HOŞ AYASOFYA’SIN VESSELÂM

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

İlk insan Hazret-i Âdem’den başlayarak günümüze gelinceye kadar her dönemde hayır ve hayrat yapan, vakıf kuran hayırlı insanlar olmuştur.

İslâm dîni, mü’minleri hayra ve hasenâta, vakıf kurmaya teşvik ettiğinden bütün müslümanlar kendi kültür ve imkânlarına göre hayrat yapmışlar ve vakıflar kurmuşlardır.

Bunlardan eğitim, öğrenim, araştırma, ilim, sanat, kültür ve sağlıkla ilgili olanlar son derece önemli ve değerlidir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“Vefat eden bir kişinin amel defteri kapanır, ancak;

•Sadaka-i câriye denilen hayrat yapanlar,

•Arkalarında faydalı ilim ve

•Hayırlı bir evlât bırakanlar, müstesnâdır.” (Müslim, Vasiyyet, 14)

Dolayısıyla hayrat, hayır ehline sürekli ve kesintisiz bir sevap akışı sağlar.

Belirlenen vakıf arazileri veyahut herhangi bir diğer mal, mülk, para vs. her ne ise hedeflenen yere göre kullanılmadığı takdirde onu değiştirene ağır günah vardır.

Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim yerinde kullanılmayan vakıfların vebâlinin ne kadar ağır olduğunu bize şöyle bildirmektedir.

“Birinize ölüm geldiği zaman; eğer bir mal bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah’tan korkanlar üzerine bir borçtur.” (el-Bakara, 180)

“Her kim bunu işittikten ve kabullendikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı onu değiştirenleredir. Şüphesiz Allah (her şeyi) işitir ve (her şeyi) bilir.” (el-Bakara, 181)

Şu kıssa bu durumu ne güzel anlatıyor;

Revânî Çelebi, II. Bâyezid ve Yavuz Sultan Selim Han devirlerinde yaşamış zeki, nüktedan ve hazırcevap bir şairdir. Fakat bir kusuru vardır; paraya-pula, mala-mülke düşkünlüğü…

Revânî Çelebi; Surre Emîni olarak vazife yaptığı sıralar, Mekke’ye götürmesi için kendisine emânet edilen paraların mikdâr-ı münâsibini de kendisine ayırır. Sû-i istîmâli fark edilince, devrin şairlerinden biri;

Müslümanlık bu mudur ki Revânî!
Unuttun Kâbe’ye varalı Hakk’ı…

mısralarıyla başlayan bir hicviye yazar. Pişkin şair, altta kalmaz ve şu cevabı verir:

Be Revânî, göre neler dediler,
«Bal tutan parmağın yalar!» dediler,
«Kâbe’yi böylece ziyaret eden;
Dîn ü dünyâsını yapar.» dediler.

Ancak hâdise Sultan Bâyezid Han’ın kulağına da gider. Padişah’ın hışmına uğramamak için kaçıp Trabzon’a giderek Şehzâde Selim’e sığınan Revânî, yeni hâmîsi tahta geçince Ayasofya ve Bursa kaplıcaları mütevellîsi olarak vazifelendirilir.

Surre Eminliği sırasındaki maharetini, mütevellîliği esnasında da gösteren şairimiz, bir süre sonra adının hayırla yâd edilmesini temin için, bir mescid yaptırma hevesine kapılır. Yer olarak Bozdoğan Kemeri’nin Unkapanı’na bakan cephesinin dibi seçilir. İnşaat devam ederken buradan geçen Yavuz Sultan Selim Han, mescidin Revânî Çelebi tarafından yaptırıldığını öğrenince dayanamayıp şu ince nükteyi söyler:

“Hoş Ayasofya’sın, yılda bir mescid doğurursun!”

Kaynaklara göre bu mescid, Vefâ yangınına kadar ayakta kalmış. Yangından sonra dört duvarı ve tuğlaları ile külâhsız minaresi ile bir süre direnmişse de, sonunda yerle bir olmuş.

Ne kadar mânidardır ki bu gün Ayasofya vakfiyeleri sayesinde yapıldığı rivâyet edilen Revânî Çelebi’nin mescidinin yerinde şimdi vakfiyenin şartlarına uygun olarak bir sağlık kuruluşu olan «Sağlık ve Hıfzıssıhha Müdürlüğü» yükseliyor.

Bu sebeple sâlih amel ve hayır-hasenat yaparken çok dikkat etmemiz lâzım.

Yoksa bu gök kubbeden haram, vebal, günah işleyerek göçmek var.