BİZ BU DÜNYAYA NİYE GELDİK?

Ahmet ZİYLAN

Mevlâ’m; insanları, hayvanâtı, nebâtâtı ve cemâdâtı yarattı. Onlara ihtiyaçları kadar güç, sıhhat verdi. Beslenmemiz için sayısız nimet verdi. Göz verdi, kulak verdi, akıl verdi. Az da olsa irade verdi.

Her şeyi ihtiyacımız kadar verdi. Meselâ gözümüz daha fazla görse idi; elimizin üstündeki veya etrafımızdaki mikropları çıplak gözle görseydik ne yapardık? Kulağımızla havada dolaşan sesleri duysa idik beynimiz tahammül eder miydi? Milyonlarca sesin havada dolaştığını, birbirine de karışmadığını elimizdeki cihazlarla biliyoruz.

Rabbimiz; yaşantımızda yanlışı doğruyu bilmemiz için de Kur’ân-ı Kerîm’i gönderdi, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Muhammed Mustafâ’yı gönderdi. Ne yapmamızı, neyi yapmamamızı bize tebliğ etti. Cennetin ve cehennemin olduğunu bildirdi;

“Mevlâm’ın yüce kitâbı Kur’ân-ı Kerîm’e ve benim sünnetime sarılıp onunla amel ederseniz doğru yoldan ayrılmazsınız.” dedi. (Bkz. Muvattâ, Kader, 3)

Kıyâmet günü mutlaka herkesin dünyada yaptıklarının hesabını vereceklerini amellerine göre de ya cennete veya cehenneme konacaklarını bildirdi.

Cenâb-ı Mevlâ’m insanları niye yarattı?

Yaratılışın bir hikmeti var. Bir imtihan sırrı var. Bu dünyaya geliş, boş yere değil. Onun bir sebebi var. O da imtihan.

Bu dünya ve üzerindekileri, Cenâb-ı Allah süs olarak tarif ediyor. Geçici bir süs. Fakat insanın gönlü süslere takılıp kalabiliyor.

Âyet-i kerîme şöyle:

“Biz; yeryüzünde olan şeyleri, yer halkına bir süs yaptık ki, insanların hangisinin daha güzel bir amelde bulunacağını imtihan edelim.” (el-Kehf, 7)

İnsanlık imtihanında, dünya ve nimetleri insan için;

•Ya âhireti kazanma malzemesi olur.

•Ya insanı imtihanda başarısızlığa uğratan bir tuzak olur.

Rabbim, kimisine hastalık verir, kimisine âzâ noksanlığı, kimisine maddî zayıflık verir. Sabretmesini; Allâh’ın verdiğine isyan ve şikâyet etmeyip râzı olmasını ister.

Rabbim, kimisine servet verir, mal-mülk verir. «Veren el, alan elden üstündür.» diyerek şükretmesini; kendisine verilenlerden fakirlere, ihtiyaç sahiplerine vermesini ister… Bu emri yerine getirenlere mükâfâtını bildirir.

•Servet sahibi olunca; «Ben kazandım!» diyerek Allâh’ın verdiğini unutanlar;

•Namazlarını ihmal edip; «Sonra kılarım…» diyenler veya tamamen bırakıp, unutanlar;

•«Servetim artsın…» diyerek haramı helâli düşünmeyenler;

•Fakiri yoksulu unutan; «Onlardan bana ne?» diyenler;

•Kul hakkına tecavüz edenler;

•Başkalarını zarara sokarak servetinin artmasını sağlayanlar;

•Zekâtını vermeyen veya vermiş gibi görünüp hile yapıp; «Müslümanım!» diyenler şöyle bir düşünsün… Kendini sorgulasın…

Zenginlik kendini bu hâllere düşürmüşse, tuzağa düşmüş demektir. Âkıbeti çok kötüdür. Hemen tövbe ederek bu kötü hâllerden vazgeçmesi gerekir. Âhirette hesap günü bunlar bir bir yüzüne okunacak.

Zenginlerin çoğu maalesef dinden uzaklaşıyor. Tuzağa takılıyor. Çok azı, o nimetleri âhiret yolunda istihdam edebiliyor.

