, bu da kolay bir şey değildir.

Rahmetli Âdil ÖZBERK Hocaefendi anlatmıştı. Onun diliyle paylaşalım:

Üç genç yanıma geldiler; ­

“–Hocam biz bu zâlim nefsimizle başa çıkamıyoruz, ne yapalım çaresi yok mu?” diye sordular.

–Gençler! Yalnız siz mi; hacılar da hocalar da kocalar da bu nefisle başa çıkamaz. Ama çaresi de yok değil.

–Nedir çaresi Hocam?

–Çaresi;

•Allâh’ın zikrini dilinizden düşürmeyeceksiniz.

•Namazlarınızı huşû ile cemaatle kılmaya gayret edeceksiniz.

•Pazartesi ve perşembe günü oruçlarınızı ihmal etmeyeceksiniz.

•Diğer günlerde de az yiyecek, az uyuyup, az konuşacaksınız.

•Allah -celle celâlühû-’nun huzûrunda olduğunuzu bileceksiniz.

•Kıyâmet günü; «Oku kitâbını, bugün nefsin sana yeter!» (el-İsrâ, 14) denileceği günü unutmayacaksınız.

İşte o zaman nefis size hükmedemeyecek, sizin emrinize girecektir. Buna nefis terbiyesi (tezkiyesi) denir.

Hazret-i Ebûbekir Sıddîk -radıyallâhu anh-; bir gün, bir ay, bir yıl değil, ömür boyu ancak ayakta durup, yaşayacak kadar az yemiştir. Varlıklı olduğu hâlde; her istediğini yememiş, nefsinin peşine düşmemiştir.

Helâl gıdâ almak ve az yemek mevzuunu muhterem üstad Ömer KİRAZLI’nın «Mükerrem İnsan» kitapçığından paylaşalım:

Mideyi tıka basa doldurmamak, biraz boş bulundurmak, maddî bünyede uzuvların yorulmaması, mânevî melekelerin gelişmesi için zarûrîdir.

Seyr u sülûk ve kelâm-ı kibarda;

•Az yemek,

•Az konuşmak,

•Az uyumak,

•Uzlet etmek…

Rahat ve huzur için şarttır.

“Devâların başı az yemektir.” buyurulmuştur.

Orucun (açlığın) veya az yemenin on güzel hâssası:

1. Açlıkta kalp safâsı, hâfıza kuvveti bulunur.

Toklukta ahmaklık, unutkanlık olur.

2. Açlıkta kalp rikkati olur. Duâ ve ibâdetle feyz bulunur.

Toklukta kalp katı olur, ibâdetten zevk alınamaz.

3. Açlıkta kalpte züll ü inkisâr ve tevâzu olur.

Toklukta tuğyan, tefâhur ve kibr olur.

4. Açlıkta fakir ve açlar düşünülür.

Toklukta unutulur, düşünülmez olur.

5. Açlıkta şehvânî, nefsânî istekler kırılır.

Toklukta, nefs-i emmâre kuvvet bulur.

6. Açlıkta vücutta uyanıklık ve zindelik olur.

Toklukta uyku ve gaflet olur.

7. Açlıkta ibâdet ve tâata devam kolay olur.

Toklukta tembellik ve gevşeklik olur.

8. Açlıkta beden sıhhatli olur. Maraz def olur.

Toklukta vücut yıpranır, hasta olur.

9. Açlıkta bedende; hafiflik, ferahlık olur.

Toklukta ağırlık ve atâlet olur.

10. Açlıkta sadaka vermeye, îsar ve infâka şevk gelir. Kıyâmet günü sadakanın gölgesinde oturur.

Oruç tutmak tertibini ehlullah şöyle yaparlardı:

•Kamerî aylarda evvelâ her on günde bir oruç tutarlar. Bir ayda üç oruç olur. Bu birkaç ay devam ettikten sonra vücut; bunun feyzine, rahatına alışır. Sonra;

•Eyyâm-ı bîyz (kamerî ayların 13, 14 ve 15’inci günlerinde) mütevâliyen (arka arkasına) 3 gün oruç tutulur. Ve birkaç ay sonra da bu hâlleri tekâmül ettikte;

• Haftada iki gün (pazartesi, perşembe günleri) ihtiyârî olarak tutulur.

Bu oruçlarda maddeten ve mânen istifade ve istifâza edilmesi için evvelâ Allâh’ın rızâsını gözetmek lâzımdır.

