EMİN İNSAN!

Ahmet ZİYLAN

Emin insan kimdir?

Hilekâr ve sahtekâr olmayan, emânete ihânet etmeyen, kul hakkına girmeyen, yalan söylemeyen, kimseye zarar vermeyen, sözünde duran, güvenilir, dürüst, inanılır kişiye «emin insan» denilir.

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’de bu meziyetler mükemmel bir şekilde var olduğu için, O’na «Muhammedü’l-Emîn» demişlerdir.

Biz de O’nun ümmeti olduğumuza göre, bizim de emîn insan olmamız gerekmez mi?

Maalesef öyle üzücü hâdiseler yaşıyor yahut duyuyoruz ki inanılır, güvenilir insanın çok az kaldığını düşünmeye başlıyoruz. İnsanlara zanla, şüphe ile bakıyoruz.

Geçenlerde bir genç bana;

“–Hacı Amca niçin insanlar birbirine güvenmiyor bana söyler misin?” dedi.

“–Nasıl yani?” deyince;

“–Kardeş kardeşe, baba evlâdına, arkadaş arkadaşına, satıcı alıcıya, alıcı satıcıya, esnaf müşterisine, müşteri esnafa güvenmiyor. Herkes birbirine hilebaz, yalancı gözü ile bakıyor ne dersin!?.” diye sordu.

“–Evet, senin söylediğin gibi insanlar yok değil. Fakat insanların çoğu yine dürüst, güvenilir, inanılır insanlar; eğer senin dediğin gibi olsa hayat yaşanmaz hâle gelir. Önce kendimizden başlayalım. Sen babana, kardeşlerine, arkadaşlarına güvenmiyor musun?”

Kem küm etti.

Sen önce güvenilir, emin insan olmak için çaba sarf et.

İnsan ne bilir, herkesi kendi gibi bilir.

Başkalarının hatalarını arama, zan yapma!

“En çok hata yapan o hatayı en çok tenkit edendir.” derler.

Hadîs-i şerifte de insanların moralini bozan, kötümserlik ve ümitsizlik yayanlar için şöyle buyurulur:

“Bir kimsenin; «İnsanlar helâk oldu!» dediğini duyarsanız, bilin ki o, kendisi, herkesten çok helâk olandır.” (Müslim, Birr, 139)

Diğer taraftan emin olmayan kişilerin en çok kendilerine zararı vardır. Hem bu dünyalarını hem de âhiretlerini zarara sokup, zehir eden kişilerdir, emniyeti sû-i istimâl edenler…

Bile bile yanlış yapıp, hilebazlık edip, başkalarını kandırıp, haksız menfaat sağlayan kişilerin sonu kesinlikle hüsrandır. Daha bu dünyadayken belâlarını bulurlar. Kendi üzerlerinde bir musîbet gerçekleşmese de; ailesinde, çocuklarında bir sıkıntı yaşar, dolaylı olarak cezalarını çekerler.

Halk arasında;

“Şöyle yaptı, böyle yaptı, köşeyi döndü!” gibi sözler söylenir. Aslı yoktur. Başkalarının hakkına tecavüz eden, hile yapan, yalan söyleyerek menfaat sağlayanların mutlu olanını görmedim. Âhirette de elbette hâlleri perişan olur. Sevapları varsa hepsini hak sahiplerine vererek iflâs eder, cehennemin yolunu tutar. Bu hâllere düşen kişilere özenmeyip, onlara acımamız gerekir.

Biz duâ edelim:

“Böyle kötü huylu ve bozuk yaşayışlı kişilere, bu kötü hâllerinden vazgeçebilecek irade ver yâ Rabbî! Dürüst olmaları için yardım eyle, doğru yolu bulmalarını nasip eyle!”

Böyle kimseler ya cahildir ya îmanlarında zayıflık olan kimselerdir. Yoksa, insan kendini ateşe hazırlar mı? Yalan dolanla kul hakkına girer mi? Küçük, büyük dünyalık için hilebazlık yapar mı?

