ŞİİRDE VEZİN ve KAFİYE -2-

Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ harunogmus@gmail.com

Aruz vezni, bir manzûmenin mısralarındaki hecelerin uzunluğu, kısalığı (: med-kasr) ve sesli harfle bitip bitmeyişinde (: harekât ve sekenât) birbiriyle uyumlu olmasından ibarettir. Buna göre; ilk mısraın ilk hecesi sessiz (: sâkin) harfle bitiyor veya uzun telâffuz ediliyor (: memdûd) ise diğer mısraların ilk heceleri de ya sessiz harfle biten veya uzun telâffuz edilen bir hece olmalıdır. Buna mukabil ilk mısraın ilk hecesi sesli harfle bitiyor (: müteharrik) ve kısa telâffuz ediliyor (: maksûr) ise diğer mısraların ilk heceleri de aynı özellikte olmalıdır. Bütün mısraların ikinci, üçüncü, dördüncü… ilh bütün heceleri bu bakımdan uyum içerisinde bulunmalıdır.

Meselâ Mehmed Âkif’in Tevhid Yahut Feryâd şiirini veya Yahya Kemal’in Akıncı, Mohaç Türküsü, Sessiz Gemi ve Ses şiirlerini belirttiğimiz şekilde ele alalım:

Dikkat edersek görürüz ki; bütün mısralarının ilk iki hecesi sessiz harfle bitiyor veya uzun telâffuz ediliyor, üç ve dördüncü heceleri sesli harfle bitiyor ve kısa telâffuz ediliyor. Daha sonra gelen beş ve altıncı heceler ilk iki hece gibi, yedi ve sekizinci heceler üç ve dördüncü hece gibidir. Daha sonra gelen heceler de bu şekilde dizilmiş vaziyettedir. Yani önce sessiz harfle biten veya uzun telâffuz edilen iki hece geliyor, onları sesli harfle biten ve kısa telâffuz edilen iki hece izliyor ve bu durum mısraların sonuna kadar böyle devam ediyor. Sessiz harfle biten veya uzun telâffuz edilen hecelere kısaca «kapalı hece», diğerlerine «açık hece» dersek adı geçen şiirlerin her bir mısraının hecelerinin (iki kapalı-iki açık-iki kapalı-iki açık-iki kapalı-iki açık-iki kapalı) şeklinde dizilmiş olduğunu görürüz. Bu dizilerin düzeni, Arapça «fa ‘a le» kökünden türetilmiş ve her birine «tef‘ile» adı verilen kelimelerle gösterilir.

Meselâ andığımız şiirlerin ölçüsünün;

«mef‘ûlü-mefâîlü-mefâîlü-feûlün» olduğu söylenir. Ancak bu bir îzah tarzı veya âhengin zihne yerleştiriliş biçimidir. İstersek biz bu dizileri rahmetli Nihat Sâmî BANARLI’nın Türkçe’nin Sırları’nda yazdığı gibi;

«ral-lal-la ra-lal-lal-la ra-lal-lal-la ra-lal-lal» veya merhum Bekir Sıtkı ERDOĞAN’ın tarzıyla;

«tak tak, tiki tak tak, tiki tak tak, tiki tak tak» şeklinde de gösterebiliriz. Çünkü hepsi de ses değeri bakımından aynıdır ve hecelerin (iki kapalı, iki açık…) şeklinde sıralanışını göstermeye yarar. Aruzda bu örnekte olduğu gibi kapalı ve açık hecelerin farklı şekillerde sıralanışıyla elde edilmiş farklı diziler (vezin/ölçü) vardır.

Peki, bu dizilere uymayan kullanışlar veya bunlarda bir esneme yok mudur? Elbette vardır. Özellikle Arap aruzunda «mütefâilün», «müfâaletün» gibi ölçülerde peş peşe gelen açık hecelerin yerine bir kapalı hece gelebilir, böylece bu ölçülerdeki kelimeler «müstef‘ilün» ve «mefâîlün» ölçüsüne dönüşebilir. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere aruz vezni; hece sayısına değil, ses değerine dayalı bir âhenk arayışıdır. İki mısraın hece sayısı farklı olmasına rağmen, ses değeri bakımından aralarında eşitlik bulunabilir. Çünkü açık hecelerin ses değeri yarım, kapalı hecelerin ses değeri ise tamdır. Buna göre iki açık hece, bir kapalı heceye denktir. Dolayısıyla «mütefâilün» kalıbıyla «müstef‘ilün» kalıbının heceleri sayı bakımından farklı olsa da ses değeri bakımından eşittir. Bu aynı zamanda şair için söyleyiş kolaylığı sağlayan değişik alternatiflere imkân verir.

Ne var ki; Arap aruzunda bolca bulunan bu ve benzeri söyleyiş alternatifleri, Fars ve Türk aruzunda sınırlıdır.

Fars ve Türk aruzunda mevcut bu tür alternatiflerin en yaygını «feilâtün» ile başlayan mısraların «fâilâtün» şeklinde de başlayabilmesi, «feilün» ölçüsüyle biten mısraların da «fa‘lün» şeklinde bitebilmesidir.

Yine «mef‘ûlü/mefâilün/feûlün» vezninde, açık olan üç ve dördüncü hecelerin bir kapalı heceye dönüşmesi (: sekt-i melih) de böyledir. Ancak alternatifler en mebzul miktarda rubâîlerde bulunur.

Bunların dışında Türkçenin bir özelliği olan vasl (: kapalı heceyi daha sonra gelen açık heceye ulayarak telâffuz etmek) ve bir kusur olarak görülen imâle (kısa heceyi uzun telâffuz etmek) gibi vezne aykırı olan başka istisnâî durumlar da vardır. Türk şiirinin özellikle ilk zamanlarında yaygın olan imâle, yeri gözetilirse, şiirin bütününün sağladığı âhenkle üstü örtülen küçük bir kusur hâline dönüşebilir; dolayısıyla Türkçe telâffuzu uymayacak şekilde heceyi gereğinden fazla uzatmaya ihtiyaç bırakmaz.

Demek ki klâsik şiirde manzûme, muayyen kaidelere bağlıdır. Ancak bu kaidelerin, yine kaidelerle tespit edilmiş birtakım istisnâları yok değildir.

Meselâ mısraların en fazla dört tef‘ileden oluşması umûmî bir kaidedir. Fakat feilâtün, mefâilün ve müstef‘ilün tef‘ilelerinden her birinin istenildiği kadar tekrarıyla yazılan ve âdeta secîli bir nesri andıran bahr-i tavil, bunun bir istisnâsını teşkil eder.* (Devam edecek.)

_________________________

*İskender PALA, Ansiklopedik Dîvan Şiiri Sözlüğü, Ankara; Akçağ, 1990, s. 71.