HALÎLULLAH DA BİZE ÜSVE-İ HASENE…

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Üsve-i hasene, «güzel örnek» tabiri Kur’ân-ı Kerim’de 3 kez geçer. Biri Peygamber Efendimiz hakkında.1 Diğer ikisi ise Hazret-i İbrahim…2

Hazret-i İbrahim’in bizlere nümûne-i imtisal olan hususiyetlerinden tespit edebildiklerimizi, hayat kronolojisi içerisinde ve kısa başlıklar hâlinde zikredelim:

•Hanîflik, şirkten nefret ve
tevhîde sonsuz muhabbet…

Hazret-i İbrahim’in ömrü putlarla mücadele ile geçti. Çoğumuz gibi mü’min bir çevrede dünyaya gelmedi. Hidâyeti aklen ve kalben buldu. Semâvâtın melekûtuna şahit oldu.3 Kavminin dalâletinden yüz çevirdi ve Rabbine yöneldi.4

➢Devrimizde önünde eğilip kalkılarak tapınılan putlar yok gibi. Fakat hayatımızda Mâbudumuz’un, Rabbimiz’in tayin etmesi gereken her şeyi belirlemeye kalkan birçok put var. Kalbe doluşan nefsânî arzulardan tutun, ideolojilere kadar. Hazret-i İbrahim, putlardan ve sahte tanrılardan nefreti çok iyi talim eden bir peygamberdir.

Devrimiz bilgi çağı. Fakat bilginin yorumunda yanlış yönlendirmeler, bilgiyi bilgeliğe dönüştüremiyor, datayı küfrün önüne döküyor. Biyoloji evrime, kuantum kaosa, sosyal ilimler boş felsefelere malzeme edilip israf ediliyor. Göklerin ve yerin melekûtuna yönelecek bir ilim ve irfan bakışı da üzerimizde İbrahimî bir borç…

•Cesaret…

Hazret-i İbrahim; o yalnızlığına, tek başına oluşuna rağmen çok cesurdu.5 Daha çocukken putları tahkir edecek sözler söylerdi. Halkın bayram yerine gittiği bir gün, gidip tapınaktaki putları kırdı.6 Cezasının olacağını elbette biliyordu. Nitekim ateşe atılmak hususunda da cesurdu!..7

➢Devrimizde de yanlışın sesi çok çıkıyor. Çoğu kez hak ve hakikatten taraf olanlar, yalnızlık hissiyatı içinde kalabiliyor. Tebliğ, emr-i bi’l-mâruf vb. vazifelerde umumî olarak cesaretimiz kırık. Tedbir, ihtiyat, üslûb ve tedriç derken hiç adım atamaz hâle de gelebiliyoruz. Radikalizme kaçmadan, firâset dengesini kaybetmeden Halîlullâh’ın cesaretinden öğrenmemiz gereken çok şey var.

•Susturucu, ilzâm edici söz ve fiiller, taktikler…

Hazret-i İbrahim; yıldızlar, ay ve güneş gibi gök cisimlerinin, azametli görünüşlerine rağmen batıp gitmeleri (yani ilâhî bir irade altında harekete mecbur olmaları) cihetiyle tanrı olamayacaklarını, güzel bir temsil ile anlatmıştı.8

Putları kırdığında baltayı büyük putun omzuna asmıştı. Maksadı, kavminin;

“–Bunu ilâhlarımıza kim yaptı?” diye şekilde sorduklarında;

“–Belki de o yapmıştır!” diyerek büyük putu göstermek, böylece onları âciz düşürmek ve düşündürmekti.9

Nemrut’la da münazara etmiş, ölüm cezası vererek yahut serbest bırakarak insanların kaderine hükmettiğini sanan, böylece ilâhlık taslayan bu küstah tâğûta;

“–Benim Rabbim güneşi doğudan getiriyor. Sen de batıdan getir de görelim!” diyerek firâset ve basîretini göstermişti. Nemrut bu sual karşısında âciz bir sözde tanrı durumuna düşmüştü.10

➢Bizler de hazır ve hazırlıklı olmalıyız. Bunun için hem takvâda derinleşerek furkan sahibi olmalı11 hem de gayret ile zâhirî malûmat edinmeliyiz.

