RASÛLULLÂH’IN VAZİFELİSİ

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Peygamberimiz -aleyhisselâm-, Medinelilerin haklı istekleri üzerine, sahâbîleri arasından Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr’i onlarla göndermişti. Önemine binâen, bu konuyu bazı tekrarlarla birlikte ve ısrarla anlatmayı sürdürüyoruz.

Rasûlullah -aleyhisselâm-’dan bir hoca, bir mukrî, bir muallim isteyen Medineli müslümanlar; çok önemli bir önceliği, öne alarak, asırlar öncesinden bütün insanlığa çok ciddî bir mesaj da vermişlerdi:

–Yâ Rasûlâllah! Kur’ân okuyacak-öğretecek, namazlarımızı kıldıracak, bize İslâm’ı anlatacak, bir sahâbî gönder!*

İstek açık ve netti. Rasûlullah -aleyhisselâm-’dan yetişmiş bir sahâbî istiyorlardı. Yani o sahâbî gelip, bunca insanı Kur’ân ile eğitecekti. Asıl vazifesi buydu. Bu arada İslâm esaslarını öğretip, nasıl yaşanacağını da bizzat gösterecekti. Yani oradaki insanları İslâm’a davetten önce, İslâm’a girmiş olan müslümanları eğitmek için, eğitimci de istemişlerdi.

Bizim en çok gözden kaçırdığımız budur işte! Rasûlullah -aleyhisselâm- ve ashâb-ı kirâmın hayatları anlatılırken, sürekli birilerini İslâm’a davet öne çıkmıştır! Davet yapılacak elbet. Ulaşılabildiği kadarıyla, bütün insanlar İslâm’a davet edilecek! Bunlar müşrik olur, yahudi olur, hıristiyan olur, başka inançlardakiler de olur. Ama onları İslâm’a davet ederken, müslümanın İslâm’ı zamanında ve doğru bir şekilde öğrenip yaşaması kaçınılmazdır.

İslâm’ı doğru bir şekilde öğrenip yaşamak için, sadece kaynak kitaplar yetmez! O kitapların hayata nasıl yansıtılacağını, bizzat yaşayarak ortaya koyan örnekler de şarttır.

Peygamberler tarihi dikkatli bir şekilde incelendiğinde, bu konu çok daha netleşir. Kur’ân-ı Kerim’de isimleri geçen peygamberlerin dışında, çokça peygamber gönderildiğini, yine bize Kur’ân haber veriyor.

Mevzuya biraz daha yakından bakarsak; kitâbı olan peygamber, suhuf da dâhil olmak üzere, dört artı dörttür malûm. Yani bunların hepsi sekiz ediyor. Bu durumda, sayıları çok daha fazla olan diğer peygamberler, ne ile ve neyi tebliğ etmişlerdi?

İşte burada asıl konu ortaya çıkıyor. Kitâbı olmayan peygamberler çoktur, fakat peygamberi olmayan kitap hiç yoktur!

Kur’ân ve Sünnet başta olmak üzere, bu çerçevedeki bütün kaynaklardan istifade edeceğiz tabiî. Ama hiçbir kaynak, Kur’ân ve Sünnet’in önüne alınmayacak!

Kitap kaynağı ne kadar önemliyse, örnek insan kaynağı da o kadar önemlidir desek, pek fazla mübalâğa etmiş olmayız herhâlde.

Medineli müslümanların isteklerine şimdi biraz daha dikkat edelim lütfen. Medineli müslümanlar;

“–Yâ Rasûlâllah! Okuyup anlayarak amel edeceğimiz sûre ve âyetler (Kur’ân) gönder bize!” şeklinde bir istekte bulunmamışlardı!

“–Yâ Rasûlâllah! Kur’ân okuyacak-öğretecek, namazlarımızı kıldıracak, bize İslâm esaslarını öğretip, bu esasların nasıl yaşanacağını da gösterecek, bir sahâbî gönder!” demişlerdi!

Kur’ân olmadan hiçbir şey olmaz elbet! Kur’ân her şeyimizin başında gelir! Ama onu hayata yansıtacak olan insandır! Bu yüzden onlar;

“Kur’ân okuyacak, namaz kıldıracak ve bize İslâm esaslarını öğretecek birini gönder!” demişlerdi. Yetişmiş bir insan, bir uzman yani.

Bütün bu ayrıntıların yanında, bir ayrıntı daha var ki, o da çokça gözden kaçmaktadır maalesef. Bu ayrıntı ise, gönderen ve gönderilen ile ilgili durumdur!

