Şanlı Mâzîmizden Seçme Nükteler – KÜÇÜKTEN BAŞLAR

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Ebû Yahya, nâm-ı diğer Mâlik bin Dînar -kuddîse sirruhû-, Basra’da doğdu. Tâbiîndendir. Gençliğinde düştüğü nefsânî hayattan bir vesile ile tövbe ederek, zühd ve takvâ hayatına yöneldi. Kalbini ince, rakîk, diğergâm ve hüzünlü bir kıvâma getirmesinde Hasan-ı Basrî -rahmetullâhi aleyh- ona yol gösterdi. Varlık içinde dünya hayatına meyletmeme hususunda Ömer bin Abdülaziz’i örnek aldı.

Mâlik bin Dînar 131’de Basra’da vefat etti. Kabri, Hasan-ı Basrî mezarlığındadır.

*

Kendisinin anlattığı şu vâkıa Rûhu’l-Beyan tefsirinde şöyle nakledilir:

“Bir gün toprakla oynayan bir çocuğa rastladım. Bazen gülüyor, bazen ağlıyordu. Önce ona selâm vermek istemedim fakat sonra vazgeçip çocuğa selâm verdim. O da bana;

«–Ve aleyküm selâm ve rahmetullâhi ve berekâtühû ey Mâlik bin Dînar!» diye ismimi söyleyerek hitap etti. Daha sonra aramızda şu konuşma geçti:

«–Sen beni hiç görmediğin hâlde nasıl tanıdın? Benim ismimi nereden biliyorsun?»

«–Rûhum, rûhuna melekût âleminde ülfet etti de ölümsüz, her dâim diri olan Allah seni bana tanıttı.»

«–Nefisle akıl arasındaki fark nedir?»

«–Nefis, seni bana ilk önce selâm vermekten alıkoyandır. Akıl ise, seni buna teşvik edendir.»

«–Niçin toprakla oynuyorsun?»

«–Biz topraktan yaratıldık ve yine onun bağrına döneceğiz.»

«–Peki! Seni bazen gülerken, bazen de ağlarken görüyorum. Bunun sebebi nedir?»

«–Rabbimin azâbını hatırlayınca ağlar, rahmetini hatırlayınca gülerim.»

«–Ey oğul, senin ne günahın var da ağlıyorsun? Sen henüz mükellef bile değilsin.»

«–Ey Mâlik! Böyle söyleme. Çünkü ben ateş yakarken anneme bakıyorum. Görüyorum ki büyük odunları küçüklerle tutuşturuyor. Bundan ibret almak lâzım.»”

DEHÂ

Matematikçi ve astronomi âlimi, Timurlu hükümdarı Uluğ Bey, 22 Mart 1394’te Azerbaycan’ın Sultâniye şehrinde doğdu. 1405’e kadar sarayda dînî ilimler, mantık, matematik ve astronomi tahsili gördü. Henüz on altı yaşında Semerkant merkezli Mâverâünnehir bölgesini idare etmeye başladı. Ne var ki idareciliğinin başlarında kendisine yardımcı olan oğlu Abdullatif, daha sonra başkaldırdı. En nihayetinde idareyi ele aldı ve babasının şehirden çıkmasını yasakladı. Devlet idareciliğinde yaşadığı sıkıntılı tecrübelerle ilmin doyumsuz tadını kıyas ederek söylediği;

“İlmin hâkim olduğu bir ülkede, ilimle uğraşan bir kişi olmayı, hükümdarlığa tercih ederim.” sözü meşhurdur.

Uluğ Bey; diğer âlimlerle iş birliği yaparak, yıldızların gökyüzündeki konumlarını ve hareketlerini bildiren katalog mahiyetindeki «Zîc-i Uluğ Bey» adlı eserini 12 yılda hazırladı. Eserde, gökyüzünün güneyinde kalan 48 takımyıldız mevzû edilmiş ve bunların içinde yer alan 1018 yıldızın koordinatları en doğru biçimde tespit edilmişti.

Oğlundan hacca gitmek için müsaade isteyen Uluğ Bey, başta müsaade alarak yola çıktıysa da daha sonra vezirleri Abdullatif’i bu işin uygun olmadığına iknâ etti. Arkasından yetişen askerler Uluğ Bey’i öldürdü. Kabri Semerkant’tadır.

*

Gıyâseddîn Cemşid el-Kâşî, Uluğ Bey’in matematik ve astronomi alanlarındaki dehâsına bir misal verir:

“Bir gün atla dolaşırken, 818 yılının Receb ayının 10 ile 15’i arasındaki bir Pazartesi olarak bilinen günün, güneş yılına göre hangi güne isabet ettiğini bulmak istedi. Güneşin o güne tekâbül eden boylamını iki dakikaya varan bir hata ile hesap etti. Bunu günümüz insanları arasında hiç kimse yapamaz; zihnî hesapta bu derece maharet, kimseye müyesser değildir.”