Her türlü meşrû imkânı, sanat ve edebiyat türlerini İslâm’ın tebliğinde istihdam edebilmeliyiz. Edebiyat, hitâbet, diyalektik, münazara ve cedel ilimlerinde kendimizi geliştirmeliyiz.

•Teslîmiyet…

Hazret-i İbrahim denilince, teslîmiyet gelir akla.

O; ateşe atılırken, «yanmak»tan hiçbir şikâyeti yoktu. Yani şehâdete yürümüştü.12

Hanımı ve evlâdını çölün ortasına bırakış emrine de tam teslîm olmuştu.13

Hazret-i İsmail’i kurban etmeye götürürken de ilâhî emri gerçekleştirmek hususunda hiçbir tereddüdü kalmamıştı.14

Ateşi yakan söndürdü, gülzâr eyledi; çöllerden zemzem fışkırdı, taşı doğrayan bıçak İsmail’in boynunda kesmez oldu. Fakat Hazret-i İbrahim, nasıl olsa böyle neticelenir şeklinde bir pazarlık içinde değildi. Tam teslimdi.

➢Bizler İslâm’ın emir ve yasaklarının bize mutlaka dünyada da fayda getirmesini bekleyebiliyoruz. Evet, şerîatta hikmet ve maslahat vardır. Fakat imtihan da vardır. Hikmet ve maslahatı göremezse, insanlar hemen farklı arayışlara kaçabiliyor. Ortalıkta «tarihselci» veya «Kur’ân yeterci» bol kese fetvâcıları da olunca ortaya türlü türlü İslâm modelleri çıkarılıyor.

Hayır, İslâm tek. Allah Rasûlü’nün getirdiği. Ona tam teslim olmalı. Canımızı yaksa da. Damarımıza bassa da…

•Hicret…

Hazret-i İbrahim, ilk hicret edenlerden oldu. Rabbine hicret etti.15 Ömrü Rabbine hizmet imkânlarını aramak için seferlerle geçti.16 Bâbil, Filistin, Mısır ve Hicaz arasında mekik dokudu.

➢Allâh’ın yasakladıklarını terk etmek sûretiyle de, İslâm’ı daha iyi yaşayacak ortamı seçmek sûretiyle de, İslâm’ı tebliğ etmek ve mü’min kardeşlerinin imdâdına koşmak sûretiyle de İbrahim -aleyhisselâm-’ın milletinden olmak boynumuzun borcu.

•Nesil Endişesi…

Hak yoluna davet eden ve neredeyse tek başına bir ümmet olan bu büyük peygamberin, geç yaşlara kadar evlâdı da olmamıştı.17 Nesil için niyaz etti.18 Yüce dergâha yalvardı. Hâcer’den İsmail19, yaşlı Sâre’den İshak dünyaya geldi.20 Birinden Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, diğerinden Yâkub / İsrail ve İsrailoğlu peygamberleri gelecekti.21 Ebu’l-Enbiyâ oldu.

Duâlarında zürriyetinin hidâyeti için de dertleniş vardı.22

➢Bugün eğitimde evlâtlarımızın geleceğini plânlama gibi sözler vardır. Hazret-i İbrahim, kıyâmete kadar gelecek neslin putlardan korunması ve hidâyet üzere kalabilmesi için duâ ve gayret içindeydi.