Bütün mesele; ihlâsla, Hak rızâsı için vücudu yıpratmadan oruçla (az yemekle) vücuttaki letâifi, melekeleri çalıştırmak; böylece nefis tezkiyesine muvaffak olmaktır.

İzinsiz olarak kendi kendine riyâzat yaparak vücudu büsbütün takatten düşürmek, acayip hayâlâta maruz kalmak da doğru değildir. Her hâl ü kârda îtidal üzere bulunmak tekâmül için lâzımdır.

Haddinden fazla gıdâ, vücuda yüktür. Maddî ve mânevî mahzuru büyüktür. Haddinden noksan gıdâ da zayıflık ve hastalık îrâs eder. Bu işe dikkat gerekir.

Meşhurdur:

Tabiplere;

“–Devânın en şifâlısı nedir?” diye sormuşlar;

“–Az yemektir…” diye cevap verilmiş.

Hikmet ehli zâtlara;

“–İbâdete en ziyade şevk veren nedir?” diye sormuşlar;

“–Az yemektir…” diye cevap verilmiş.

Zâhidlere;

“–Hakk’a bağlılığı en ziyade takviye eden nedir?” diye sormuşlar;

“–Az yemektir…” diye cevap verilmiş.

Âlimlere;

“–İlim hıfzında efdal olan şey nedir?” diye sormuşlar;

“–Az yemektir…” diye cevap verilmiş.

Âmirlere;

“–En lezzetli ve gıdâlı taam nedir?” diye sormuşlar;

“–Az yemektir…” diye cevap verilmiş…

Mevlâ’mın bizden yapmamızı istediği her şey; Kur’ân-ı Kerîm’in emirlerini, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sünnetlerini tatbik etmek; bizim iyiliğimiz ve menfaatimiz içindir. Ayrıca bunları tatbik edenler âhirette de cennetle mükâfatlandırılacaklardır.

İslâm’ın emrettiğini yaparsak, vücudumuz sıhhatli olur, stres olmaz. Stres hastalıkların başıdır. Evimiz huzurlu olur; birlik, beraberlik ve dürüst çalışma olur. Birlik olan yerde; emniyet, tevâzu, güzel ahlâk, tasarruf, hürmet, küçüklere sevgi ve merhamet, büyüklere saygı, başkalarını kendinden daha fazla düşünme, onları koruma ve kollama olur. Toplum böyle olunca, devlet güçlü olur, huzur ve başarı olur. Paylaşma, muhabbet olur. Böyle olunca herkes zekât verecek hâle gelir, ancak zekât verecek kişi bulunmaz olur.

Mevlâ’m;

“İnsanları ve cinleri Bana kulluk (duâ, tövbe, ibâdet) etsinler diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 56)

“…Duânız yoksa siz neye yararsınız?…” (el-Furkān, 77) buyuruyor. Kulluğu hakkıyla edâ edebilmemiz için, nefsimizi terbiye etmemiz, onu dizginlememiz şarttır.

Ecdâdımız ve sûfî zâtlar, nefsi ata benzetmiş.

At ehil ise terbiye olmuşsa; «Dur!» dediğin yerde duruyor; «Yürü!» dersen yürüyor; «Koş!» dersen koşuyor, sağa-sola dönüyor sahibinin emrinde, sahibi ne isterse yapıyorsa faydalı bir hayvandır. Yükünü taşır, binek olarak kullanırsın, daha birçok yerde istifade edersin. Yok terbiye olmamış yabânî ise; ehlîleştirilmemiş, terbiye edilmemiş bir at ise, yanına yaklaşamazsın, binmek istesen seni yere vurur. Fakat ehil insanlar tarafından terbiye edilirse faydalı hâle gelir…

Bir de ahırda yiyip içip yatan atlar; hırçınlaşır, emre itaat etmez. Kendi istediği gibi sıçramak, koşmak ister. Ondan da istifade edemezsin, böyle olan atlara «ahırsamış» derler.

Bir hâtıra ile devam edelim:

1956 senesinde Ankara Bahçelievler süvari alayında askeriz, emir geldi:

“–Hindistan Başkanı Nehru Türkiye’ye gelecek, karşılama töreni yapılacak. Tören kıt‘ası oluşturun ve hazırlanın!”