Uluğ Bey, bir yılın uzunluğunu 365 gün 6 saat 10 dakika 8 saniye olarak hesaplamıştır. Gelişmiş teknikle yapılan modern ölçümlerde bu sayı 365 gün 6 saat 9 dakika 9.6 saniyedir ki aradaki fark 1 dakikadan azdır.

 

 

GAZÂLÎ ve PASCAL

Fransız matematikçi, fizikçi ve filozof Blaise PASCAL, 1623 yılında Fransa’da Clermont’ta doğdu. Annesi, o üç yaşındayken öldü. Bunun üzerine babası ile Paris’e yerleştiler. 12 yaşında geometri alanında başladığı çalışmalarını 16 yaşında Académie Parisienne’de Profesör Girard Desargues’in yanında devam ettirdi. Geometri alanında yaptığı çalışmalarda üçgenin iç açılarının toplamının, iki dik açının toplamına eşit olduğunu keşfetti. Konikler üzerinde çalıştı, ilk defa bir hesap makinesi yaptı. Daha sonra fizik konusunda çalışmalarına devam etti ve «Pascal kanunları» denilen kanunları keşfetti.

Pascal; 23 yaşında fikrî ve rûhânî bir buhran dönemine girdi, rûhu derin ıstıraplar çekti. Uğraştığı fennî ilimler onu bu buhranlardan kurtarmak şöyle dursun daha da içine itti. Neticede büyük bir fizikçi ve matematikçi olmasına rağmen; fizik, kimya, biyoloji, matematik gibi müsbet ilimlerin insanın ruh ve kalp dünyasına huzur verici bir katkı vermediği kanaatine ulaştı. İç huzur arayışı onu tasavvufa yönlendirdi.

Akıl, gönül ve kalp rotasını bâtıl çizgiden hakikate çevirmek, içindeki derin boşluğu doldurmak için ömrünün son on altı yılını bir manastırda geçirdi. Bu on altı yıl, hastalıkla ve mânevî buhranlarla geçti. Din, hayat ve bilim üzerine fikirlerini kaleme aldığı eseri «Pensées»’i bu yıllarda yazdı. Bu eser Pascal’ın dînî cephesini ve Allah inancını da sergilemektedir. O, din hususunda aklî muhakemeyi kullanarak hüküm çıkardığı için ilâhiyatçıların sözlerine itibar etmedi. Pascal, araştırmaları esnasında İmam Gazâlî’yi okudu. Kitabına koyduğu şu kısım tamamen Gazâlî’den iktibastır:

“Eğer Allah yoksa insan O’na inanmakla hiçbir şey kaybetmeyecek, fakat Allah varsa inanmamakla çok şey kaybedecek.” Merhum Hilmi Ziya ÜLKEN, «İslâm Felsefesi Tarihi» adlı esrinin ilk cildinin sonunda «Gazâlî ve Felsefe» başlıklı bölümün son 12 sayfasını Pascal’ın Gazâlî ile irtibatına ayırmıştır. (s. 378-389)

Pascal:

“Ben İbrahim’in Allâh’ını, İshak’ın Allâh’ını, Yâkub’un Allâh’ını, İsa’nın Allâh’ını isterim; filozofların ve bilim adamlarının tanrısını değil. Kesin îman, düşünce, sevinç ve huzur istiyorum.” (Pascal, Pensées, par Michel Autrand, Bordas, Paris,1965, s. 234)

“Biz Hazret-i İsa vasıtasıyla sadece Allâh’ı tanımıyoruz, bizzat kendimizi de hayatı da ölümü de tanıyoruz.” (s. 548)

“Hazret-i İsa’sız Allâh’ı tanımak, sadece faydasız değil, aynı zamanda imkânsız da.” (s. 549)

“Biz Allâh’ı sadece Hazret-i İsa vasıtasıyla tanırız, onun vasıtası olmazsa Allah ile olan bütün bağlantı ve irtibatımız kopar.” (s. 547)

Pascal ateizme ve ateistlere de şiddetle karşı olup onlarla da mücadele etmiştir.

“Ateizm insanın şerefli ve dürüst gayelerine karşı kasıtlı bir davranıştan ibarettir. Ateizm, rûhun ölümsüz olup olmadığıyla yahut onun saçma olup olmamasıyla ilgilenmeksizin bunu yapar. Dinsiz olmak, kendisini toplumun dışına atmaktır.” (s. 194)

“Dinsiz, sevmeyi ve beklemeyi bile bilmeyen kişidir.” (Edouard Morot-Sir, Pascal, PUF, Paris,1973, s. 50)

Blaise PASCAL, 1662 senesinde öldü. Necip Fazıl KISAKÜREK Pascal’ın ölürken «Allâhu Ekber» diyerek öldüğünü yazmıştı. (Süleyman Hayri BOLAY’ın Fizikçi Pascal ve Tasavvuf Hayatı adlı makalesinden yararlanılmıştır.)