•Sonsuz Şefkat…

Hazret-i İbrahim’in meleklerce dahî frenlenmeye çalışılan bir şefkati vardı. Ellerini açıp duâ ederken;

“Yâ Rab!.. Putlar insanların nicesini yoldan çıkardı. Bana tâbî olanlar, bendendir. Bana isyan edenler hakkında ise, Sen Ğafûr’sun, Rahîm’sin!” diye niyazda bulunmuştu.23

Amcaoğlu Lût’un kavmini helâk edecek melekler geldiğinde, onlarla mücadeleye girişmişti.24 «Halîm ve Evvâh» idi. Hilmi (müsamaha, sabır ve yumuşaklık) gözetir, başkalarının günahı için âh eder, dertlenirdi.25

➢Günümüzde inanç temelli sosyal ve siyasî kutuplaşmalara kolayca sürüklenebiliyoruz. Daha bir iki nesil öncesinde can ciğer kardeşlerimiz olan nicelerinden ümidi kesip, «ilâ cehenneme zümerâ!» diyebiliyoruz. Tavizsiz bir şefkat hususunda, Hazret-i İbrahim’i hiç unutmamalıyız.

•Küfürden uzak olması…

Sonsuz şefkati, Hazret-i İbrahim’i babası (veya amcası) Âzer için de hep ümitlendirdi. Onun için duâlar etti. Lâkin onun küfür üzere öldüğü hakikati üzerine bu duâyı bıraktı, ondan berî oldu.26

“Din bağı yoksa, kan bağının faydası da hükmü de yok!” prensibini yaşadı ve öğretti. Yani onun şefkati; «Son nefesi vermedikçe her kâfir, potansiyel bir mü’mindir.» prensibine dayanıyordu.

➢Devrimizde «İbrahimî dinler» adı altında Yahudilik ve Hıristiyanlık, İslâm ile aynı kareye sokmaya çalışıldı, çalışılıyor. Hâlbuki, Hazret-i İbrahim ne yahudiydi ne de hıristiyandı. O hanîf bir müslümandı.27 Hanîf ve muvahhid olmak, inanç hususunda tam bir tavizsizliği gerektirir. Eğer yahudi ve hıristiyanlar Hazret-i İbrahim’e hürmet duyuyorlarsa, onun adı, tevhîde davetin bayrağı olmalı. Hac Sûresi’nin son âyetinde buyurulduğu gibi:

“Atanız İbrahim’in dînine gelin!”28

•Mâbedi îmârı…

Kâbe’yi Hazret-i İbrahim, oğlu İsmail ile yükseltti.29 Rivâyete göre daha önce de var olan fakat Tûfan’da kaybolan Kâbe’yi, Cebrâil yardımıyla bulmuştu. Bu bakımdan Hazret-i İbrahim, devrinde kaybolmaya yüz tutan tevhid binasını yeniden yükseltti.

Hazret-i İbrahim’e ve oğluna mescidin temizlenmesi vazifesi de tevdî edilmişti.30

➢Kelime-i Tevhid, İslâm’ın özü. Kur’ân ve Sünnet, temel kaynaklarımız. İslâm telâkkîmizi, devrimizdeki başkalaştırıcı taarruzlardan muhafaza ederek, daima tecdit etmemiz, taze tutmamız, fabrika ayarlarındaki sâfiyete tekrar tekrar getirmemiz îcâb ediyor.

Bunun yanında din, mâbed çevresinde gelişir. Peygamberimiz de Medine’ye hicret ettiğinde, ilk iş merkez olacak bir mescid inşâ etti. Ecdâdımızın câmi-i kebîr ve ulu camileri de bu minvalde… Hayatımızın merkezine camiyi ve cemaatle namazı koymalıyız. Okul, yayınevi, stüdyo, salon, parti şu veya bu mekân veya müesseseden önce cami…

•Tek başına ümmet!..

Hazret-i İbrahim, kemmiyet (nicelik) bakımından hiçbir zaman kuvvete kavuşmadı. Fakat o, hiç ümitsizliğe düşmeden hep altyapı çalışmalarını sürdürdü. Üzerine düşeni yaptı. Tohum saçıp, bitirecek olana tevekkül etti.

Cenâb-ı Hak da onun gayretlerine büyük semereler, muazzam bereketler nasîb etti.