Rasûlullah -aleyhisselâm-, istek üzerine bir uzmanını gönderiyor! Gönderdiği uzmanın yapacağı işler belli! Yani o Medine’de, Rasûlullah adına icraat yapacak! Böylesine önemli bir alanda, herhangi biri gönderilmez! İyi yetişmiş bir uzman ister bu!

Bir diğer deyimle, Rasûlullah -aleyhisselâm-, Medine’ye özel yetkili bir vazifelisini göndermişti! Rasûlullah’ın vazifelisinin mes’ûliyeti olduğu kadar, yetkisi de vardı.

Medineli müslümanların başında bulunan Hazret-i Es‘ad bin Zürâre, bu işin ciddiyetini çok iyi kavramıştı. Rasûlullâh’ın vazifelisine, ona yaraşır bir şekilde muamele etti, ettirdi.

Tam donanımlı olan Hazreti Mus‘ab -radıyallâhu anh-; O’nun vazifelisi olarak, Rasûlullah adına çalışmalar yaparken, Medineliler de, bir vazifeliye karşı nasıl davranılması gerekiyorsa, öyle davranıyorlardı.

Medine çalışmalarıyla ilgili Hazret-i Mus‘ab hakkında çok şeyler yazılıp anlatılabileceği gibi, çok daha fazla şeyler de söylenebilir elbet. Ancak asıl önemli şeylerin gözden kaçmaması gerekiyor.

“Hazret-i Mus‘ab, Medine’de her ortamda İslâm’ı anlattı.” ifadesi, ana kaynaklarımızdan itibaren, bu konuyla ilgili bütün eserlerde anlatılmaktadır. Daha ayrıntılı bir şekilde konuyu incelersek, şu rivâyetlerin hepsini görürüz:

–Rasûlullah -aleyhisselâm-, Medine’ye Mus‘ab bin Umeyr’i gönderdi.

–Mus‘ab bin Umeyr, her ortamda İslâm’ı anlattı.

–Medinelilere Kur’ân okudu.

–Onlara cemaatle namaz kıldırdı.

–Her yer ve ortamda sohbetler yaptı.

Bu ifadeleri daha da çoğaltabiliriz. Ancak unutmayalım ki, Rasûlullâh’ın vazifelisi, orada ortam oluşturmayla uğraşmıyordu. Oluşturulmuş ortamlarda sohbetlerini yapıyordu!

Hazreti Mus‘ab -radıyallâhu anh-; Medine’ye gittiğinde, müslüman olmayan insanlara İslâm’ı anlatıp, onları İslâm’a davetten önce, müslümanları eğitmek için çalıştığını bir defa daha vurgulamak istiyoruz. Öncelikli olarak, bütün plân ve hazırlıkları, bu çerçevede yaptı. Müslüman sayısını artırmadan önce, kaliteyi yükseltmek gerekiyordu çünkü! Asıl görevi buydu.

Müslümanlar sayı bakımından çok olsalar da, kalite olarak düşük olurlarsa, bu istenilen sonucu doğurmaz. Bunun yanında hem sayı bakımından çok ve hem de kalite olarak yüksek olması için çalışmak, zaten Allah ve Rasûlü’nün emridir. Allah ve Rasûlü’nün emrini görmezlikten gelip; «Kaliteyi artırmalıyız.» diyerek, kendimizi öne çıkarırsak, doğru bir hareket yapmış olmayız.

Hazreti Mus‘ab -radıyallâhu anh- rehberliğinde, müslümanların çok iyi bir şekilde eğitildiğini; Medine dönemi ve sonrasının her sahnesinde çok net çizgilerle görürüz.

Sıradan insanlar dediğimiz grubu da asla ihmal etmeden, öncelikle topluma liderlik yapacak çok insan yetiştirmişti. Ayrıca lider yönü ağır basanlara ekstra ve çok özel yöntemlerle yaklaşmış, onları arzu edilip istenilen bir seviyeye getirmeye çalıştığı gibi, icraat yaparak ve yaptırarak, kendilerini ispatlama imkânları da sağlamıştı.

Yani, insanlar İslâm’a davet edilip, müslüman olduklarında iş bitmiyor, asıl vazife yeni başlıyor. Hazret-i Mus‘ab; Kur’ân olmadan, İslâm’ın da müslümanın da olmayacağını çok net çizgilerle önlerine koymuş ve onları Kur’ân ve Sünnet çerçevesinde yetiştirmiştir. Akîde ve ibâdet ile ibâdet ve ihlâs bağlantısını çok iyi işliyordu.

Peygamber Efendimiz’in vazifelisi, vazifesini büyük bir başarı ile sürdürüyordu.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_____________________________

* İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 76; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 220; Taberî, Târihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 235; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 151.