Evet, müslüman da zengin olacak, zengin de olmalıdır. Fakat tuzağa düşmeyecek, parasını kazanırken helâle harama dikkat edecek, parasını hayırlı yerlere harcayacak. Nefsin, şeytanın, servetin tuzağına düşmeyecek. Bu servetin kendine verilmiş bir emânet olduğunu unutmayacak, emânete de ihânet etmeyecek.

Tarihten bugüne, örnekleri çok…

Kārun böyle. Fakirken dindar bir insan idi. Fakat Allah imtihan etti. Mal verdi. Zenginleşince, kibirlendi, gururlandı. Hazret-i Musa’ya iftira etti. Sonunda helâk oldu.

Herkes Kārûn’a özenirdi.

“–Allah bize de verse!” derlerdi. Fakat o, malıyla yerin dibine geçirilince;

“–Aman Allah korusun!” dediler.

Bugün servet sahiplerine herkes özeniyor. Fakat ya âhiret ve mâneviyat penceresinden bakabilsek, ne kadarı özenilecek durumda?

Çok azı!..

Hadîs-i şerifte buyurulur ya:

“Özenilecek, gıpta edilecek iki kişi var sadece:

•Biri, Allâh’ın kendisine Kur’ân-ı Kerim verdiği kişidir. O kişi, gece-gündüz Kur’ân ile meşgul olup Kur’ân’la yaşar, Kur’ân’la amel eder. Onu tâlim eder, yaşar, yaşatır…

•Diğeri de kendisine Allâh’ın servet verdiği kimselerdir ki malını kullanmayı bilir. (Malıyla azgınlaşmaz.) Servetini Allah yolunda bol bol infâk eder.” (Müslim, Müsâfirîn, 266, 267)

Maalesef bu gıpta edilecek örnekler pek az…

Asr-ı saâdette de Sâlebe vardı. Mescid kuşu denilirdi. Mescide koşa koşa gelirdi. Fakat Sâlebe’de, mala-mülke karşı aşırı derecede hırs vardı. Zengin olmak için Cenâb-ı Peygamber’den duâ istedi.

Peygamberimiz şöyle cevap verdi:

“–Şükrünü edâ edebileceğin az mal, şükrünü edâ edemeyeceğin çok maldan hayırlıdır.”

Sâlebe bir müddet sabretti. Fakat yeniden Peygamberimiz’e geldi;

“–Yâ Rasûlâllah! Duâ et de zengin olayım!” dedi.

Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

“–Ben senin için kâfî bir örnek değil miyim?”

Üçüncü kez Hazret-i Peygamber’e geldi, sözler verdi;

“–Zengin olursam fakir fukarâyı koruyacağım, her hak sahibine hakkını vereceğim!..” dedi.

Nihayet bu ısrar karşısında, Peygamberimiz duâ etti. Sâlebe’nin malı artmaya başladı. Sürüleri dağı-taşı doldurdu. Fakat Sâlebe, mal ve mülkü ile uğraşmaktan yavaş yavaş cemaati aksatmaya başladı. Gün geldi sadece Cuma namazlarına gelir oldu. Ancak bir müddet sonra Cuma namazlarını da unuttu.

Sâlebe’nin gafleti, bununla da kalmadı. Kendisine zekât toplamak için gelen memurlara şöyle karşı çıktı:

“–Bu sizin yaptığınız düpedüz haraç toplamaktır!”

O mescid kuşu gitti, yerine münafık biri geldi.

Allah muhafaza!..

«Zenginlerde hiç inanç yok!» demiyorum. Fakat dindarlıktaki eksiklik derece derece…

•Kimi zenginler; namazını kılıyor, fakat zekâtı ihmal ediyor. Fakirin hakkını gasp ediyor.

•Kimisi hacca, umreye dahî gidiyor; fakat hayatında birtakım haramlar ve şüpheliler var. Onları terk etmiyor.

Fakir yahut orta hâlli kesimlerde; namaz, niyaz, dindarlık ve şükür çok daha fazla nisbetlerde. Fakat servet arttıkça, kulluk azalıyor!..

Rabbimiz âyet âyet îkaz ediyor:

“Şüphesiz ki insan hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır.

•Kendisine bir kötülük dokunduğu zaman feryat eder.

•Bir hayır dokunduğu zaman da cimrileşir, yoksula vermez.” (el-Meâric, 19-21)

Demek ki insan, fakirken verdiği sözleri unutmamalı; «Ah bir zengin olsam; fakirlere yardım ederim, herkese ikramda bulunurum!» şeklinde verdiği sözleri çiğnememeli.