Meselâ Hazret-i İbrahim; «Kimse yok ki!» demedi, hacca davet etti.31 Şimdi milyonlar «Lebbeyk» diyor.

➢Bizler tek başımıza değiliz. Yüz milyonlarca müslümanız. Fakat dağınıklığımız, sistemsizliğimiz ve yanlış telkinlerin gürültüsü, bizden birini de doğru, müstakîm bir iş yapacağında yalnız hissettirebiliyor. «Doğru bildiğin yolda, sağına-soluna bakmadan yürü!» prensibini Halîlullah’tan güzelce tâlim etmeliyiz.

•Fedâ oldu, fedâ etti,
fedâkâr oldu…

Sevgi imtihanı, asla ortak kabul etmez. İbrahim -aleyhisselâm-’ın kalbinde can, mal ve evlât sevgisi, Cenâb-ı Hakk’a olan muhabbetin imtihanından geçti. Canını ateşlere saldı, malını bir tesbihâta bağışladı ve vakfetti, çok cömert idi, evlâdını da emr-i Sübhânî’den çok sevmediğini ispatlayarak bıçağın altına yatırabildi.

➢Bizim de sevgi imtihanımızı şu âyet ne güzel belirliyor:

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım-akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Rasûlü’nden ve Allah yolunda cihâd etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin! Allah fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez!”32

•Halîl oldu…

•Kalbin muhabbet imtihanı sırlıdır. İnsan, sevdiğiyle imtihan olunur. Çünkü o sevgi; bir köprü, bir vesile olmaktan çıktığında Rakîb’in rızâsı olmaz bu hâle. Mevlâ, insana evlâdını katlettirmez. Fakat ikilikler ve ikircikler bulunan kalbe de teşrif etmez. Asıl kesilmesi gereken, Hak’tan başkasına beslenen o «alâka»dır.

Bu sebeple, Yâkub -aleyhisselâm- da Yûsuf’uyla imtihan edilmiştir.

Evlâdı (veya başka yakınları) sevmekte ölçülü olmak hususunda îkazlar vardır.

➢Günümüzde evlâtları İslâmî hassâsiyetlere göre yetiştirmek, âdeta onları kurban etmek gibi telâkkî ediliyor. Onları haramlardan ve harama sevk edecek yollardan korumak; evlâda, gençliğine veya istikbâline kıymak gibi değerlendiriliyor. Teslîmiyetsizlik ve tevekkülsüzlüğü de ekleyince insanlar, «evlâtlarına kıyamıyorlar» ve onları kendi elleriyle öz değerlerine yabancılaştırmış oluyorlar.

•Sûfî bir veçhe…

Cenâb-ı Hak, Hazret-i İbrahim’i Halîl edindi.33 Halil, dost, dosttan öte bir yakınlık… Sırdaşlık…

Kur’ân-ı Kerim, Hazret-i İbrahim’i; kalp tatmini,34 münîb olması / Allâh’a yönelmesi35 ve kalb-i selîm sahibi olmak36 gibi kalbe dair hasletlerle zikrediyor.

➢Hakk’a yaklaşmanın hususî metotlarını araştıran tasavvuf ilmi de kalbe ve kalp tasfiyesine yoğunlaşır. Kalbin mutmain hâle getirilmesi, Allâh’a yönelmesi (münîb) ve mâsivâdan arınmış (selîm) bir kıvâma ulaştırılması bakımından Hazret-i İbrahim, tasavvufun da büyük pîrlerinden biri.

Âyet-i kerîmede şöyle buyuruluyor:

“İnsanların İbrahim’e en yakın olanı; ona uyanlar, şu Peygamber (Muhammed) ve (O’na) îmân edenlerdir. Allah mü’minlerin dostudur.”37

Yani;

Hazret-i İbrahim’deki üsve özellikler, ziyadesiyle Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’de de var. Biz mü’minler için her ikisi de en müstesnâ rehberler…

Örnek alabilenlere ne mutlu!..