Biz de o tören kıt‘asına seçildik. Tâlim bırakıldı, tören hazırlığına başladık. Törende 20 at yan yana bir hizada gidecek; ikinci sıra aynı, üçüncü sıra aynı… Diğer bölükler de aynı, üç bölük iştirak ediyor. Aynı sırada 20 at, ne biraz önde ne arkada, ip çekilmiş gibi tam hizada olacak. Merasime başlarken komut:

“–Merasime hazır ol!”

Atların üzerinde hazırız;

“–Kılıç çek!” denince, atların eyerine bağlı olan kından kılıçlar çekilir;

“–Merasim geçidi!” komutu verilince; kılıç sağ elde, dirsek bükülmeden ön yukarı doğru kaldırılır. Dizginler sol elde. Son komut;

“–Merasim geçidi, dörtnala marş!”

Sanki yer yerinden oynar, ayaklardaki mahmuzlarla atlara hareket verilir, hizayı bozmadan merasimi tamamlamak başarıdır. Atın üstündeki süvari, atın geri kalacağını hissederse mahmuzlayarak hızlandırır. İleri giderse hafifçe dizginleri çekerek hizayı ve nizamı sağlar. Bunu hatasız yapmak için bir ay prova tâlimi yaptık. Ancak her sabah tâlime başlamadan, bizleri atlara bindirir ve şöyle derlerdi:

“–Serbest koşturun, atın enerjisi azalsın, hırçınlığı gitsin. İşte o zaman senin emrine girer, istediğini yaptırırsın. Öyle olmazsa sen istediğin kadar dizginleri çek, mahmuzla, kendi hırsına göre hareket eder.”

İş hayatında çocuklarıma;

“–Siz tam çalışmıyor, tembellik ediyorsunuz…” der, başkalarını örnek göstererek tahrik ederim.

Bazen de;

“–Çok hızlı hareket ediyorsunuz, sürat felâkettir!” diye örnekler anlatıp yavaşlamalarını söylerim.

Onlar da;

“–Baba bazen ağır olduğumuzu, bazen de hızlı olduğumuzu söyleyerek tenkit ediyorsun!” dediklerinde, onlara derim ki:

“–Ben süvari askeriyim. Vazifem yavaş gideni mahmuzlamak, hızlı gideni de dizginlemek. Ortayı bulmak için söylüyorum, dinlerseniz faydanıza olur!”

Bu durum, okullar ve Kur’ân kursları için de geçerli. İstanbul Gürpınar Kız Kur’ân Kursu’nu yaptırmaya teşebbüs ettiğimde;

“–Neler olmalı, neler olmamalı, nelere dikkat etmeliyiz?” diye İstanbul müftülüğünde Kur’ân kursları ile ilgilenen bir hocaefendiye sormuştum.

O da demişti ki:

“–Cami yanında, gecekondu gibi bir kız Kur’ân kursu yaptırmayın. Her şey plânlı, programlı olmalı.

Sınıflar, yemekhâneler olur. Bunların yanında, mutlaka çocukların enerjilerini sarf edecekleri oyun alanı olmalıdır. Çocuklar; belli zamanlarda koşmalı, oynamalı, fazla enerjilerini dışarı atmalı. Böyle çocuklar daha başarılı oluyor. Sadece gece-gündüz ders yapıp, hareket etmeyen çocukların bazıları kafayı bozuyorlar, buna dikkat edin!”

Ben de kendisini haklı buluyorum.

Okullar da ve kurslarda talebelerin spor, hareket yapacak alanları olmalı. Boş zamanlarında hareketli sporlar yapmaları teşvik edilmelidir. Böylece vücutlarının daha sıhhatli olması yanında, strese sebep olan fazla enerjinin atılması sağlanmış olur.

Biz insanlar da nefsimize sözümüzü geçirip onu ıslah edebilmek için;

“Az yiyeceğiz oruç tutacağız. İbâdetlerimizi zamanında yapıp; ölümü, o hesap gününü ve Allah -celle celâlühû-’yu unutmayacak, Allâh’ın zikrini dilimizden düşürmeyeceğiz.”

Halk arasında söylenir:

“Erbâbına danış, akıl dinlemek fırsattır,

Zaman âhirzaman oldu, zuhur eden alâmettir,

Hevâ-i nefsine uyma sakın, sabrın sonu selâmettir!

Aldanma! Unutma! Taşıdığın can sana emânettir…”

Mevlâ’m hayatı böyle olanlardan eylesin. Âmîn…