Yani sözün özü, serveti bulunca azmamalı!..

Yine Rabbimiz buyuruyor:

“Gerçekten insan kendini varlıklı görünce mutlaka azar.” (el-Alak, 6-7)

Mevlâm îkaz ediyor; «Servet, nefis, şeytan ve şöhret azdırır; dikkat edin, tuzağa düşmeyin!»

Bu söylediklerimiz ve aktardıklarımızdan hareketle; «Zenginlik kesinlikle dinden uzaklaştırır!» diye de düşünmemek lâzım. Bizim îkazımız, varlıklı olmayı Allah dilerse, dikkat edin. Tuzağa düşmemeniz için îkaz etmektir.

Rabbimiz de şükredenlerin azlığına dikkatimizi çekmiş:

“Ey Dâvud ailesi: Şükretmek için çalışın. Kullarımdan şükredenler pek azdır.” (Sebe’, 13)

Hazret-i Dâvud ve oğlu Hazret-i Süleyman -aleyhime’s-selâm-; o azların en güzel misallerindendir.

Onlar hükümdar idiler. Malları, servetleri çok idi. Fakat Allâh’ı unutmadılar. Âhireti unutmadılar. Fakirleri unutmadılar. Hiçliklerini unutmadılar. Şımarmadılar.

Sahâbeden de Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Osman, Hazret-i Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anhüm- gibi zâtlar, varlık sahibiydiler. Onlar da servetleriyle kibirlenmediler, böbürlenmediler. Dinden uzaklaşmadılar. Bilâkis, servetleriyle dînin hizmetine koştular. Fukarâya yardım ettiler, vakıflar kurdular, İslâm ordularını donattılar.

Kārunlar, Sâlebeler berbat oldu. Onlar âbâd oldular.

Zenginlerin tahminen yüzde 95’inin dikkatini çekmemizin bir sebebi de şu:

Herkes zengin olmak istiyor. Köşeyi dönmek, servet sahibi olmak istiyor. Peki hiç düşünüyor mu, kendisi için hayırlı mı? Zengin olursa, herkes kendinin hayırlı müslüman olacağını sanıyor, o an niyeti iyi, kendi kendisine öyle söz veriyor, telkin ediyor.

Fakat mal ve servet öyle bir sihirbaz ki, onun elinden çokları kurtulamıyor. Çünkü zenginlik, günahları kolaylaştırıyor. Fakir veya imkânı olmayanların, otomatik olarak uzak kaldığı nice kötülük ve günah, imkân sahibi zenginler için kolayca elde edilebilecek şekilde duruyor. Bu da nefsin hoşuna gidiyor.

Kişi; yanlışlarla, fısk u fücurla meşgul oldukça, mâneviyattan iyice soğuyor.

Hele kazancına haram ve şüpheli şeyler karışıyorsa, o kazançtan hayırlı duygular beslenmiyor.

Zengin olunca cin şeytanı gibi; «insan şeytanları» da kişiye çok musallat oluyor. Koluna girip kötülüğe götüren, yanlışlara meylettiren hazırda bekleyen bir sürü kafadarlar ortaya çıkıyor.

Bu sebeple, kişi; servet sahibi olurken çevresine çok dikkat etmelidir.

Çünkü;

“Kişi dostunun dîni üzeredir.

Onun için her biriniz kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 16/4833)

Hâsılı, dünyaya geliş sebebimizi hiç unutmamalıyız.

Yûnus Emre Hazretleri de ne güzel hatırlatıyor:

Yûnus sen bu dünyaya niye geldin?
Gece-gündüz Hakk’ı zikretsin dilin.
Enbiyâya uğramaz ise yolun,
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında…

Âhiret yollarında perişan olmamak için, yolumuz Kitap ve Sünnet istikametine uymalı. Hayat boyu, bu dünyaya Allâh’a kulluk için geldiğimizi hiç unutmamalıyız. Daima Allâh’ı zikretmeliyiz.

Gerçekten bu şuurla yaşarsak; ne servet ne de fakirlik bize zarar verebilir.

Rabbimiz; bizleri varlıkta şükreden, darlıkta sabreden ve kulluk imtihanında muvaffak olan kullarından eylesin.

Âmîn…