Herkesin de böyle olduğunu düşünmemeli, karamsar olmamalı. Kendi yaşantımızda emin insan olarak herkese örnek olmalıyız. Ağzımızdan şaka bile olsa kesinlikle yalan çıkmamalı. Ailemizin, çocuklarımızın yanında ve hiçbir yerde yalan söylememeliyiz.

“O adam yalan söylemez, o ne söylüyorsa doğrudur! O; ne yapsa hilesiz, yapacağı işi güzel yapar. Güvenilir, emin insandır.” dedirtmeliyiz.

Bir hâtıra ile devam edelim:

50 sene kadar önce Gaziantep’te oturduğumuz evin yanında, 500 kişinin çalıştığı Soymer İplik Fabrikası vardı.

Fabrikanın çatısının üstü kiremitti.

Kiremitleri elden geçirmesi, kırıkları aradan çıkarıp çatının akmamasını sağlaması için bir adam tutmuşlar. 60 yaşlarında bir usta. Yevmiye üzerinden anlaşmışlar. Akşam işten ayrılırken muhasebeye;

“Bugün çalıştım.” diyerek bildirecek, çalıştığı gün sayısına göre de ücret alacak.

Usta, üç-beş gün çalışmış, günün birinde saat 08:00’da işe başlamış, bir saat sonra yağmur serpmeye başlayınca;

«Bugün yağmur yağacak…» diyerek işi bırakmış, çalıştığı bir saati de bildirmemiş. Fabrikanın yakınında mütevâzı bir kahvehane var. Oraya mahalleli ve fabrikada çalışanlar gelirler. Öğle zamanı ben de o kahvehanedeydim. O anda fabrikada üst kademede çalışan 8-10 kişi vardı. Kiremitçi yaşlı amca oraya geldi. Çay içiyoruz. O fabrikada çalışan, o amcayı da tanıyan birisi;

“–Hayırdır inşâallah amca, bugün çalışmıyor musun?” deyince;

“–Bugün bir saat kadar çalıştım, yağmur ihtimali var. Onun için işi bıraktım, çalışmadım.” diye cevap verdi.

“–Peki, o çalıştığın ne olacak?” dediler.

“–Ne çalıştım ki, helâl ederim.” dedi.

Oradakiler onu müdafaa edercesine başladılar söylenmeye:

“–Sen nasıl adamsın? Sen fakirsin karşı taraf zengin, birkaç saat oyalansaydın. Sen çatıda teksin seni gören mi var? Yevmiyeni yazdırsaydın…”

Yaşlı adam şu verdiği cevapla oradaki herkese güzel bir ders verdi ve;

“–Yok oğlum, ben yalan söyleyemem, çalışmadığım hâlde; «Çalıştım.» diyemem. Çocuklarıma haram ekmek yediremem. Şimdiye kadar böyle yaptım aç kalmadım, bundan sonra da karnım doyar. Bu dünyanın öbür tarafı da var. «Sen çatıda tek başına çalışıyorsun, seni gören mi var?» diyorsun. Elbette bir gören var.” dedi.

Sanırım vefât etmiştir, Allah rahmet eylesin.

Başka bir hâtıra:

O Soymer İplik Fabrikası’nda çalışan bir arkadaşım vardı Vakkas ALTINBAŞ. Güvenilir, dürüst birisi; haram yemez, yalan söylemez, herkes de onu öyle tanır. Ben de güvenilir ve dürüst olduğuna şahitlik ederim. Vefat edeli on sene kadar oldu. Allah rahmet eylesin.

Fabrikada çalışırken vardiya değişiminde makineyi teslim aldığı arkadaşa sorar:

“–Bir ârıza veya olumsuz bir durum var mı?”

O da;

“–Yok, her şey düzenli.” der. İşten ayrılır.

Devralan Vakkas Usta, bir müddet sonra bakar ki makinada mühim bir ârıza var. Haber eder, ustalar gelir ârızayı giderirler. Birkaç gün sonra mahkemeden bir yazı gelir:

«Şu tarihte mahkemede bulun.»

