HAKK’A YAKLAŞTIRAN İNFAK

Halil KAŞIKÇI

Allah Teâlâ kullarını yaratırken kaderini de belirlemiştir. Fıtrat ve irade ise; akıl merkezli, insanın yaşayışına yön veren, iyiye teşvik eden menfîye de sürükleyen bir vâkıadır. Kur’ân-ı Kerim’de bu yönde Allah -celle celâlühû-’nün bize bildirdiği türlü îkazlar da mevcuttur. Bu îkazlar ışığında doğruyu bulmak, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yaşayışı istikametinde sünnet-i seniyyeye uygun yaşamak, âhiret için bu hayat mektebinde hazırlık yapmak biz kulların birinci vazifesidir. Dünyaya geliş bunun içindir; bu, geliş sebebimizdir.

Farzlar bizim olmazsa olmazlarımızdır. Fakat onlar asgarî çizgidir. Nâfile ibâdetler de çok mühimdir. İkisini birden cem ederek Allah Teâlâ -celle celâlühû- şöyle buyurur:

“Kulum Bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle yaklaşmış olmaz. Nâfilelerle de durmadan Bana yaklaşmaya devam eder.” (Buhârî, Rikāk, 38)

Cömertlik, Yaratan’ın sevdiği ve en memnun kaldığı nâfilelerin başında gelmektedir.

Merhamet ve cömertlik, iki dünyada da huzur getirir. Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Üstâdımız’ın naklettiği bir kıssayı hulâsa edelim:

Allah Teâlâ -celle celâlühû- bir peygamberine;

“Filân kuluma ömrünün yarısında zenginlik diğer yarısında fakirlik vereceğim. Gidip kendisine sorun, bu zenginliği gençliğinde mi yoksa yaşlılığında mı vereyim?” buyurmuş. Sâliha bir kadın olan hanımın da teşviki ile gençlikte zenginlik istemişler. Fakat o zenginliği; Allah yolunda değerlendirmişler. İnfâk etmişler, yoksula ve düşküne yardımda bulunmuşlar, sadaka-i câriye mâhiyetinde hayırlar işlemişler. Bu sayede Allah Teâlâ, onların yaşlılığında da bereketini devam ettirmiş ve ömürleri boyunca rahat ve huzurlu bir hayat sürmüşler.

İnfak ederken, dikkat etmemiz gereken en önemli şeyler:

•Verirken sağ elin verdiğini sol elin görmemesi,

•Nezâket ile ve bir teşekkür edâsı içerisinde, karşımızdakini incitmeme hassâsiyetinde verme,

•Bizim de o kişinin duâsına muhtaç olduğumuz hissini uyandırabilme.

Bu hususta en mükemmel kişi merhum üstâdımız Musa Efendi Hazretleri idi. Onun terazisi en hassas kuyumcu terazisi idi. En ince teferruâtı bile titizlikle takip eder ve bize örnek olurlardı. Verirken cömertlik, intizam, tevâzû, temizlik her şey onda toplanmıştı. Çünkü o verirken Allâh’ına takdim ediyordu.

Rabbimiz’in bana lutfettiği, Musa Efendimiz’in bir hizmetini hâtıra olarak anlatmak isterim:

Üstâdımız’ın Medine’de kaldığı yıllarda idi. Oradan vakıftan Naci Beye 7-8 adet zarf göndermiş. Verilecek kişilerden iki tanesi Erenköy tarafında olduğu için Naci Bey iki zarfı yerine ulaştırmak için bana verdi.

Zarflara sanki hiç el değmemiş, kırışıklık yok, leke yok. O kadar etkilendim ki, ben de bir dosya kâğıdı ile kapladım kirletmeyeyim diye.

Zarfın biri, Erenköy Zihni Paşa Cami emekli imamı Sâmi Hocanın. Hoca; emekli olunca, Üst Kaynarca tarafında bir daire almış, oraya taşınmıştı. O tarihlerde Pendik ve civarı yeni yeni gelişiyordu. Bu sebeple daireler de hesaplı idi. Kendilerini Çamçeşme Mahallesi’nde arayıp buldum.

Hocanın kaldığı apartman; henüz tamamlanmamış, sıvası, asansörü, merdivenleri yapılmamış yarım inşaat hâlindeydi. Hoca, beşinci katta oturuyordu.

Kapıyı çaldım, Sâmi Hoca kapıyı açtı. Erenköy’den cami cemaati olarak tanışıklığımız vardı, aynı zamanda kapıya gelen bir misafire hürmeten içeriye buyur etti. Elini öptüm, hatırımı sordu, sonra elimdeki zarfı nezâketle Üstâdımız’ın gönderdiğini ve selâm söylediğini ifade ederek kendilerine arz ettim. Biraz durakladı, Üstâdımız’dan geldiğini tekrar ettim. Sanki sıkılarak aldığını hissettim. Nezâketle zarfı açtı, söyle bir baktı ve saymaya başladı. Sekiz bin lira idi. Hoca duygulandı ve ağlamaya başladı. Sakinleştirmeye çalıştım ve merak ettim. Böyle bir tepkiyi beklemiyordum. Sonra Hoca anlatmaya başladı:

Bu sabah, apartman yöneticisi Hoca’yı çevirmiş, asansör ve diğer eksikler için sekiz bin lira para istemiş. Hattâ biraz ilmine ve yaşına hürmetsizlik ederek kaba davranmış. Hocaefendi; edep-erkân bilen, nâzik bir Osmanlı beyefendisi, belli ki bu sözleri kaldıramamış fakat cevap da vermemiş. Üstâdımız’ın böyle bir anda, hem de borcu kadar olan parayı göndermesi duygulanmasına sebep olmuş.

Duâ etti, Üstâdımız’ın erişilmez infak ve ikramlarından, mânevî hâllerinden bahsetti ve fakire de bir tatlı ikram etti, elini öptüm ve ayrıldım.

İkinci zarf Kartal Çavuşoğlu Mahallesi’nde bir yere aitti. İsim var, fakat adres yok. Camiye gittim, vakit namazından sonra imam efendiye ismi sordum. Tanıdığını, evi bildiğini söyledi ve bana tarif etti. Ev; baraka gibi, tek katlı, belki bir veya iki oda, bulaşık ve çamaşır gibi şeyler kapının önündeki verandada yıkanıyor belli ki… Kapıyı çaldım, bir nine çıktı. Dedeyi sordum. «Dışarıda, çarşıda!» dedi. Elimdeki zarfı uzattım, Üstâdımız’ın Medine’den gönderdiğini söyledim. Bana ve Üstâdımız’a duâ etti. Oradan ayrılırken yandaki merdivende duran bir kadın;

“–Hadi hadi; «Kışlık odun-kömür parası yok ne yapacağım?» diyordun. Bak geldi işte!” dedi. Donakalmıştım. Çünkü zaten, ayakta kısacık konuşmuş ve zarfı da o kadına göstermemiştim.

İşte Allah dostlarının cömertliği de bir başka farklı idi. Medine nere, İstanbul Çamçeşme veya Kartal nere!.. Ama bildiren bildiriyor elhamdülillâh. Kime bildireceğini de gayet iyi biliyor.

Gönül bu; Allah için çarpar, Allah ile beraber olursa mükâfâtı da kat kat olur.

Allah -celle celâlühû- bizlere de Üstâdımız’ın yolunda gitmeyi, ona lâyık olmayı, şefaati bereketi ile cennette beraber olmayı hepimize nasîb eylesin inşâallah.

Âmîn…