Fabrika; tazminat dâvâsı açmış, bu da dürüstlüğüne güvenerek kendini çok iyi tanıyan fabrikanın sahibi Mahmut Beye çıkar:

“–Beyim! Durum böyle böyle. Benim yalan söylemeyeceğimi bilirsin; o ârızada benim kabahatim yok, mahkeme yoluyla benden para kesecekler. Zaten zor geçiniyorum, sen bir tâlimat ver de beni affetsinler…”

“–Vakkas! Vakkas! Dürüst olduğunu biliyorum ama işini ihmal etmişsin. Senden önceki arkadaşına inanmış kontrol etmemişsin. Böyle yapmayla suçu üzerine almışsın. Yapacak bir şey yok!”

Anlaşılıyor ki sadece dürüstlük yetmiyor, kontrol edeceksin, seni aldatmak isteyenlere o imkânı vermeyeceksin. Uyanık olacaksın, o hilekârların tuzağına düşmeyeceksin.

Başka bir hâtıra:

Yeğenim Mehmet BÜYÜKEKŞİ, akrabalara bir ziyafet verecek. İstanbul Selimpaşa’da pazara gider. Patlıcan alacak, fiyatını sorar ardından;

“–On kilo ver!” der. Satıcı tartar, poşete koyar verir:

“Sekiz kilo da domates ver!” der. Satıcı domatesi tartarken patlıcana göz atar, gözüne az görünür. «Birkaç kilo daha alayım.» diye düşünür. Pazarcıya;

“Şunu tekrar tartar mısın?” der. Terazinin yönü satıcıdan yana. Kendisi de o tarafa geçer, patlıcanı teraziye koyar ki on kilo olması lâzım gelen patlıcan sekiz kilo… Pazarcı sırıtır;

“–Yanlışlık olmuş…”

“–Şu domatesi de tartalım.”

O da sekiz kilo olması lâzımken yedi kilo gelir. Adamın bilerek yaptığı belli. Aldıklarını bırakır, adama da birkaç söz söyler ayrılır…

Anlaşılıyor ki adam herkese aynı hileyi yapmakta. Îmandan haberi yok ama bu dünyada da perişan olacağı kesin.

İçinizi karartmayalım bir de güzel misal verelim. Bir arkadaşım anlatıyor:

Pazara gittim, orada birisi üzüm sucuğu satıyor, fiyatını sordum;

“–35 lira ama sana 30 liradan veririm amca!” dedi. Ben de;

“–İki buçuk kilo ver.” dedim. O arada birisi de kuru incir alıyor. Onun kilosu da 20 lira. O da iki buçuk kilo aldı 50 lira ödedi. Benim sucuğu tarttı;

“–Biraz fazla 51 lira ama 50 lira ver yeter amca!” dedi. Ben de verdim, diğer aldıklarımla eve doğru gittim. Eve yaklaşmıştım, pazarcının 75 lira alacağı yerde 50 lira aldığını fark ettim. Geri dönsem 700-800 metre mesafe var. Nefesim, tâkatim yetmiyor. Eksik aldığı 25 lirayı sonra veririm desem, adamı ya bulurum ya bulamam… Istırap içinde düşünürken önümde bir taksi durdu;

“–Amca ben şu tarafa gidiyorum. Sen de o tarafa gidiyorsan seni götüreyim.” dedi.

Ben de adama durumu anlattım;

“–Bana bir iyilik edeceksen pazara götür, beni bu ıstıraptan kurtar.” dedim.

“–Hay hay!” dedi. Pazara gittik, pazarcı hâlâ farkında değil;

“–İncir alanla karıştırmışım…” dedi. Parasını ödedim, araba sahibi tekrar beni evime kadar getirdi.

Pazarcı bana duâ etti, ben de beni götüren araba sahibine duâ ettim.

İyilerden, iyilik düşünenlerden Allah râzı olsun. Bu dünyada iyiler de kötüler de devamlı olacaktır; ama biz duruşumuzla, muâmelâtımızla, hâlimizle başkalarına örnek olmaya devam edeceğiz.

Allah rızâsı için faydalı olabilirsek ne mutlu!..

Muhammedü’l-Emîn olan Peygamberimiz’in güvenilir ümmeti olabilirsek, âhirette de korku ve hüzünden emin olanların arasına Rabbimiz bizleri de katar inşâallah!..

Rabbimiz o bahtiyarlardan eylesin!..

Âmîn…